Ahmet Ergenç, Filistinli sanatçılara yer verdiği serisinin ikinci yazısını Khaled Jarrar’a ayırdı.
Yeni kuşak Filistinli sanatçılar arasında sağlam bir yere sahip olan ve video, fotoğraf, enstalasyon ve heykel gibi birçok mecrayı kullanan Jarrar bir bakıma çağdaş Filistin sanatına hakim olan bütün mevzuları bünyesinde barındırıyor: devletsizlik, resmi bir kimliğin olmayışı, duvarlar, kısıtlanma, gözetim, baskı, yuvaya dönme isteği, sürgünlük hali, askeri rejim, işgal altında yaşam, tecrit, apartheid, kolonyalizm vs.
Jarrar bütün Filistinliler gibi bu can yakıcı mevzuları ilk elden tecrübe etmiş. Filistin’de yaşam her daim ‘olağanüstü hal’ bölgesinde yaşamak demek ama bazı bölgeler daha da olağanüstü. Jarrar da bu bölgelerden biri olan Jenin’de doğmuş. Jenin burada direnişin ve dolayısıyla da devlet şiddetinin en sert yaşandığı yerlerden biri. İkinci İntifada zamanında ‘direnişin başkenti’ olarak anılıyormuş ve halen de Batı Şeria’da İsrail ordusunun en büyük baskı uyguladığı yerlerden biri. Halen gece vakti Jenin’deki kamp basılabiliyor ve askerler keyfi tutuklamalar yapabiliyor; bu baskınların birkaç gencin ölümüyle sonuçlanması da vaka-i adiyeden kabul ediliyor maalesef.
Jenin’de doğup büyümüş olması bu açıdan Jarrar’ın işlerine daha sert bir politik hava hakim olmasına yol açmış. En son sergisi ‘The Hole in Wall’ [Duvar’daki Delik] için galeri mekânına birebir boyutlarda ‘apartheid’ duvarı inşa eden Jarrar, galeriyi dolaşanların duvarla gerçek anlamda yüzleşmelerini sağlamış. Fakat duvarın sonuna ulaşıldığında, bir ümit ışığı beliriyor: 1948 işgali öncesi ‘eksiksiz’ Filistin haritası duvara çekiçle oyulmuş. İnsanlar bu oyuğun içinden geçip, bir nebze ‘özgürlük’ hissine kavuşabiliyorlar. Sergide duvara dair bir diğer işte ise Jarrar duvar üzerinden meçhul biriyle tenis oynuyor. Birbirini göremeyen iki oyuncunun şaşkın kör oyunu, tecridi ve duvarın ikiye böldüğü aile ve insanları ironik bir biçimde anlatıyor. Duvar tabii ki çağdaş Filistin sanatındaki en önemli unsurlardan biri. Eskiden belirleyici olan ‘zeytin dalı ve kuş’ motifinin yerini duvar ve tel örgülerin, yıkık binaların alması aslında Filistin toplumunun geçirdiği feci mecburi ‘dönüşümün’ manidar bir ifadesi.
Jarrar işlerini sadece galeri alanıyla sınırlı tutmayıp kamusal alanda (tabii askeri denetim altındaki Filistin’de böyle bir alan olduğu söylenebilirse) ‘müdahale’ sanatı da icra ediyor. Bundan birkaç yıl önce Batı Şeria’nın en meşhum ‘checkpoint’i Kalandiya kontrol noktasında (bu kontrol noktası yaklaşık iki milyon Filistinli’nin Kudüs’e girmesini engelliyor) görev yapan İsrail askerlerini fotoğraflayıp, yine bu kontrol noktasında sergilemiş. Başka bir ‘müdahale’ işinde ise, ‘olmayan’ Filistin devletine dikkat çekmek için hayali Filistin devlet pulları üretmiş. Berlin Bienali’nde satışa çıkarılan bu pullar halen de internetten satın alınabiliyor. Jarrar da Ramallah’a gelen ziyaretçilerin pasaportlarına bu sembolik / politik pullardan yapıştırıyor. Bu ‘pul’ işi bana Halil Altındere’nin ‘kayıp pulları’nı (‘Kayıplar Ülkesine Hoşgeldiniz’) hatırlattı. Altındere de zorla kaybedilenleri anmak için gözaltında ‘kaybedilenlerin’ portrelerinin yer aldığı pullar üretmiş, görünmez olanlara resmi bir görünürlük kazandırmıştı. Aslında Jarrar ve Altındere’nin (ve aslında diğer Türkiyeli Kürt sanatçıların) işleri arasında bariz bir paralellik var; tıpkı Filistinlilere uygulanan devlet zulmüyle Türkiye’de Kürtlere uygulanan zulüm arasında paralellik olması gibi.
Yine Altındere’nin bir işine (en son sergisindeki ‘mekap’ heykeline) benzer şekilde Jarrar da son sergisinde heykeli yapılmayan gündelik şeylerin heykellerini yapmış. İsrail’in ördüğü duvardan dökülen çimento tozlarını kullanarak yaptığı ‘patlak’ bir futbol topu bunlardan biri. Çocuksu masumiyet çağrışımının ve patlamış toptaki şiddetin bir araya gelmesi çok şey anlatıyor. En büyük hayalinin olağanüstü halden çıkıp olağan bir hayata kavuşmak olduğunu söyleyen Jarrar da maalesef bir önceki yazıda bahsettiğim Nidaa Badwan gibi ‘seyahat hakkı ihlallerine’ maruz kalıyor. İsrail hükümeti daha geçen yaz New York’taki bir panele ve kendi sergisinin açılışına gitmesine engel olmuş. Ama Jarrar da bunu ‘No Exit’ adlı bir performansa çevirip intikamını almış. İktidarın olduğu yerde direniş de vardır, diyen Foucault’yu anarak bitireyim bu yazıyı. Duvarda delikler açmaya devam, inşallah.