A password will be e-mailed to you.

Bağımsız sinemanın mabedi olarak kabul edilen Sundance’te geçtiğimiz yıl belgesel dalında Jüri Büyük Ödülü’ne layık görülen The Wolfpack Manhattan’da bir evde hapis hayatı yaşayan 7 kardeşin akıllara sığmayan hikayesini anlatıyor.

Peşin peşin şunu söyleyelim: sinemayla gerçek hayatın bu denli birbirine karıştığı (kelimenin her iki anlamaında da söylüyorum bunu) hikayeler enderdir. !f İstanbul seçicileri The Wolfpack’i Sanat ve Hayat başlıklı bölümde de sunabilirlermiş pekala, yadırganmazdı. Crystal Moselle’in bundan 6 yıl önce New York sokaklarında dolaşırken karşılaştığı ve meraklanıp bir süre takip ettiği 6 genç adamın böylesi tuhaf ve garip bir şekilde ilham verici bir hayat öyküsüne sahip olduklarını kim bilebilirdi ki?

Hare Krişna öğretileriyle kafayı bozmuş (ki muhtemelen daha derin bir psikolojik problemin bir uzantısı) paranoyak bir baba 7 çocuğunu bir toplu konut dairesinde kapalı tutmaktadır. Angulo ailesinin böyle tuhaf bir durumu var işte ve insanın havsalası almıyor ama, öyle böyle değil, tam 14 yıl boyunca yılda belki bir iki kez, bazen hiç evden çıkarılmayan ve anneleri tarafından mecburen evde eğitilen çocuklar normalde böylesi bir suistamalin etkisiyle akıl sağlıklarını yitirmeleri beklenir. Oysa Crystal Moselle’in belgeselini izlerken anlıyoruz ki hepsi de iyi eğitimli, kendilerini gayet düzgün şekilde ifade edebilen ve görünürde herhangi bir psikolojik arızaya sahip olmayan gençler. İşte tam bu noktada sinemanın hayatlarında nasıl bir önemi olduğunu görüyoruz, zira 6 kardeş evde bulunan 5000 civarındaki Hollywood filmi sayesinde göğüsleyebilmişler her şeyi. O filmleri izleyerek, o filmleri konuşarak ve hatta o filmleri yeniden yazıp, çekerek. Hayatı o filmler sayesinde anlamışlar, o filmler sayesinde öğrenmişler, yorumlamışlar, duyumsamışlar. Tarantinolar, Batmanler, Halloweenler derken hayatları hep sinemanın büyülü gerçekliğiyle aydınlanmış. Hatta babalarının yasakçı dayatmalarını bile sonuçta sinemanın verdiği ilhamla aşmışlar: 15 yaşında her şeyi göze alıp evden kaçan Mukunda kafasına geçirdiği kendi imali Michael Myers maskesiyle arşınlamış sokakları ve bu kaçış tüm ailenin özgürlük çığlığına dönüşmüş.

Şunları da göz ardı etmemek lazım elbette: çocukların beşi babalarıyla konuşmayı reddediyor hala. Kardeşlerden birinin “Babamla yüzleşmekten vazgeçtim. Bazı şeyleri affetmek, geride bırakmak mümkün değil” sözleri yaşadıkları travmanın ne kadar ciddi olduğunun bir göstergesi. Nadiren sesini duyduğumuz Crystal’ın “Onlardan özür dileyecek misiniz?” sorusuna saçma sapan gevelemelerle yanıt veren babadan ümit yok belli ki. Anne ise hala onlar için endişe eden, belli ki onları çok seven ama bir noktadan sonra da babaya karşı koyamayan bir figür ailede. Tüm bunları not ettikten sonra Angulo kardeşlerin geleceklerine dair bir hayli umutlu bir finalle çıkıyoruz filmden. Kimbilir bir başka festivalde Angulo imzalı bir film bile izleyebiliriz, neden olmasın?

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 13:34:49