Meşher’de açılan son sergi Ömer Koç’un özel koleksiyonuna göz atma şansı veriyor; 1400’lü yıllardan başlayarak 500 yıllık bir geçmişi anlatan kitaplar, resimler ve fotoğraflar bu şehri size yeniden sevdiriyor.
En sonda yazacağımı, en başta yazıyorum, hiç gocunmadan: İyi ki Ömer Koç var, iyi ki anneannesi Sadberk Hanım var, iyi ki babası Rahmi Koç var, iyi ki koleksiyonerlik yaparak kültür ve sanat değerlerine sahip çıktılar! İstiklal Caddesi’ndeki sanat mekanı Meşher’deki “Göz Alabildiğine İstanbul” sergisini, İstanbul’a gönülden bağlı, hatta sevdalı biri olarak hayranlık çığlıklarıyla gezerken hep bunu söyledim, iyi ki Ömer Koç var. Çünkü sergilenen parçalar Ömer Koç koleksiyonundan. Kendisinin eski kitaplara meraklı olduğunu duymuştum ama 1400’lerden kalma eserleri de koleksiyonunda bulundurduğunu düşünememişim. E tabii, ufkumuz o kadar!
Ben İstanbul’da doğmadım ama üç yaşımdan beri bu şehirde yaşıyor ve taşını toprağını, denizini, kokusunu, kalabalığını, güneşini, karını yağmurunu o kadar çok seviyorum ki nerelisin hemşerim sorusuna yanıtım İstanbulluyum oluyor, hatta epeydir Galatalıyım! Bir yeri memleketi olarak benimsemek, sevmek, korumak önemli. Canım koruların içine ağaçlarını kesip gökdelenler dikerek İstanbullu olunmuyor. İstanbul’u bu kadar çok sevince de eskiden nasılmış diye insan merak ediyor; ben geldiğimde şöyleydi, annem geldiğinde böyleydi, rahmetli ne kadar çok araba var diye diye öldü, o geldiğinde bir tek tramvay varmış! Padişahlar yaşarken nasıldı? Bizans hükmederken nasıldı? İlk camii nereye yapıldı, hangi camii yıkıldı da yol yapıldı, hangi sitelerin olduğu yerde eskiden korular, ağaçlar vardı? Göz Alabildiğine İstanbul, İstanbul’un geçmiş halini görsellerle anlatıyor.
Kitaplar, objeler
Şeyda Çetin, Ebru Esra Satıcı küratörlüğünde Ömer Koç’un koleksiyonundan seçilmiş, hayvan derisi kaplı koca kitapların içinde öyle güzel resimler var ki! Bazısı tek baskı! En erken tarihli eser 1493, Hartmann Schedel imzalı Liber Chronicarum adlı kitabı. Panaromik fotoğraflar ve Galata Kulesi’nden resmedilen panaromalar da 1850’li tarihlerden. 1800’lü tarihlerden kalan panaromik görüntülerde şehir sadece tarihi yarımadada ve Galata’da. Tepelerde ağaçlar, tek tük camiler ve mezarlıklar var. Bir de sokak köpekleri! Kimse sokak köpeklerimize laf etmesin, onlar bu şehrin en eski canlıları!
Galata ve mezarlıklar deyince, 30 yılı aşkın Galata’da 19. yüzyıldan kalma bir binada yaşıyorum. Şimdiki çılgın turist kalabalığının durup fotoğraf çektiği yer, eskiden mezarlıkmış. Şimdi üzerinde bulunan kaçak yapıda çirkin dükkanlar var, yıkım kararı olmasına karşın bir türlü yıkılmayan. Tabii ki mezarlık korunmasın ama hiç olmazsa yeşil alan olamaz mıydı?
Yelkenli gemiler
Hartmann Schedel’in 1493’den kalma eserindeki çizimler, surları ve içindeki tarihi binaları gösteriyor, tam bir masal ülkesi! Bütün bu resimler ve fotoğraflarda en sevdiğim, Karaköy, Salı pazarı, Tophane ve Galata’daki ticaret yapan yelkenli gemiler, tekneler, selvi ağaçları. Çok yakın zamana kadar Galata’da da bu teknelere kereste satan dükkanlar mevcuttu, şimdi hepsi Amerikan kahvesi ve İtalyan keki pazarlayan kafeler oldu!Şehirleşme
Birinci katta bu en eski eserlerle çarpıldıktan sonra çıktığınız 2. Katta biraz daha günümüze yaklaşıyorsunuz. Orada İstanbul’u yıkıp geçen büyük yangınlar, şehirleşme hareketinin getirdiği yıkımlar, bir önceki hayali manzaraların yerini alıyor. Pera’da ve tarihi yarımadada sıkışıp kalmayan şehir, Haliç ve Boğaz yönüne doğru genişlemeye başlıyor. Bir tabloda İstanbul Boğazı’na “Karadeniz kanalı” anlamında “Canal de la Mer Noire” adı verilmiş olması aklımı kurcalıyor. Gelişen diplomatik ilişkiler sayesinde şehre çok sayıda yabancı geliyor ve bunlar hayran oldukları şehri değişik açılardan görüntülüyor, fotoğraflar ve resimler birbirini izliyor. Aynı zamanda bu güzellikler objelere de yansıyor, tepsiler üzerindeki İstanbul manzaraları Sadberk Hanım Müzesi’nden getirilmiş.
Abdullah Biraderlerin Beyazıt Kulesi’nden İstanbul Panaroması, herkesi heyecana sürüklüyor, herkes kendi mahallesini, evini bulmaya çalışıyor, panaroma o kadar gerçekçi. Fotoğraf, 1865 tarihli albümden. Joseph Mery’nin 18. Asırdan kalma kitabında çizimler Emile ve Adolphe Rouargue’dan, İstanbul ve Karadeniz resmedilmiş. Kitap Sultan Abdülmecit’e imzalı olarak takdim edilmiş, bilinen en eski İstanbul panaroması olduğu söyleniyor. İstanbul resim ve fotoğraflarında görebildiğimiz şehrin sadece doğal güzellikleri, mimari eserleri, yıllar içindeki gelişimi değil elbet. İçinde yaşayan dönemin insanları yine o dönemin kıyafetleriyle gözlenebiliyor. Kimi feraceli hanımlar, kimi şapkalı yabancılar, fesli tulumbacılar, satıcılar, köpekler ve mandalar dikkat çekiyor. Evet mandalar! Çünkü İstanbul’un özel hayvanlarından biri de mandalar, her ne kadar artık sokaklarda dolaşmıyorlarsa da İstanbul çeperlerinde hala varlar ve sütünden meşhur manda yoğurdu yapılıyor! Günümüzün en meşhur hayvanı, İstanbul Kedileri ise ortalıkta yok, muhtemelen, yalılarda ve köşklerde, ipek yastıkların üzerinde mutlu bir hayat sürmekteler! Köpekler ise onlar kadar şanslı değil.
Rehberli turlar da var
Bir Vehbi Koç Vakfı sanat ve kültür mekanı olan Meşher, İstanbul’un geçmişini görebilmeniz için sizi bekliyor. Ömer Koç’un bu paha biçilmez koleksiyonu ne kadar çok insana ulaşırsa İstanbul o kadar çok sevinecek, çünkü sevilecek! Dünyanın en güzel 5 şehrinden biridir zaten ve benim için bütün pisliğine, dilencilerine, kalabalığına rağmen birincidir! Rehberli turlar, keyfinizce gezmeler Meşher’de sizi bekliyor. Salı-Pazar arasında 11-19.00 saatlerinde açık.