A password will be e-mailed to you.

Geçtiğimiz cumartesi günü Asfalt Art Gallery, “Dada Cinema > Video Art” başlığını taşıyan yeni bir söyleşi dizisinin ilk oturumuna ev sahipliği yaptı.

 

Daha önce İsmail Tunalı, Beral Madra, Feyyaz Yaman, Zahit Atam ve Ayşegül Sönmez gibi isimleri konuk eden Asfalt’ın bu haftaki konuğu sanatatak.com yazarlarından Akif Ergüleç’ti.

Dada sinemasından günümüz video sanatına uzanan tarihsel sürecin örneklerle inceleneceği üç oturumdan oluşması tasarlanan söyleşi dizisinin ilk oturumu, “Dada Sinema” başlığını taşıyordu. Deneysel film çalışmalarının ve günümüz video sanatının ilk örneklerini oluşturan Dada filminin tarihsel gelişiminin masaya yatırıldığı söyleşi, Hans Richter, Walter Ruttmann, Viking Eggeling, Fernand Léger, Marcel Duchamp ve Man Ray’e ait deneysel film çalışmalarından mutlaka izlenilmesi gereken örneklerle başladı ve ardından söyleşiye geçildi.

Dadayı bir sanat akımından ziyade, çok yönlü ve geniş kapsamlı bir hareket olarak değerlendiren Ergüleç, günümüz video sanatı ile en hareketli dönemi 1920–1926 yılları arasında yaşanmış olan Dada filmi arasındaki benzerliklerden hareket ettiğini belirterek, konuşmasına Dadaya ilişkin tarihsel bir girişle başladı. Bu tarihsel girişin temel sorusunu, “Halihazırda resim, fotoğraf ve hazır-nesne gibi diğer mecralar bulunurken filme yönelik ilginin nedenleri nelerdir?” sorusu oluşturuyordu.

Ergüleç’in öne sürdüğü ilk neden, film kamerasının geç kalmış olsa da yeni bir teknolojiyi temsil etmesiydi. Asıl nedense, yalnızca film mecrasının karşılayabileceği hareket beklentisiydi. Bu noktada film ve sinema kavramları arasındaki farka da değinen Ergüleç, filmin fiziksel bir mecra olduğunun altını çizerek, Dada filminde temel bir konunun ya da anlatının yer almadığını, söz konusu filmlerin tekil fotoğraflar benzeri parçalı bir yapı taşıdığını belirtti.

Ardından söyleşi öncesi gösterilen filmlere ilişkin tarihsel çözümlemesine geçen Ergüleç, gerek Hans Richter’in gerekse Viking Eggeling’in, film karesini adeta bir tuval gibi kullanma eğilimlerinden söz etti. Ergüleç, özellikle Richter’in filmlerinde sıklıkla yer alan kare ve dikdörtgen gibi şekillerin, dönemin savaş siyasetine karşı eleştirel bir tavır üzerinden geleceğin toplumunu temsil ettiğini öne sürdü. Richter ve Eggling’le karşılaştırıldığında Walter Ruttmann’ın, film mecrasıyla çalışmaya daha önce başlamanın avantajıyla, teknik olarak bir adım ileride olduğunu belirten Ergüleç, Ruttmann filmlerinde ışık ve gölge kullanımının ön plana çıktığını ve yuvarlak hatlı şekillere yer verildiğini ifade etti. Ergüleç’e göre, karşıtlığa yapılan vurgu, formların yan yana getirilip birbirinden uzaklaştırılarak yaratılan etkileşim izlenimi her üç sanatçı için de ortak öğeler olarak öne çıkıyordu.

