A password will be e-mailed to you.

"Eşzamansızlık", Elif Çelebi’nin kendi tecrübesi aracılığıyla hüzün ve neşe arasında karmaşık bir duygu dünyasını açığa çıkardığı kavramsal bir sergi.

Bir sanatçı; kendi hayatına ait bir takım eşyaları, bazı küçük müdahaleler eşliğinde bize sunuyorsa neyi ifade etmek istemektedir? Ahşap bir vitrin, bir ikona kutusu ve bir niş içine projeksiyonla yansıtılan oyuncak imgeleri Elif Çelebi’nin özel hayatına, kendi kişisel tarihine dair küçük bir anlatı inşa etmektedir. Zamana dair bu anlatı, seçilen eşyaların niteliği ve sanatçının onlara müdahale tarzı sonucunda belli bir belleksel-zamansal düzlemde hareket etmektedir. Bu eşyaların kendilerine ait bir zamanı ve o zamanın içinde birikmiş anı parçacıkları saklıdır ve sanatçı dağınık halde bulunan bu bellek izlerini bir galeri mekânında bir araya toplamaktadır. Galeri mekânı; sanatçı için, bu noktada, geçmişi toparlamanın, yakalamanın ve yeniden tecrübe etmenin aracı olmaktadır. Geçmiş zaman (anı parçacıkları), bu eşyaların ve oyuncak imgelerinin içinde saklanmış gibidir. Bu, sadece sanatçıya ait değil, hepimize ait bir dünyadır artık.

Elif Çelebi’nin sergisi, sanatçının kendi tecrübesi aracılığıyla, bizde, hüzün ve neşe arasında karmaşık bir duygu dünyasını açığa çıkaran kavramsal bir sergidir. Gilles Deleuze’den ilham alarak sanatın noolojisi’nden bahsedebiliriz: “algı”, “duygu” ve “kavram” sanat yapıtında iç içe geçer ve bunlardan hiçbirisi diğerine göre ayrıcalıklı bir konumda değildir. İmgenin Düşüncesi olduğu kadar Düşüncenin İmgesi de söz konusudur.

Sanat, imgedeki düşünce ile ilgili olduğu kadar düşünceden de imgeler yaratır ve düşünceler duygulanımlarla iç içe işler. Deleuze, her ne kadar bu düşünceyi sinema bağlamında daha çok tartışsa da, genel olarak sanatların da aynı şekilde çalıştığını biliyoruz.

Elif Çelebi’nin “Eşzamansızlık” başlığı altında sergilediği eşyalar, sanatçı tarafından kavramsal ve görsel bir müdahaleye tabi tutulmuş ve bir galeri ortamına taşınmıştır. Bunlar, artık birer ready-made’tir ve Duchampcı estetik anlayış gereği “sanat olmayan sanat” (Duchamp ready-made’leri için bu tabiri kullanmıştı) statüsüne yükselmiş ve düpedüz sanat haline gelmişlerdir. Burada önemli olan sanatın nesnesi (onun resim mi, enstelasyon mu, video işi mi, vb. olduğu) değildir artık, sanatçının ifade etmek istediği fikir ve duygudur. Noolojik sanat; algılama, duygulanım ve kavramsal düzeyde işler, yoksa yapıtın maddi niteliğinde değil. Aslında, burada söz konusu olan anlam ve nesnenin birbirinin içinde erimesi (füzyon), birbirine yapışmasıdır. Elif Çelebi’nin sergisinde, duygulanımsal ve kavramsal düzey, çok açık ki, belleğe ve kişisel zamana ilişkindir. Zaman, bellek tarafından kayıt altına alınmakta ama belleğin işleyebilmesi için de ampirik malzemeye ihtiyaç vardır: Vitrin, Niş ve İkona Kutusu. Dolayısıyla soyutmuş gibi duran zaman ve bellek türünden kavramlar bütünüyle bedensel, maddi ya da ampirik bir hüviyete bürünür. Bu, günümüz fizikçilerin uzay-zaman çifti olarak evreni kavrama prensipleri ile de örtüşmektedir. Buna göre, sadece canlıların değil tüm bir maddenin (ve madde olmayanın) zamanı vardır: Bir ağacın, bir hayvanın ve bir insanın olduğu kadar, bir taşın, bir gölün, bir kara deliğin de zamanı vardır; bir vitrinin, bir nişin ve oyuncakların da zamanı vardır. Elif Çelebi’nin işleri içinde en hacimli olan, kafese çevrilmiş ve içine kuş yerleştirilmiş bir aile vitrinidir. Bu çalışma, sanki sanatçının yaşamına dair bir sıkışmışlık hissi vermektedir. Kuş, sanatçının kendisi olabilir mi? Belki de. Ama görünen o ki Elif Çelebi, hem psikolojik düzlemde kendi içine hem de sosyolojik düzlemde aile ve toplum içine sıkışmış ve kapanmış her bireyin bir tür alegorisini, geçmiş zamanı ve şimdiki zamanı birbirine bağlayarak, bize sunmakta ve bu sıkışmışlık durumu ve hissi üzerine bizi düşünmeye ve tecrübe etmeye çağırmaktadır.

Diğer bir çalışma, iki gözlü küçük bir ikona kutusu içine yerleştirilmiş bir İsa resmi üzerine, sanatçının sigara içen bir fotoğrafını yerleştirdiği bir kolaj ile bir diğer göze koyulmuş, dijital teknoloji yardımıyla çocukluğuna dair bir hikaye kitabının sayfalarının periyodik olarak gösterilmesinden oluşmaktadır. Elif Çelebi, bir taraftan çocukluğuna dair izleri görünür kılmakta (ki diğer bir çalışmada da projeksiyonla niş içine duvara yansıtılan sanatçının çocukluk çağına ait oyuncaklarını izlemekteyizdir), diğer taraftan da kutsallaştırılmış sanatçı mitolojisine çatmaktadır.

Bu ikisi arasında ne tür bir bağ vardır? En genel düzlemde akla şu tür bir sorunsallaştırma gelebilir: Sanatçı, bizleri, kutsal olanla olmayan arasındaki sınırda düşünce alıştırması yapmaya zorlamaktadır! Sorular peş peşe gelecektir: İsa’nın kutsal portresi üzerinde sigara içen sanatçının oto-portresi, “eros” ve “tanatos” arasındaki belirsiz sınıra mı işaret etmektedir? Kutsallık dediğimiz şey insanlığın çocukluk çağına mı aittir? Yoksa ikonalar, basitçe, çocukluk çağımızdan yetişkinlik çağımıza kadar, ister hayali olsun ister toplumsal düzlemde olsun, bize mutluluk vaat ettikleri için sahiplenilmekte, biriktirilmekte ve saklanmakta mıdır?

Sergi Maçka Sanat Galerisi’nde 2 Nisan-‘5 Mayıs arasında gezileblir.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 15:21:30