‘Huzur’da; Aziz İstanbul!
Emirgan’da ‘Son Akşam Yemeği’:
Aşk, meşk, ibadet, mey, ney, Ferahfeza, Nevakar ve dahası…
Mümtaz ve Nuran’ın büyük aşkı mayıs ayında Ada Vapuru’nda başladı.
Yaz boyu, şahane İstanbul dekorunda devam etti.
Şeyh Galip üzerine doktora yapan Mümtaz, amcaoğlu İhsan’ın etkisiyle ‘eski musıkimize’ merak sarmış vaziyette. Nuran, aynı musıkiye aile geleneği nedeniyle yatkın. Yüksek bir repertuarı ve o repertuara can veren çok güzel bir sesi var.
Tepeleri, camileri, türbeleri, serin avluları, fakir sokakları, kenarda köşede unutulmuş şehit mezarları, iskeleleri, çarşıları, sahafları, muhteşem Boğaziçi, Beyoğlu, Talimhane, Emirgan, Kandilli… dip köşe bucak..
Bütün İstanbul, ‘Aziz İstanbul’, şahittir!
Mümtaz ve Nuran çok aşıktı. Birbirlerine. İstanbul’a. İstanbul’un büyük musıkisine.
Kafası karışık Mümtaz, iliklere işlenmiş o büyük soruyu – kimiz biz? Neyiz? Doğu mu? Batı mı? Ne?- bütün yaz, şehri karış karış gezerlerken hem kendine, hem Nuran’a, hem İstanbul’a defalarca sordu.
Nuran, ona, sultaniyegahları, nihavendleri, bayatileri, nevaları… terennüm ederek cevap verdi.
Sonra, yaz bitti.
Aşk pürüzlendi.
Sonbahar geldi.
xxx
Huzur’un, ‘Suad’ başlıklı üçüncü bölümünde roman kişileri Mümtaz’ın Emirgan’daki evinde toplanırlar. Ev sahibi Mümtaz, Nuran, Nuran’ın rindmeşrep dayısı Tevfik Bey, Mümtaz’ın arkadaşları, amcaoğlu İhsan, İhsan’ın karısı. Ve: Neyzen Emin Dede ile Ressam Cemil!
Hepsi bir arada.
Yemek masasının baş kahramanları, kağıtta hindi- kefenli hindi! der ona Tevfik Bey kendine özgü mizahıyla..- ve buz gibi rakı.
İstanbul müziğinin en önemli isimlerinden Neyzen Aziz Dede’nin öğrencisi, Neyzen Emin Dede, gerçek hayattaki kişiliğiyle karşımızda. ‘Ressam Cemil’ adıyla anılan eşlikçisi ise, malum olduğu üzere yine büyük üstadlardan Neyzen Halil Dikmen. Halil Dikmen’in neyzenliğinin yanı sıra Türk Resmi’nin önemli isimlerinden olduğunu da bilmeyen yok herhalde.
Girişteki sohbet faslından sonra Neyzen Emin Dede ve Ressam Cemil ney’lerini çıkarır, Tevfik Bey, kudümünü açmıştır. Emirgan’daki sonbahar akşamı Buhurizade İtri’nin şaheseri ile dolar: Nevakar.
Aynı akşam, finale doğru, Ferahfeza ile taç giyer. İsmail Dede’nin Mevlevi Ayin’i; bu coğrafyada dini müzik üzerine yazılmış bütün eserlerin en birincisi icra edilirken Emirgan’daki evin sofası ‘duanın denizinde çalkalanan büyük bir gemi’ olur.
Devamında… Dede’nin Acemaşiran Yürük Semai, Rumeli Türküleri ve o şahane Gül İlahisi de geçilir.
Müziğe ara verildiği zamanlar; İstanbul, müzik, eski terbiye, mazi, gelecek, talih, ahlak, sanat, hayat, biz, onlar, memleket, ibadet… ve bu minvalde pek çok şey konuşulur. Bütün bunlar olurken, Mümtaz ve misafirleri rakı içerler.
Neyzen Emin Dede hariç.
Zira evet, Dede, ‘sofra nimetlerine düşkündür’ ama asla içmez! Emin Dede’nin konuyla ilgili çok ibretlik bir anısını romandan takip ederek bitirelim yazımızı:
‘Bir akşam Beylerbeyi iskelesinde kahve zannıyla girdiği bir gazinoda pencere kenarında bir müddet denize daldıktan sonra aşka gelmiş, bir ney taksimi yapmış. Siyah gümrah kaşlarının altında iki ocak gibi yanan gözlerini kapayarak çaldığı için yavaş yavaş gazinonun dolduğunu ve ruhani ilhamının sofrasına bir akşamcı kafilesinin toplandığını görmemiş. Onlar da zaten çıt çıkarmadan demleniyor, garsonlar Dede’yi rahatsız etmemek için ayaklarının ucuna basarak gidip geliyorlarmış. Taksim bitip de etrafındaki kalabalığı ve rakı kadehlerini görünce Aziz Dede yerinden fırlamış. Bu hikayeyi her anlatışında şu cümle ile bitirirmiş:
– Erenler öyle bir hicap duydum ki, üç gün evden çıkmadım; bir ay da ehibbaya rast gelmekten korktum.
