Venedik Bienali’nde bir villayı insan haklarının savunulduğu bir adeta kamusal alana dönüşterecekmişsin. Biraz anlatır mısın?
Ekin Onat: Orası bugüne kadar içinde bir ailenin yaşadığı bir ev olarak kullanılıyordu, sergi sonrasında da öyle olmaya devam edecek. Villa bizim projemizi ağırlamak için boşaltıldı. Biz de evin odalarını, banyosunu, mutfağını vs. olduğu gibi korumak istedik ve işlerimizi ona göre ürettik. Yani izleyici buraya girdiğinde ‘normal’ bir evin içinde dolaşıyormuş gibi olacak fakat içerisi hiç de normal değil.
İnsan hakları, sergimizin ana teması, hem Michal’in hem benim zaten hayatlarımız içinde savaşını verdiğimiz ana mesele. O feminist bir bakışla üretiyor, ben tamamen kendi ülkemdeki faşizan döneme odaklandım. Örneğin salona girdiğinizde Michal’in kullanılmış 25.000 kravat ile kaplanmış mekanında erkek egemen toplumun baskısını hissediyorsunuz. Yemek odasında benim yaklaşık 5000 polis copunu granül haline getirip o malzemeden yarattığım sekiz kişilik bir yemek masası var. Tamir edilir hiçbir yanı kalmayan bu sistemin yıkılıp işe yarar haline getirme metaforu. Gerçek görevlerini unutup, sistemin emri doğrultusunda kendi halkına şiddet uygulamaktan kaçınmayan görevlilerin ne kadar çoğaldığını göz önünde bulundurursak, teşkilatın bir ‘geri dönüşüme’ gereksinimi olduğunu anlamakta zorlanmayız. Yemek masası ve üzerindeki tüm tabak, çatal-bıçak takımları polis üniforması, cop gibi sembolik malzemelerin ‘işe yarar’ hale getirilmesi amacı ile oluşturuldu.
Bunun yanı sıra, sergi sürecinde televizyon odasında video art olarak gösterilecek Üniforma insanlığı öldürür mü? sorusunu sorduğum bir performans gerçekleştireceğim açılışta, cevap ise sonunda görülecek.
-Bu proje yani İnsanlık Pavyonu Venedik Bienali kapsamında mı?
Hayır değil, olamaz da. Bu serginin adı Objection (İtiraz Ediyorum) kelime olarak bile başlı başına bir eylem aslında. Bu yıl Venedik Bienali, sanat sanat içindir demeye karar verdi. Tüm dünyanın bıçak sırtında yaşadığı bu dönemde böyle bir söylemi kabul edip içinde bulunmam imkansız elbette. Bienal süresinde oradayız ama bir parçası değiliz.
-Küratörle çalışmanı bu süreçte Türkiye’deki olup bitenlerin işi nasıl şekillendirdiğinden bahseder misin?
Türkiye’de yaşananlar çok dinamik gelişiyor gibi görünse de temelde baktığımızda aslında her şey çok sistematik ve bir diktatör ülkesinde olması gerektiği gibi yaşanıyor. Yurt dışında bakan kişilere şaşırtıcı görünüyor olabilir ama benim için değil. Bundan yıllar önce önüne geçmezsek neler olabileceğini söylüyorduk, bugün onları yaşıyoruz. Ben ne söylemek istediğimi zaten çok iyi biliyordum, sadece onların zulmü arttıkça bizlerin sözleri daha önem kazandı.
Küratörüm Gillian Fox, Türkiye gerçekleri ile yüzleşti, zaman içerisinde beni, bu sergiyi neden yaptığımı daha iyi anladı. Diyorum ya, dışarıdaki gözler burada gerçekten neler yaşandığını görmüyor, benim de amacım bunu değiştirmek.
-Politik bir iş mi yaptığını yoksa politik olarak işini gerçekleştirdiğini mi söylersin?
Ben sadece neye inanıyorsam onu sanat yoluyla anlatıyorum. Karşı çıkmak politika değil hakkını savunmaktır, kabul etmemektir. Gerçek bir sanat eserinin politik olmama ihtimali yoktur ki… Bir yayanın kırmızı ışıkta durup geçmeye karar vermesi bile politikadır. Politika karar vermek demektir. Gerçek sanatçı, karar verendir.
