2000’lerin başından itibaren Türk okuyucusunun Hakan Günday kitaplarının kapak resimlerinde imzasını görerek ismine aşina olduğu çizer Emre Orhun, yaklaşık 25 yıldır yaşamını sürdürdüğü Fransa’da kendine özgü tarzını çizgi roman ve illüstrasyon dünyasına tartışmasız kabul ettirmiş durumda. Çizerle yaptığımız söyleşide kendisini detaylı tanıyıp çalışmalarının esin kaynaklarına değinirken, üretimlerine yansıyan yaşanmışlıkları teknik ve ruhsal faktörlerin ışığında değerlendirdik.
1976 yılında Pekin’de dünyaya gelen Orhun çocukluğunu diplomat olan babasının değişken görev yerleri nedeniyle İsveç, Türkiye, Yugoslavya, Belçika, Norveç gibi farklı ülkelerde sürekli Fransızca eğitim yapan kurumlarda öğrenim görerek geçirmiş. Ergenlik yıllarında ilgi duyduğu Teksas, Tenten, Red Kit gibi çizgi romanlanların yanısıra Marvel Comics kahramanlarını da oldukça büyüleyici bulan sanatçı, o periyotta yaptığı bol canavarlı ve iblisli fantastik resimlerin üzerine biraz çevresinin yüreklendirmesi ile düşse de, aklında birgün profesyonel çizer olmak adına herhangi bir düşünce yokmuş. Lyon şehrinde yüksek öğrenimine başladığı mimarlık bölümünün kendisine göre olmadığını çabucak anlamış ancak ilgi duyduğu sanatsal derslerden faydalanmayı ihmal etmemiş. Mimari bir eseri görmek için 500 km yol kateden arkadaşlarındaki tutkuyu kendisinde bulamayınca aynı şehirdeki Emile Cohl adlı resim okuluna geçiş yapmış.
E.O. : Anatomi – Nü – Boyama gibi çok klasik dersleri içeren bir resim eğitimi ile başladım. Okulun ileriki yıllarında profesyonel mesleklere yönelten branşlaşma dönemi geldiğinde ben Frank Miller’in Sin City’si gibi sıradışı, karanlık çizgi romanların etkisi altındaydım. Okulda hocalarım ve arkadaşlarım sayesinde ufkum da biraz genişledi ve illüstrasyona kaymaya başladım. Büyük ve detaylı resimler yapmaktan zevk alıyordum. Okul bitmeden katıldığım bir illüstrasyon yarışmasında fark edilmem diploma sonrası yaklaşık 10 yıl bu alanda çalışmamda rol oynadı. 7-8 yıl içerisinde 15 adet çocuk kitabı resimledim. Ardından Le Monde ve Libération gibi gazeteler için aktüaliteye dayalı çizimler yapmaya başladım.
Orhun bu çalışmalarının yanında çok daha yeraltında kalan yapıtlara da imza atmış. Çeşitli afiş, mini kitaplar ve fanzinlerde çalışmaları yer alırken kendisi için resim yapmayı da bırakmamış. Tam bu sıralarda esasen yapmak istediği çizgi roman çalışmalarına da hız vermiş. Çok zaman alan ve oldukça zahmetli bir iş olan çizgi romancılık alanında sanatçının bugün 3 adet eseri bulunuyor: Erzsebet (2010), La Malédiction du Titanic (Titanik’in Laneti, 2012) ve Medley (2015).
WDJ : Glénat gibi bir çizgi roman devi iki adet kitabını bastı. Arkasından daha kişisel bir üretim gibi görünen Medley çıktı. Bu çalışmalar üzerine detaylar verebilir misin ?
