“Kırık, içi boş ve pissin
Kokuyorsun
İşe yaramaz ve eskisin
Yani çöpsün, değil mi?”
Maskeli balosunda mutlu mesut yaşayan, sisteme bile isteye teslim olanların; yaşarken ölüme, her gün aynı otobüse ve değişmeyen manzarasına teslim olanların filmi değil Swiss Army Man… İçinde var olmak için hiçbir şeye ihtiyaç duymadığımız doğaya gökdelenler, klimalar, oda spreyleri, kablolar, kablosuz bağlantılar, kurallar, kanunlar, ayıplar ve rengarenk kıyafetlerle direnişimizin toplu tüfekli eleştirisi. İlk sahnesinden sonuncusuna her şeyi en ince ayrıntılarıyla düşünülmüş, tekme tokat bir dayak…
Her şey absürt bir komedi kılıfında başlıyor. Issız, “adasında” yaşayan bir adam, kendini kim bilir kaçıncı kez öldürmeyi deniyor ama yine başarısız oluyor. Hayatı boyunca herhangi bir konuda başarılı olabileceğine inanmıyor, kendini öldürmekte bile… Başta babası olmak üzere etrafındaki herkes başaramayacağını söylemiş çünkü. O sırada kıyıya vuran cesedi fark ediyor ve ondan bir arkadaş umuyor. İnsanların arasında, sıradan hayatında elde edemediği ve onun yapamadığı her şeyi yapacak, onların kurallarına göre “başarılı” olacak ve onu asırlık yalnızlığından ve ıssız adadan kurtaracak bir arkadaş.
Gepetto Usta gibi Hank’in de duaları kabul oluyor, adını bir selam olarak Cast Away’in başrolü Tom Hanks’ten alan Hank’in (Paul Dano)… Hayata gelen ceset arkadaşının adı ise Manny, “Man”den Manny… Manny’nin (Daniel Radcliffe) tek mucizesi hayata gelmesi değil; parmaklarıyla ateş yakıyor, ağzından tatlı su akıyor, ereksiyonu yol gösteriyor, gaz çıkararak denizler aşıyor. Filmin adının “Swiss Army Man (Çakı Gibi)” olmasının sebebi de onun bu marifetli bedeni zaten.
“Ada”dan “Ev”e dönüş
İkilinin macerası ıssız adadan kurtulup “ev”e dönmeye çalışmaları üzerine. Aşmaları gereken apansız bir orman ve bir sürü engel var… Yumruklar tam da bu sırada hissettiriyor kendini. Kim ölü, kim diri? Tuhaf ne? Evlilik ne? Toplum kuralları ne demek? Baba kim? Hank’in dönmek istediği “ev”, hepimizin yaşadığı yer, bu dünya ne kadar yaşamaya değer?
“Neden eve dönmeye çalışıyoruz ki?
Orada istediğimiz hiçbir şeyi yapmamıza izin yok”
Gün geçtikçe daha fazla insanın sevişmek değil, sadece sarılmak için Tinder’ı kullandığını itiraf ettiği; üzülmenin ya da mutsuzluğun antidepresanlar, uyuşturucu ya da alkolle görmezden gelinmeye çalışıldığı; çocukluğun tükenmez enerjisinin bile hiperaktivite adı altında tüketilmeye çalışıldığı bu dünya ne kadar yaşamaya değer?
Tüm bu kentsel dönüşümler, yükselen binalar, gitgide görünmeyen gökyüzü, tüm bu ağaçsızlık, parksızlık, nefessizlik, nefissizlik. Herkesin içinde tek tek acısını çekmesi için mi dört duvar odalar? Tüket, itaat et, öl! Kimse kimseyi dinlemediği için, yine dört duvar bir odaya hapsolup birine üstüne saatine astronomik paralar ödenerek derdini anlattığın bu dünya ne kadar yaşamaya değer?
Babalarımız bizi niye sevmiyor?
Sadece babalar gününden ve doğum gününden ibaret bir baba-oğul ilişkisinde onu bile layıkıyla yerine getiremeyişimizle yumruklar gövdeden karna iniyor. “Bir gerizekalı gibi konuşma!”, “Gaz çıkarma!”, “Ereksiyon olma!”, “Mastürbasyon hakkında konuşma!”, “Hislerini belli etme, sadece seviş!”, “Çalış, satın al, itaat et, tüket, düşünme, öl!” Sadece onun kurallarına uyduğu, sadece onun istediklerini yaptığı sürece seven bir baba. Koşullu seven bir baba, ne kadar bir baba?
Baba=Aile, Baba=Toplum, Baba=Devlet, Baba=Tanrı
Bu babalar bizi niye sevmiyor? Bizi kırıp döküp, uçamayalım diye kolumuzu kanadımızı kıran, hayallerimizi öldüren babalarımız bizi niye sevemiyor? Cesedimizle bile yüzleşemeyecek kadar ne yaptık biz babalarımıza doğmaktan başka?
Bir daha, bir daha soruyor:
“Kim yaşıyor, kim ölü?”
“Kim yaşıyor, kim ölü?”
“Kim yaşıyor, kim ölü?”
Doğada var olmak için ihtiyacımız olan her şey bir sırt çantasına, zorlasak bir İsviçre çakısına sığacakken kendimizle alıp veremediğimiz ne? Tüm problemin duvarlar inşa etmekle ortaya çıktığını, ıssız adaları o duvarların yarattığını görmekten neden aciziz?
Tüm bu sistem eleştirisinin ardında Swiss Army Man tüm kemik kıran alt metnine rağmen sıcak bir arkadaşlık, “tuhaf” (Manny: “Tuhaf ne demek?”) bir aşk filmi. İhtiyacımız olan tek şey bir arkadaş, o bir ceset bile olsa… Babalar hayalleri öldürmek içindir ve hayallerimizi öldüren babalarımızdan bizi koruyabilecek tek şey gerçek bir arkadaştır çünkü, ya da filmdeki gibi gerçek aşka dönüşen gerçek bir arkadaşlık…
Yine de not: Maskeli balonuza dönecekseniz, bu filmi kesinlikle izlemeyin! Bedeli ağır olabilir.
“Belki de hepimiz çirkin, ölmek üzere bok çuvallarıyız
Bir kişi bile bunu anlasa yeter
Sonra tüm dünya birlikte dans edip, şarkı söyler ve osururdu”