A password will be e-mailed to you.

Bu yıldan itibaren Contemporary İstanbul’un sanat yönetmenliğine üç yıllık atanan Fransız küratör Anissa Touati’nin kısa bir süre önce Gülben Çapan ile yaptığı söyleşiyi birkaç kez okuyunca tepkiden ziyade genelde maruz kaldığımız Batılı tepeden bakış ve konuşma tarzı ile söylediklerinin içeriklerine yönelik, hiç değilse sanatçı olarak görüş bildirmek kaçınılmaz hale geldi. Nihayetinde yargılarında sanatçıları doğrudan hedef alan bir yüklenme hali egemen. Söyleşiyi yapanın da bizim iç dinamiklerimizi bilen birisi olarak, Touati’nin kimi görüşlerine karşı durması ya da başka sorularla onun yanlış yorumlarını yönlendirmesi-düzeltmesi beklenebilirdi ama görünen o ki, şeytanın avukatlığını yapmak ya da bu üstten konuşma biçimine çanak tutmak yeğlenmiş.

Touati’nin demeçlerine tepki olarak Gülseli İnal Ek Dergi’de “Alice Contemporary İstanbul’da” başlıklı bir yazı yayınladı. Ancak İnal Touati’ye bir ayar çekmeye çalışırken maalesef yazısında çağdaş sanata yönelik alışıldık bir nefret söylemine teslim olmuş. Bu başka bir tartışma konusu. Şimdilik bizi asıl ilgilendiren konu, Anissa Touati’nin söyleşisinin üst başlığı ile söyleşinin geneline yayılan “öğreten insan” hali. Önümüzde bir an işaret parmağını gözümüzün içine sokarcasına bize “şşşştttt, sözümü dinleyin yoksa….” diyen bir figür belirdi. Touati’nin söyleşisinin başlığı kasten medyatik ve polemik yaratmak için seçilmiş bir trol cümle olarak istenen karşı hareketi yaratabilir tabii ki. Haliyle bu medyatik polemik hem fuarın hem de onun reklam bağlamında işine yarayacak ama bu tavrın uzun vadede İstanbul Contemporary İstanbul’u bekleyen bir güvenirlik sorununa da yol açacağı kesin.

Anissa Touati bize neyi EMREDİYOR? Dırdırı, kıskançlığı ve dedikoduyu kesin çalışmanıza bakın! ‘Yes Madam’ diyerek bundan böyle öyle yapacağımızı peşinen belirtelim amma ve lakin kendisine, Pascal Gielen’in, dırdır ve dedikodu olgularının küresel çağdaş sanat arenası bağlamında enli boylu teorize edildiği “Sanatsal Çokluğun Mırıltısı” adlı kitabını okumadıysa da başucu rehberi edinmesini önerelim. Söylediklerine bakılırsa okumadığı belli. Zira çağdaş sanat ortamında onun dırdır, çekememezlik, dedikodu vs olarak nitelendirdiği tüm o alt söylem biçimleri Gielen’in kitabında sosyo-ekonomik temeller üzerinden okunur. Bunlar Batı’nın en güncel tartışmalarında bile hayatta kalmanın bir gerekliliği olarak karşımıza çıkar. Örneğin Artnet News internet dergisinin her hafta yayınladığı “En İyiler ve en Kötüler” başlığıyla gönderdiği “dedikodu” haber linklerini bile düzenli okumak yeter. Buralarda yayınlanan spekülasyonları dırdır ve dedikodudan ayarın parametreler neler olabilir, kendisine sormak isteriz.

Örnek dırdırlar ya da ağız dalaşı

Bu dırdır-dedikodu olgularını fazla canınızı sıkmadan bir içerden bir de dışardan iki örnekle inceleyelim: Mesela Türk sanat ortamı neyin dırdırını ya da dedikodusunu yapıyor? İki örnek, biri sanat eleştirmenleri diğeri ise sanatçılar nezdinden olsun, hem de Touati’nin yüklendiği gündelik hayatın jargonu cinsinden: Türkiye’de bir eleştirmen şöyle dırdırlansın: İstanbul Modern’deki o sergi ne berbat bir sergiydi, müzenin derhal politikasını sorgulaması lazım!” Bir sanatçı da bir başka sanatçının dedikodusunu şöyle yapsın: Ferhat’ın sergisine girince midem bulandı, o neydi öyle!” Şimdi bu gündelik bel altı jargonu bir üst söylem biçimi olarak Batılı başka bir entelektüel söylemle kıyaslayalım: “Müzeleri, kitaplıkları ve her türlü akademiyi yıkmak ve ahlakçılığa, feminizme ve belli çıkarlar ve amaçlardan kaynaklanan korkaklığa karşı savaş açmak istiyoruz.