E.O.: Erzsebet, tarihten bir kişilik olan Kontes Bathory’nin bir arkadaşım tarafından yazılmış hayali biyografisi. Kendisiyle birkaç sayfa hazırlayıp yayın evine gönderdik ve projemiz kabul edildi. Kontratı beklerken oluşan boş zamanda biraz da antrenman yapmak adına Medley’e başladım. Medley’in ilk ve son sayfasını çizdim. İlk sayfada nerede uyandığını bilmeyen bir adamı, son sayfada ise aynı karakterin tekneye binip açık denize doğru uzaklaşmasını resmettim. Bu iki sayfanın arasını karakterin hayatını gelecek ve geçmiş gel-gitlerini esas alarak oldukça doğaçlama ve deneysel bir şekilde doldurdum. Spontan çizdiğim bir hikaye olduğu için günü gününe ne yaşıyorsam o ruh halimi kahramana yansıttım.
Ardından iki yıllık Erszebet çalışması başladı ve yayımlandı. Medley’nin bittiğini hissetmiyordum ve bir devlet bursunun da yardımıyla tekrardan bu projeye eklemeler yapmaya başladım. Bu sırada Erzsebet’in senaristi olan arkadaşım Titanik’in batışının 100. yılı olan 2012’ye yetiştirilebilecek korku-macera bir hikaye ile geldi. Bu projemiz de onaylanınca Medley’ye tekrardan ara verdim ve “Titanik’in Laneti“’ne konsantre oldum. Bu kitabı vaktinde yetiştirmemizin ardından ben tekrar kendi projeme dönerek son rötuşları attım.
“En önemli yeteneğim resme olan ilgimi kaybetmememdi”
WDJ : Teknik ve düşünsel olarak bu yapıtları nasıl anlatırız ve bu karanlık tarz altında yatan psikoloji nedir ?
E.O.: Çizgi romanlarda dünyada Scratchboard olarak bilinen, siyah mürekkep kaplı beyaz bir kartonu kazıyıp ışığı ve gölgeyi detaylı çalışarak ortaya beyaz resimler çıkarttığım nadiren ele alınmış minimal bir teknik kullanıyorum. Çizim tarzım ve dünyaya bakış açım yapıtlarıma tamamen yansıyor. Realist olmak gibi bir niyetim asla yok, bence resim gerçeği yansıtmak zorunda değil. Konu çizdiklerim olunca ben kendimi insanların şekline şemaline, nesnelerin yapısına ve perspektife karar veren merci, yani adeta bir tanrı olarak görüyorum. Ekspresyonizm ve Sürrealizm arasında gidip geliyorum. George Grosz, Otto Dix, Jerome Bosch, Pieter Bruegel gibi isimlere her zaman büyük hayranlık besledim.Kendimi bir korku çizeri olarak görmüyorum ama absürd – grotesk – tuhaf imajları nedenini açıklayamacağım bir şekilde seviyor ve üretiyorum. Neden çiçek veya manzara resimlerinin beni çekmediği hakkında bir fikrim yok.
WDJ : Klişe bir soru olacak ama yetenek-çalışma ilişkisi sende nasıl vuku buldu ?
E.O.: Sanırım en önemli yeteneğim resme olan ilgimi hiçbir zaman kaybetmemiş olmak. Çocuklar genelde resim yapmayı severler. Ortaokuldan sonra son bulan zorunlu resim derslerinin ardından bu erken dönem meşgalesi de rafa kalkar ve yok olur. Ben dersler bittikten sonra da resme devam eden azınlıktanım. Ergenlik dönemimde yeteneğimin oldukça sınırlı olduğunu düşünüyordum ancak sürekli çizerek elimi ve gözümü hep geliştirdim.