Marcel Duchamp’ın, Rrose Sélavy mahlasıyla imzaladığı “Anemic Cinema” adlı deneysel film çalışmasına ilişkin olaraksa Ergüleç, sözcük oyunlarını çok seven Duchamp’ın bu yapıtında da sözcük oyunlarına sıkça yer verdiğini, filmin adının da böyle bir oyunun ürünü olduğunu belirtti. “Anemic” sözcüğü, “cinema” sözcüğünün ayna görüntüsünde “m” ve “n” harflerinin yer değiştirilmesiyle oluşturulmuştu. Filmde, Fransızca ifadeler içeren dokuz adet rotorölyefteki ifadeler de aliterasyonlardan ve sözcük oyunlarından meydana gelmişti. Başlangıçta bir film olarak bir araya getirilmesi düşünülmeyen rotorölyefler daha sonra, Man Ray’in de katkılarıyla, “Anemic Cinema” adı altında deneysel bir filme dönüştürülmüştü.

Gösterimi yapılan bir diğer deneysel film olan “Ballet Mécanique” (Mekanik Bale, 1924) adlı çalışmaya ilişkin olaraksa Ergüleç, besteci George Antheil’in film için yine “Ballet Mécanique” adlı bir müzik bestelediğini; ancak filmin 19 dakika, müziğin ise 30 dakika sürmesi nedeniyle filmin ilk gösteriminin sessiz yapıldığını ifade etti. O dönemde yapılan tüm filmlerin sesiz filmler olduğunu belirten Ergüleç, film gösterimleri sırasında piyano ya da orkestra eşliklerinin yapıldığını dile getirdi. George Antheil’in aynı adlı yapıtıysa 1926 yılında bir konser parçası olarak ayrıca icra edilmişti.

Son olaraksa, gösterimi yapılan iki Man Ray filmi olan “Le Retour à la raison” (Akla Dönüş, 1924) ve “L’etoile de mer” (Deniz Yıldızı, 1928) adlı yapıtlara değinen Akif Ergüleç, “Deniz Yıldızı” adlı filmin, konu ve anlatısıyla, Dada’dan gerçeküstücülüğe bir geçiş filmi olduğunu vurguladı. “Akla Dönüş” ise Man Ray’in rayograf adını verdiği, ışığa duyarlı fotoğraf filmi üzerinde nesnelerin negatif görüntülerinin oluşturulduğu tekniğin ön planda olduğu bir başka önemli deneysel film çalışmasıydı. Genel olarak bakıldığında, “Dada Sineması” adlı söyleşi Dada hareketi etrafında toplanmış sanatçıların 1923–1926 yılları arasında ortaya koydukları film çalışmalarının tarihsel bir incelemesinden oluşuyor. Söz konusu deneysel film çalışmalarının, dönemin siyasal ve toplumsal gelişmelerinden nasıl etkilendiğinin ve bu yapıtların günümüz video sanatına ne tür etkilerinin olduğunun daha ayrıntılı bir çözümlemesinin de söyleşi kapsamına dahil edilebileceği fikrindeyim.

Asfalt Art Gallery’nin, deneysel filmin ilk ve en önemli örneklerinin gösterimine ön ayak olması ve bu gösterimleri üç oturumundan oluşan bir söyleşi programıyla zenginleştirmesi de üzerinde övgüyle durulması gereken bir nokta. Umarım, zevk ve ilgiyle takip ettiğimiz benzeri söyleşi dizilerinin devamı gelecektir.

“Dada Cinema > Video Art” adlı söyleşi dizisi 16.03.2013 Cumartesi günü, 14.30-16.30 arasında yine Akif Ergüleç’in “Avangard Sinema” başlıklı söyleşisiyle devam edecek. Bir sonraki haftaysa (23.03.2013) Derya Yücel, “Yeni Medya Sanatı ve Video-Art” adlı sunumuyla Asfalt Art Gallery’nin konuğu olacak. Bu noktada, film gösterimlerinin 5 Nisana kadar devam edeceğini anımsatalım.

Programa ilişkin ayrıntılı bilgiyi http://www.asfaltartgallery.com/ adlı adresten edinebilirsiniz.

ykemaliz@gmail.com

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 17:16:58