#sanatatakyazlıkta tatile çıkamayanların ya da tatile çıkıp da canı film çekenlerin imdadına yetişti ve ‘yaz tatiline çıkan’ filmleri derledi.
Before Sunrise (1995)
Yaz tatili filmlerinin belki de en romantiği Richard Linklater’ın 1995 yılında çektiği, tamamı tek bir gecede geçen bu masalsı aşk filmidir. Viyana’nın büyülü atmosferinin içinde, uzun yıllar aşklarına tanıklık edeceğimiz Jesse ve Celine çifti ile tanıştırır bizi bu film. Kimi zaman sadece eğlenmek ve şanslıysanız bir iki macera yaşamak için çıkılan yaz tatillerinin insan hayatını nasıl değiştirebileceğinin sinema perdesindeki en güzel örneklerinden birine dönüşür Before Sunrise. Üstelik bu değişimin, hiç beklenmedik bir zamanda, hüsranla sonlandığını düşündüğünüz bir tatilin eve dönüş yolculuğuna saatler kala karşınıza çıkabileceğini gözler önüne serer. Serin bir yaz gecesinde, Viyana’nın taş kaldırımlarında yürüyerek tek bir gece geçirirsiniz, sonra herkes evine döner ve sokaklar boşalır. Eve dönüş yolunda, uçağın pencerisine kafanızı koyarsınız ve bir sonraki yaz, bir ömür kadar uzak gelir size. (Burak Kaplan)
Almost Famous (2000)
Tatil planlarının göbeğinde yatan ‘atlayalım arabaya, Avrupa turu yapalım’ fantazisi, bu yol hikayesinde hayat buluyor. Lisede okuyan William Miller, Rolling Stones’a haber yapmak için bir rock grubunu Amerika turunda takip etmeye başlıyor. Yol hikayesinin yanına böylece erkekliğe adım atmak üzere olan bir gencin, bir rock grubu ve groupie’leriyle maceraları ekleniyor. Almost Famous, Avrupa yolculuğuna çıkmayı planlayan fakat kararsız olanlara son bir gaz verebilir. (Arda Karaböcek)
The Talented Mr. Ripley (1999)
Tatil yapamayacak olanlar için en ideal seçimlerden biri The Talented Mr.Ripley. Tom Ripley, hayalini kurduğu yaşama ulaşamayan, oldukça zeki bir sosyopattır. Ripley hayal kırıklıklarıyla dolu hayatının ardından, her şeye sahip olan Dickie Greenleaf’in yanına gönderilir. Ripley, Greenleaf ile yakın arkadaş olur. Fakat bu yakınlık Ripley’e yetmez, Ripley daha fazlasını ister. (Arda Karaböcek)
Jaws (1975)
Bir yaz tatilinde geçen her film insanda denize girme isteği uyandırmayabilir. 1975 yazında, sadece Amity Adası’nın plajlarına terör getirmedi bu Jaws denen büyük beyaz köpek balığı! O yıldan itibaren bu filmi izlemiş herkes suya daldığında kulaklarında John Williams’ın efsane notaları yankılanmaya başladı. Dın dın, dın dın, dın dın, dın dın, dııııın… Steven Spielberg’in Jaws’ının üzerinden tam 40 yaz geçti ve dünyanın pek çok yerinde insanlar, bu film yüzünden denize girerken hala biraz çekinirler. Filmin açılış sekansında, gece vakti çıplak denize giren kızın ardından içkiyi fazla kaçırdığı için suya giremeyip kumsalda sızan delikanlının hikayesi, bize Jaws’ın seyircinin beklentilerindeki yaz tatili filmi imajını yıkacağını henüz ilk dakikalardan anlatır aslında. Bir kaç çılgın seks deneyimi, bir iki yaz aşkı macerası ya da unutulmaz dostluklarla eve dönebilecekleri bir yaz tatili beklemiyordur Jaws’ın karakterlerini. Onun yerine denizin kana bulandığı ve suya her girenin kolunu, bacağını kaptırdığı bir yaz dehşeti bekliyordur onları. Bu sene yaz tatili yapmaya imkanınız yoksa, ve yazı evde geçirmek durumundaysanız, kesinlikle açıp yeniden Jaws’ı izleyin. Tatile gidemediğinize hiç üzülmeyeceksiniz. (Burak Kaplan)
Adventureland (2009)
