Çağrı Saray’ın sanat pratiği hem tek tek hem de bir bütünün parçaları olarak okunabilecek bir kavramsallığa sahip.
Karaköy’deki Galata Özel Rum İlköğretim Okulu, İstanbul’da her gün azalan hafıza mekânlarından biri olarak varlığını sürdürüyor. İçi her ne kadar çocuksuz olsa da döşemeleri, sıraları, kapıları ile bir zamanlar burada çocukların çığlıklar atarak koşturduğunu hayal edebiliyorsunuz. Çağrı Saray 1999-2015 tarihleri arasında ürettiği çalışmaları bu olağanüstü mekânda biraraya getirerek okulun ve kendi hafızasının çok katmanlı bir okumasının yapılmasına fırsat sunuyor. Sanatçı, 15 yılı aşkın bir sürenin pratiğini sergilediği bu mekânın kendine has dokusundan faydalanıp, bunları kimi zaman yan yana kimi zaman ise karşı karşıya getirerek bütün içinde tekliklerini koruyan bir bağlam oluşmasını sağlıyor. Dolayısıyla Saray’ın sanat pratiğinden bir seçki olarak sunduğu bu işler, hem tek tek, hem de bir bütünün parçaları olarak okunabilecek bir kavramsallığa sahip.
Çağrı Saray’ın geçmiş, bugün, hafiza, kolektif bellek, bilinçaltı ve kültürel bellek gibi kavramlar üzerine yoğunlaştığı sergisi, kendisi her ne kadar kişisel bir günlük olarak tanımlasa da, çağdaş Türkiye sanatında özellikle 1990’lardan itibaren sanatçının yaratımında sıklıkla izlediğimiz “bireysel” tınıyı oldukça örtük ve kolektif olan üzerinden okumayı tercih eden bir tavrı örnekliyor. Burada arkasını kişisel olan politiktir klişesine yaslamadan, kişiselliği kolektif hafızayı çağırır nitelikte kullanıyor. Dolayısıyla kendiliğin yansıtılmasından öte, işlerini tanımlarken kullandığı tanıklık çok önemli bir ayrıntı olarak ele alınabilir. Tanıklık, bir tür ayna tutma işlevselliğini akla getirse de, Çağrı Saray’ın işleri sanatçının bu aynada kendini görmeye ya da göstermeye çalışan bir tavırla değil; dışarıdakini de algılamaya ve anlamlandırmaya yönelik kullanıldığı izlenebilir.
Çağrı Saray’ın Galata Özel Rum İlköğretim Okulu’nda biraraya getirdiği işleri bizlere zamanın ruhunu kavrayabilmemiz için bir tür “resimli” rehber niteliğinde aslında; bizim adımıza konuşuyor… Özellikle 2007 tarihli Handke’ye Saygı (Çocuk Olmanın Şarksı) adlı videosu, çocukluk, ilk gençlik travmaları ve dün, bugün, yarın gibi süreçlerin sorgulamalarını akla getiriyor. Wim Wenders’in “Arzunun Kanatları” (1987) filminde kullanılan bu şiiri sanatçı kendi el yazısıyla tekrar yazarak, Handke’nin otobiyografik şiirinden kendi öz portresini çıkarıyor. Çocukluğun dürtülerin peşinden koşan bir tür istek doyurma serüvenine yetişkinliğin kontrollü bilinciyle yeniden ele alınışı bu bir bakıma… “Yaşam denen akışın ortasında durup yeni bir deneyime açılma…” Bilinç eşiğinin düşük olduğu bir dünyadan bilinç dünyasına bakış olarak da okunabilir bu pekala… Sadece bu yapıtta değil, örneğin Bellek Kutuları gibi erken dönem işlerinde eylemler, eylemlerin nedenselliği, objeler ve seslere kulak veriyor sanatçı. Handke’nin bu şiirle yaptığı geçmişe bakma serüvenini Çağrı Saray bu sergide, yerleştirmeleri, videoları, çizimleri, fotoğrafları ve resimleriyle gerçekleştiriyor.
Çağrı Saray’ınbu sergide oldukça dikkat çeken işlerinden biri, “Ticari Olmayan Özgeçmiş” başlıklı anıtsal özgeçmişi… Ticari olmayan sergilerde yer alan işlerinin gösterildiği bu özgeçmiş bir bakıma bu sergideki çoğu işin de daha önce nerelerde sergilendiğini gösteren bir dizin aslında. Bu çalışma ayrıca, sanat üretimi üzerinden yazılı bir otobiyografi olsa da tıpkı sanatçının diğer işlerinde olduğu gibi, salt kendinin değil, sanat ortamının da sanatçı üzerinden bir kesitini çıkartıyor.
Okulun orta katındaki sınıflardan birinde, mekânın orta alanına adeta bir lahit, kutsal olanı muhafaza eden bir form biçiminde yerleştirilen “Bellek Mekanları” isimli seri yer alıyor. 12 resimlik serinin 8’inin sergilendiği bu işler, yakın tarihimize ve toplumsal belleğimize dair hem mimari olarak yapıların imgelerini, hem de birer bellek mekanı olarak aynı bağlamda ele alabileceğimiz nesne ve imgeleri içeriyor. Sessiz, saydam, silik ve adeta bellekteki imgelerin bir varolup bir kaybolan silüetleri gibi okulun içinde boylu boyunca yatan bu resimler gravür olmalarıyla da bu algıyı güçlendiriyor. Bu resimlerdeki bellek mekânları, iktidarın yıkıcı gücünün temsilleri olarak düşünülebileceği gibi, portalleriyle zihnimizde yer eden hafıza mekanlarının az sayıda insanın belleğinde yer etmiş bir yapının içinde sergilenmiş olmasıyla daha da ilginçleşiyor.
Çağrı Saray bu sergisiyle çoğumuzun zihninde yer etmiş anı odalarının çekmecelerini açıyor; kimi zaman uzaktan gelen, kimi zaman ise çok yakın zamanda zihnimize nüfus etmiş imgeleri tekrar tekrar canlandırıyor. Bu anı odalarının derinliklerinde kimi zaman çocukluktan gelen bir cetvel sesi kulağa çınlatırken, kimi zaman ise “Evde Devrim” adlı çalışmada olduğu gibi, yakın dönemde Türkiye’de yaşanan Gezi olaylarını akla getiren direniş sesleriyle dünyanın farklı coğrafyalarından protesto sesleri birleşerek bize onlarca soru sorduruyor.