Bununla beraber Aziz Dede’nin talebesi sofraya oturdukları zaman içki içilmesine itiraz etmedi. Yalnız, ‘Fazla kaçırmayın. Bugün pek coşkunluğum var üstümde… Tevfik Bey’e her zaman rastlanmıyor artık! Sakın Cemil’e de içirmeyin, çalarken şaşırırır…’ dedi.’
Yazının Notları:
1. I have a dream: Bir sponsor bulunsa ve Tanpınar’ın bütün eserleri ve özellikle Huzur, bedava herkese dağıtılsa. Su gibi, ekmek gibi, süt gibi.. Bütünüyle kamu yararına yönelik bir hizmet olarak keşke yapılsa bu iş. Kaldı ki şuna da fitim: Hiç değilse şehir ve ülke ile ilgili karar verici ve uygulayıcı kişilerin ve bu işe gelecekte aday olacakların başucu kitabı olması sağlansa. Hergün mutlaka en az 50 sayfa. Bitince yeni baştan!
2. Niçin? Anlamak için. Neyi anlamak için? Her yönüyle, her şekliyle… İstanbul’u ve Türkiye’yi anlamak için. Bu konuda ufuk oluşturmak için. Kapanmış ufukları yeniden açmak için. Edebiyatla ve şehir, kültür ve tarih sevgisiyle yükselmek için. İnsanı bilmek için. Gurur duymak için. Umut etmek için. Utanmak için. ‘Tüh yazık oldu!’.. demek için… Olsun, zararın neresinden dönülse.. dönmek için!
3. Huzur, harikalar dünyası. Her satırı, ayrı bir şiir. Her sözü, ayrı bir ders. Huzur, bir mücevher! Geleneğin ve geleceğin kutsal mabedi: Huzur!
4. Huzur’suz İstanbul ve Türkiye Tanpınar’ın ‘öğrencisi’, Orhan Pamuk’un, hayattan bile şaşırtıcı olan büyük romanı, Kara Kitap’ta yazdığı, suları çekilmiş Boğaziçi gibi oluyor.
Oldu. Böyle giderse, olmaya devam edecek.
5. Perihan Mağden bir röportajında – mealen- ‘Tanpınar’la ilgili seksen bin sayfa yazıldı. Bu enerji diğer yazarlara ve eserlere de yöneltilmelidir…’ demişti. Hak eden bütün yazarlar ve eserlere enerji ve mesai ayrılmalıdır buna hiç kuşku yok. Lakin Tanpınar’la ilgili seksen bin sayfalık bir külliyat ne yazık ki hala olmadığı gibi, yüzseksenbin sayfa yazılsa, abartmadan söylüyorum: Yine -de- yetmez!
6. Huzur’la ilgili söylenecek söz bitmez. En iyisi şöyle bağlamak: Tanpınar, ‘medeniyet tartışması’nı Klasik Türk Müziği üzerinden sürdürdü. Bunu, o müziğin muhteşem estetiğine ve şerefine dayanarak, yani ondan güç alarak ve elbette ona kendi büyük gücünü katarak yaptı. Klasik Türk Müziği hakikatten de bütün taraflarıyla bir ‘medeniyet tartışması’ için son derece olanaklı ve isabetli bir mecra. Tanpınar gibi bir dehanın bunu keşfetmesi ve işlemesi elbette şaşırtıcı değil lakin, bu işi ‘musıki güzellemesi’ şeklinde almak eksik bir yaklaşım olur. Detay için yerimiz kısıtlı, şu kadarla yetinelim: Azınlık bestekarların Klasik Türk Müziği’ne olan katkıları, bu mecradaki kültürel ve sosyal alışverişin gurur duyulacak noktalarından biri olarak lanse edilir ve bu haklı bir tezdir. Yazımızın son bölümündeki Neyzen Emin Dede’yle ilgili anekdot ise, hiç kuşku yok ki; Tanpınar’ın ‘medeniyet tartışması’nı, neden Klasik Türk Müziği üzerinden sürdürdüğüne dair son derece önemli ve kıymetli ipuçlarına sahip.
7. Sonsöz: 23 haziran Ahmet Hamdi Bey’in doğumgünü. Allah’ın ve hayatın, geleneğin ve geleceğin savunucusu, Türkiye’nin ve İstanbul’un büyük edebiyatçısı ve filozofu A. H. Tanpınar’ı, özellikle de son dönemde olup bitenlerden sonra giderek artan bir hürmet ve özlemle andığımı söylemek isterim. Nur içinde yat hocam. Ellerinden öperim. Bütün kelimelerin, öğrettiklerin için.