Her iki örnek de özünde dırdır ve dedikodu zemininden hareketle bir şeye saldırıyor, bir şeyi alaşağı etmeye, onu eleştirmeye ya da çözümlemeye-dönüştürmeye girişiyor. Sadece kullanılan diller bağlamında ikinci örnek “entelektüelize” bir derinlik içeriyor. Bundan sakın ola ki Türkiye’deki eleştirel söylemlerin ucuz ve içerik yoksunu olduğu sonucu çıkmasın. Bizden örneği kitsch’leştirmemin nedeni, Touati’nin buradaki tartışma biçimlerini böyle görüyor olması, yani bizler ona göre ağız dalaşından başka bir halt işlemiyoruz. Aslen iki söylemin de birleştiği tek bir nokta var ki bu da Gielen’in salık verilen kitabının odak noktası: Bir şeyin sanat olup olmadığına karar vermenin yorumlamaya veya Virno’nun dil ustalığı veya performans dediği şeye kalmış olmasıdır. Buna ilaveten Arthur Danto da eser ile algılanışı arasındaki boşluğun önemli hale geldiğini savunur. Bu boşluğu da sanat nesnesini geri plana iten kuram doldurur, der. Yani bir şey üretilir ve onun üstünde Touati’nin yüklendiği ve deyim yerindeyse aşağılayıcı bir tınısı olan dırdır ve dedikodu gelir.

Yer edinmek ve o yere damgasını vurmak

Bu iki sözcüğün tınısının etimolojik çağrışımları ve tınıları üzerine yoğunlaşmamız da ayrı bir konu. Ancak Touati şu gerçeği gözden kaçırıyor: Jullian Stallabrass’ın Howard Singerman’dan alıntıladığı biçimiyle söylersek, sanatla uğraşan kişinin ve ürettiği eserin görevi bir yer edinmek ve bu yere damgasını vurmaktır. Sanatçılar sanat dünyasında kendilerine özgü bir yer edinebilmek için yarışırlar. Touati’nin bizlere kesin sesinizi derken kastettiği ortam tam da budur: Dırdır, dedikodu ve kıskançlık. Kendisi zannediyor ki, sanat sakin ve kımıltısız bir limana demir atmış bir gemide olup biten kendi halinde bir şey. Bizlere ortak projelere girişin derken de 1990’lardan bu yana hızla serpilip büyümüş sanatçı insiyatiflerini, bunların büyük kentlerden çeperlere yayılan bugünkü dinamizmini, çağdaş sanat ortamını destekleyen kişi ve kurumların bağımsız sanat oluşumlarına yönelik desteklerini hepten atlamış.

Açıklamasına göre İstanbul’daki galeriler ve sanatçı atölyeleri ziyaret edilmiş, her ziyarette dünyanın önde gelen sanat-kültür kişilerini Türkiye’yi daha yakından tanımak için Touati’ye eşlik etmiş. Tüm bunlar güzel ve gözlemlerine-eleştirilerine bazı noktalarda katılırız, ancak kendisini burada olduğu sürede daha hiç görmemiş koleksiyoncuları, galericileri, küratörleri, sanatçıları, bağımsızlığı tercih etmiş olanları ya da hiç atölyesi olmayan veya atölyeyi hayatın kendisi olarak kabul etmiş sanatçıları düşününce bu ziyaretlerinin Türk sanat ortamını tanımakta henüz yeterli olgunluğa ulaşmadığı sonucu çıkıyor. En azından bu tepeden bakan azarlama cüreti bağlamında. Mesela Uluslararası Sanat Eleştirmenleri Derneği (AICA) ile bir teması olmuş mudur, bunları da açıklamasını bekleriz.

Ferhat Özgür

Fuarın sıradan izleyiciye ihtiyacı yok (mu?)

Touati’nin fuara gelen ‘sıradan izleyicilere’ yaklaşımı da son derece nezaket ölçütünün dışında görünüyor. Fuara giriş ücretinin kat be kat artırımının gerekçesi olarak da sıradan izleyiciyi yapıtların önünde fotoğraf çekmeye gelen boş beyinliler olarak genelliyor. Eğitim alacaklarsa da onlara “müzeye gidin” diyor. Belli ki ona göre, müze yapıtların önünde fotoğraf çektirenler için daha rahat bir oyun alanı. 2019’un Art Basel’nin VIP açılışında fotoğraf çektirenlerin en üst noktada Avrupa burjuvazisi olduğunu hatırlayınca kendisinin Türkiyeli izler kitleye karşı bu yüklenişine ne diyeceğiz? Çağdaş sanatın pozcular ordusunun coğrafyası yoktur aslında. “En özel jet sosyete ile bir jet proletarya arasındaki diyalektikte tanımlanan toplumsal bir yapı haline gelmiş olan çağdaş sanatın” belki de en önemli belirteçlerinden biri olan sanat fuarları bağlamında kendisini eleştirme hakkımız doğuyor.

Anissa Touati’nin tüm bu çıkışları sonunda, sanat ortamının tüm aktörleri olarak söz veriyoruz, dırdır ve dedikoduyu kesip çalışmaya ve iş birliğine odaklanacağız ama CI yönetmeni de bize çalışacağına dair söz versin: Gelecek sene Thaddaeus Ropac, White Cube, Dawid Zwirner, Larry Gagosian, Hauser and Wirth, Luhring Augustine, Marian Goodman gibi galerileri de fuara getirsin. Sonrasının dedikodusunu o zaman yaparız.

 

İLGİLİ HABERLER

Contemporary Istanbul’un küratörünün sözleri sanat dünyasında tepki yarattı

Contemporary Istanbul’un bu yılki sanat direktörü ANISSA TOUATI

 

Daha fazla yazı yok
2024-12-22 01:58:59