Üniversitenin bittiği yaz, insanın hayatındaki en zor yazlardan biridir. Yirmili yaşların başındasınızdır, üniversiteye kadar olan kısmı planlamışsınızdır; ama sonrasında ne yapacağınıza, hayatınızın ne yöne gideceğine dair bir fikriniz yoktur. Tıpkı Adventureland’in ana karakteri James Brennan gibi o yaz ne yapacağınızı bir türlü bulamazsınız. Aklınızda büyük bir Avrupa inter-rail seyahati varken, bir anda tüm planlarınız yıkılır ve üç aylığına da olsa “dolaşıp gezeceğim ve kendimi dinleyeceğim” masalları yıkılıverir. Çaresizce kaçmaya çalıştığınız büyüme sancılarıyla baş başa kalırsınız bir anda. İşte tam o yaz, büyümeye başlarsınız. Hayatınızı inşa etmeye, geri kalan yıllarınız için mücadele etmeye girişirsiniz. Avrupa seyahati planları altüst olan James Brennan’ın Adventureland isimli bir eğlence parkında çalışmaya başlamasının hikayesi de; hepimizin hayatında bir kez deneyimlediği ‘o sıkıntılı yazın’ aslında o kadar can sıkmaya değer olmadığını anlatır bizlere. O eğlence parkından alıp götürebileceğimiz, yanımızda geleceğe taşıyabileceğimiz birşeylerin varlığını hatırlatır. (Burak Kaplan)
Im Juli (2000)
Fatih Akın’ın filmi Im Juli, Hamburg’tan Istanbul’a sevdiği kadınla buluşmaya giden Daniel Bannier’ın yolculuğunu konu alıyor. Film Fatih Akın’ın komedi/aksiyon tarzında zirveye çıktığı bir yapım. Başarılı oyuncu seçimlerinin yanında mekanların da ilgi çekici olması filmi oldukça keyifli bir yaz filmi haline getiriyor. Yaz aşkı yaşamak isteyip, henüz yaşamamışlar için ideal seçim Im Juli olacaktır. (Arda Karaböcek)
Vicky Cristina Barcelona (2008)
İspanya’ya taitle giden iki kız arkadaşın hikayesi, Juan Antonio ile tanıştıktan sonra çok daha ilginç bir hale gelir. Woody Allen’ın yönettiği Vicky Cristina Barcelona, tatil fantazilerinin yarım kalması, bir hayalin içerisinde kaldıkça o hayalin kabusa dönüşmesi gibi temaları konu alsa da temposu ve espirileriye hafif bir film olarak kalmayı başarıyor. (Arda Karaböcek)
Stand By Me (1986)
Çocukluk arkadaşlıklarımızın ömrümüzün sonuna kadar süreceğini düşünürüz. Fakat genelde bu hikaye hiç de böyle sonlanmaz. Çocukken kendimizi herkesten çok yakın hissettiğimiz tayfamız yavaş yavaş dağılır. Başka şehirlere taşınırlar, başka okullara giderler ve o hiç bitmeyeceğini sandığımız dostluk sona erer. Stand By Me, bunca yıldır belki de bu yüzden herkes tarafından çok seviliyor işte. Bize çocukluk yıllarımızı hatırlattığı, bizi kendi 12 yaş tayfamızla yaptığımız çılgın yaramazlıklara, evden kaçışlarımıza ve gizli mekanlarımıza götürmeyi başardığı için seviyoruz bu filmi. Her birimize kendi 12 yaş yaz tatillerimizi hatırlatan sıcacık bir yaz filmi Stand By Me. Tayfadaki herkesin son defa birarada olduğu, kimsenin henüz yaz tatiline farklı bir yerde çıkmayı düşünmediği beraber geçirilen ‘o son yazı’ anlatan bir film. (Burak Kaplan)
Little Miss Sunshine (2006)
Little Miss Sunshine, konvensiyonel bir yaz filmi seçimi değil aslında. Ölüm, intihar ve çocuk güzellik yarışması gibi oldukça karanlık konuları işliyor ama bunu çok hafif bir dille yapmayı başarıyor. Pastel renkler, retro bir araba, garip karakterlerden ortaya çıkan durum komedileri filmin içerisinde yer alıyor. Çoğu yol filmi gibi Little Miss Sunshine da bu yaz izlemeye ideal filmlerden biri. (Arda Karaböcek)
Die Hard: With a Vengeance (1995)
Yaz tatilinde geçen bazı filmlerin karakterleri yazın tatile çıkarlar ve bir yerlere giderler, bazıları da şehirde kalırlar. Die Hard: With a Vengeance, yaz tatilinde şehirde kalan meşhur polis memurumuz John McClane’in belki de o gününe dek şehirde geçirdiği en sıcak yaz gününü anlatıyor. Bombacı Simon telefonun diğer ucundan McClane’e “Simon diyor ki” dedikçe, McClane şehrin bir ucundan bir ucuna koşuyor ve sokakları yaz sıcağında kavrulan New York sakinlerini kurtarmaya çalışıyor. McClane filmde hiç dile getirmese de “bu yaz niye sakin bir yerlere gitmedim ki” diye içten içe söyleniyordur muhakkak. Central Park’taki insana kafayı yedirten damacana bilmecesini çözmek ya da üzerinde “zencilerden nefret ediyorum” yazılı bir pankartla Harlem’de yürümek, pek de insanın aklındaki ‘şehirde sıradan bir yaz günü’ imajına sığmıyor ne de olsa! Zaten henüz açılış sekansında, fonda Summer in a City çalarken izlemeye başladığımız bir yaz gününü ‘darmadağın’ ederek sıradanlık arayanlara cevabı baştan veriyor film. (Burak Kaplan)