İnsan ve doğa arasındaki ilişkilerde eşitlik ya da denge kurulmasını beklemek safdillik olur… Yeryüzündeki tür totalitarizmi, insanlar arasındaki üstün gelme mücadelesinin en yıkıcı formlarının -savaşların, soykırımların, terörizmin, sömürünün- toplamından daha korkunç bir ekokırımı ifade ediyor. En küçük böcekten en büyük memeliye bütün canlıları acımasızca yok ediyoruz. Sitelerimizin bahçelerindeki çimlerin arasından baharı müjdeleyen kır çiçeklerine tahammül edemeyip hemen hepsini biçiyoruz ve binlerce canlı türünün evi olmakla kalmayıp şu atmosferde oksijen soluyabilmemizi ve musluğumuzdan su akabilmesini sağlayan ormanları kereste olarak görüyoruz…
27. Selanik Film Festivali’nde gösterilen iki belgesel, sinemanın olanaklarından en iyi biçimde yararlanarak -yıllardır yüzlerce belgeselin yaptığı gibi- insanlığın baş aşağı gidişatına dikkatimizi çekmeye çalıştı. Bunlardan biri festivalin Yeni Başlayanlar yarışmasına seçilen Tomas Elsik imzalı Resilience diğeri Ahtapottan Öğrendiklerim ile En İyi Belgesel Oscarı kazanan Pippa Erlich imzalı Pangolin: Kulu’s Journey. Her iki belgesel de eğrisiyle doğrusuyla kendilerini doğanın sorumlu oldukları parçalarını insandan korumaya adamış olan karakterleri konu alıyor. Her ikisi de soyları insan tarafından bile isteye tüketilmekte olan hayvanlara ve ekosisteme odaklanıyor.
Çekya’da kartal ve orman kıyımı
Yeni Başlayanlar Yarışması’na seçilen ve dünya prömiyerini Selanik’te yapan Resilience’ın (Metanet) yönetmeni Tomas Elsik, Çekya’nın ünlü sinema okulu FAMU’daki kurgu öğrenimini master derecesiyle tamamlamış. Çekya’da biri bataklık bir bölgedeki orman koruyucusu diğeri Ornitoloji Kurumu’nda görevli iki karakterin çalışmasını paralel kurgulayarak anlatmadaki başarısına diyecek yok. Doğa belgesellerinde yaygın olan aralıklı çekimleri ve makro lensleri yerinde ve dozunda kullanarak izleyiciyi konunun içine çeken, öte yandan hem fiziki hem mecazi anlamda büyük resmi görmesini de sağlayan bir mesafe bırakan sinematografisi de çok başarılı.
Pavel bataklık bir bölgedeki su birikintilerinin kurumaması ve onu besleyen çam ormanlarının yok olmaması için canla başla çalışan biri. Yaptığı işi herhangi bir geçim kaynağı olarak değil ekosisteme zorunlu biçimde dahil olmak şeklinde yorumlayan bir idealist. Ormanları kereste olarak gören sisteme karşı elinden fazla bir şey gelmediğini biliyor… İklim krizinin etkisiyle git gide azalan su birikintilerinin kaybını önlemek için doğada bir peyzaj mimarı gibi çalışmasındaki ironiyi kendi de dile getiriyor.
Klara ise bir dedektif ve bir olay yeri inceleme memuru gibi çalışıp soyları tükenmekte olduğu için GPS ile takip edilen beyaz kuyruklu kartalların ve başka canlıların ölümüne yol açan karbofuran zehirini hangi çiftçinin kullandığını buluyor. Karbofuran ABD, Kanada ve AB ülkelerinde yasaklanmış bir böcek ilacı, çünkü çok etkili ve etkisi kalıcı bir zehir. Böcekleri öldürünce onları yiyen hatta onlarla temas eden bütün canlılardan diğerlerine zincirleme olarak geçiyor… İnsanlar için de tehlikeli. En fenası da çok acı verici bir ölüm biçimine yol açması…
Her iki karakterin de çevreyle ilişkileri ve içlerindeki samimi adalet duygusu özellikle etkileyici, ama bu belgeselin sonunda kimse kendini iyi hissetmeyi beklememeli… Gerçeklikten kopmuyor Resilience (Metanet).
En çok kaçaklığı yapılan memeli
Bir yırtıcıyla karşılaştığında tortop olup sırtını ve kuyruğunu kaplayan kalın pulların ardına sığınan bir hayvan pangolin, zırhlı karıncayiyen. Dünya üzerinde en fazla kaçakçılığı yapılan memeli! İnsan tespih böceğinden hallice bir pangolini tutup bir kutuya atıveriyor. Ne ısırabilir ne tırmalayabilir ne zehirleyebilir ne hızlı koşabilir ne ağaca tırmanabilir ne uçabilir ne suya dalabilir…
Değişik bir lezzet tatmak isteyen ve bilimsel hiçbir dayanağı olmayan geleneksel ilaçlara malzeme arayan Asyalılar yüzünden kaçakçılar için kolay lokma. Vietnam ve Çin’de yeterli sayıda kalmamış olmalı ki Afrika’dan yapılıyor kaçakçılığı. Güney Afrika sahillerinde esmer su yosunları arasında dalış yapan James Reed’in bir ahtapot ile kurduğu ilişkiyi konu alan Ahtapottan Öğrendiklerim adlı Netflix belgeseline onunla birlikte imza atan Pippa Erlich bu kez tek başına yönettiği bir başka Netflix yapımıyla Selanik’teydi. Pangolin: Kulu’s Journey (Pangolin: Kulu’nun Yolculuğu) hem yavruyken kurtarılan Kulu hem bakıcısı Gareth açısından bir büyüme öyküsü anlatıyor. Orta yaş bunalımı denebilecek bir dönem geçiren James Reed’in eğitiminden sonra Gareth’ın da insan ilişkilerinde yaşadığı sorunlar nedeniyle bir pangolin üzerinden bağlanma(ma) ve özgürleşme kavramlarını yeniden değerlendirmesini ve rehabilite olmasını izliyoruz…
Ahtapottan Öğrendiklerim doğaya saygılı ama insan odaklı bakışı nedeniyle eleştirilmişti… Aynı eleştiri Pangolin’e de getirilebilir ama bu kez yönetmenin de öğrenci Gareth’ın da hocanın iradesine hayran olduğunu söyleyebiliriz! Henüz küçük olduğu için doğada tek başına sağ kalabileceği 6,5 kiloyu geçmesi için barınağa alınan ve kademeli olarak dışarıya alıştırılan Kulu’nun Gareth’a hiç aldırdığı yok. Aklı fikri esaretten kurtulmakta ve karnını doyurmakta! Gareth’ın kedi köpek sever gibi arada sırtındaki pulları okşayıp onunla konuşması patetik, doğrusu… İnsanın varoluşsal sorunlarının bir hayvanın hayatta kalma içgüdüsüyle kıyaslanınca ne kadar yapay olduğunu bu film -bilinçli mi bilmem- bize gösteriyor. Kulu’nun bir birey olduğuna tanıklık ediyoruz.
Filmdeki bir Afrikalı görevli de Zulu mitolojisinde pangolinin özel yerini anlatıyor. Egzotik de olsa filme renk katan bir öğe… Bir yanda bilinçsizce tüketilirken bir yanda ona şimşek çaktırmak gibi mistik bir güç atfedilmiş olması ve doğal ortamında bir pangolinle karşılaşmanın uğur sayılması en azından Afrika’da korunması için bir etken…