Emre & Hakan’dan Kinyas & Kayra’ya
Hakan Günday’ın basılmış kitaplarının biri hariç tümünün kapak resimlerinde imzası olan Emre Orhun şu anda Doğan Kitap için Günday’ın ilk romanı olan Kinyas ve Kayra’yı resimliyor. 2018 sonbaharından önce raflarda olması beklenen yayın hakkında Orhun şimdilik şu detayları verebiliyor :
E.O.: İlkin Kinyas ve Kayra’yı çizgi roman olarak düşledik.Ancak romanın uzunluğunun ve çok fazla macera içermesinin bunu zorlaştırdığını anladık.Birçok olayın es geçilip özet bir çizgi roman yapılması da mantıklı olmazdı. Senin de söylediğin gibi Voyage Au Bout de La Nuit – Gecenin Sonuna Yolculuk’un Tardi tarafından resimlendirilmiş hali bizim için bir referans oldu. Roman, sayfalar arasında yaklaşık 250 illüstrasyonun yer aldığı bir kitaba dönüşecek. Tarz hakkında şu an iki karakterin anlatılarının birbirinden farklı stillerde olacağını söyleyebilirim. Pozitif / negatif kontrastında ilerlemeyi düşünüyoruz.
WDJ : Hakan Günday ile bağından biraz bahsedebilir misin ?
E.O.: Kendisiyle çocukluk yıllarından beri tanışıyoruz, uzak da olsa bir akrabalık ilişkimiz var. Babalarımız da birbirlerini çocukluktan beri tanıyorlar ve bozulmamış bir ahbaplıkları söz konusu. Ergenlik dönemlerimize rastlayan görüşmelerimizde birbiriyle örtüşen zevk ve fikirlerimiz aramızdaki bağın güçlenmesine sebep oldu. Aynı şehirlerde, hatta ülkelerde yaşamadığımız için 14 – 15 yaşlarındayken mektuplaşmaya başladık. O çok daha iyi bir yazar olduğu için Hakan’ın mektupları oldukça uzun ve derinken, benimkiler ise kıt bir Türkçe ile yazılmış kısa metinlerden oluşurdu.
WDJ : Çok özel değilse mektuplaşmaların içeriğini biraz öğrenmemiz mümkün mü ?
E.O.: Gençlik çağındaki insanların birbirlerine aktardığı hislerdi daha çok. Hayaller… Gelecek… Ailelerinin kendilerini sokmaya çalıştığı normlara yaklaşmaktan çok kitaplardan, filmlerden kopmuş serüvenci kişiliklere özenen ruh halleri… Zaten bu mektuplaşmaların sonucu Kinyas ve Kayra’nın başlangıcı ile kesişiyor diyebiliriz. Kitap bizim yazışmalarımızda paylaştığımız veya görüştüğümüzde değiş tokuş ettiğimiz duygu ve düşüncelerin büyük bir kısmını içeriyor. Dolayısıyla şu anda çizim esnasında sık sık geçmişe gidiyorum.
WDJ : Gerçek yaşantınız da öyküye yansıdı mı ?
E.O.: Hakan Günday o iki karakteri ikimizden esinlenerek oluşturdu.Roman tamamen bir hayal ürünü ancak karakterlerin fiziksel görünümlerinden hisleri ve hayata karşı duruşlarına kadar birçok şey o zamanki halimizle birebir örtüşür nitelikte. Ben Kinyas’ım Hakan ise Kayra. Mesela ikimizde de bir bank merakı vardı. Güzel bir bankta oturup insanları incelemek ya da manzarayı seyretmek bir araya geldiğimizde yaptığımız bir faaliyetti. Kitaptaki karakterlerde de bu var…
Emre Orhun’un çizgi romanları henüz Fransızca haricinde bir dile çevrilmiş değil ancak Medley’nin Türkçe yayınlanması için ciddi girişimler mevcut.
Röportajda “Konu çizdiklerim olunca ben kendimi adeta bir tanrı olarak görüyorum.“ diyen Orhun’dan Yunan Mitolojisinden kendisiyle özdeşleştirebileceği bir tanrı karakteri seçmesini istiyor ve Zeus, Poseidon, Ares seçeneklerini sunuyorum.
E.O.: Sanırım hiçbiri.. Ben kesinlikle Hades olurdum !