-Bu ayrım üzerine düşündün mü peki? Politik iş yapmaktan neler anlıyorsun? Ne anlamalıyız?
Mevcut sanatsal araçlarla yaşanan olaylara tepki vermek. İçinden geçilen toplumsal karışıklık dönemlerinde algıyı açıcı, bilgiyi, duyguları geliştirebilen, hakikat üzerinde duran, görülmeyeni gösteren işler. Sürekli tekrarlanan haksızlıklara karşı ses vermek amacım. Yanlış giden çok şey var bunlara kayıtsız kalmayınca politik işler çıkıyor ortaya.
-Bu işi yaptıktan sonra Türkiye’ye dönememek de var mı?
Vazgeçmemek için bu kadar savaş verdiğim ülkeyi bir süreliğine gözden çıkarmış olmak çok ironik. Dönememekten değil, çocuklarımıza hayal ettiğimiz ülkeyi bırakamamaktan korkuyorum. Elbette bu karanlık günler bitecek, elbette davamızda kazanacağız, o zaman başımız dik hepimiz geri döneceğiz.
–Uzun zamandır kadına şiddet üzerine çalışıyorsun. Çağdaş sanatın bu anlamda yani ezilenle ilgili iş üretirken pozisyonu üzerine neler söylemek istersin?
Aslında spesifik olarak kadın değil derdim. Benim meselem ‘İnsan’. Her türlü totaliter, otoriter yönetim sistemine ve bu sistemden doğan eşitsizlikler, haksızlıklar, baskı ve arsızlıklara karşı savaş veriyorum. Evet içinde kadın vardı son sergimde, ondan önce çocuk tacizi, tecavüz ve erken yaşta zorla evliliklerle ilgili iş yaptım ama ondan önce de doğa talanı ile ilgili ‘Hayal Ağacım’ vardı mesela.
Bugün artık sanatın estetik hazdan daha fazla görevi var. Sanatsal yaratımların özgürleştirici, aydınlatıcı, birleştirici gücünü kullanmak gerekiyor. İnsanların zihinlerini ve yüreklerini etkileyecek böylesi bir gücü başka hiçbir alanda bulamazsınız. Kapitalizmin pençesine takılmış hayatların, ondan etkilenerek yıkıp giden yaşamların, gazetelerin, televizyonların, politikacıların üzerini örttüğü gerçeklerin ortaya çıkması gerek. Sanat bunun için çok başarılı bir yol.
-O halde çağdaş sanat dünyayı değiştirebilir?
Farkındalık yaratır, toplumsal sıkıntıların farkında, duyarlı, yaşamın sorumluluklarını bilen bir sanatçı yapıtları ile, bilimin, felsefenin, politikanın ulaşamadığı yerlere ulaşabilir.
-Gezi günlerine dair ve bugüne biraz konuşalım mı? Sendeki dönüşümden? O gün ve bugünlerin arasındaki uçurumlardan kayıplardan acı ve kederden?
Gezi günleri hepimizin hayatında büyük değişiklikler yaptı. Süreç çok umut verici, tetikleyiciydi. Elbette içinde çok da acı vardı, kayıplarımızı yüreklerimize yerleştirdik, haklı mücadelemiz daha da anlamlandı. En kökten değişimi ‘ben’ yerine ‘biz’ için yaşamayı ve üretmeyi öğrenmem oldu. Bir sanatçı olarak görevlerimi, sorumluluklarımı daha iyi algıladım o süreçte. Eşitsizlikler karşısında sokağa çıkan milyonlarca insan cesaret nedir onu gösterdi. Boyun eğmeden, korkmadan, yılmadan mücadele etmeye devam etmezsek, bu uğurda ölen, hırpalanan, yürekleri yanan onca insana ihanet etmiş oluruz.
İtiraz Ediyorum, Ekin Onat ve Michal Cole’ün projesi olarak Campiello S. Vidal adresinde Venedik Bienali sırasında gerçekleşecek. Projeye destek vermek isteyenler Kickstarter‘a başvurabilir.