Taner Öngür’ü sadece Moğollar ile anmak yersiz olur. 60’lardan bu yana emekçisi olduğu beat, rock, Anadolu pop üzerine onunla sohbete oturmak, konu konuyu açarken sizi kuş gibi hafifletir.
Onunla her muhabbetten yepyeni bilgilerle bezenmiş olarak kalkarsınız. Üstelik, yüzünüz güler. Öngür, uzunca bir süredir yenilenebilir enerjiyi bireysel olanaklarla en ekonomik şekilde günlük hayata nasıl entegre edebileceğimiz üzerine kafa patlatıyor, deneyler deneyimliyor. Şimdi o deneyimleri sizlerle paylaşma zamanı, bu vesileyle Avam ile tanışma günü…
Sarp Keskiner: Avam projesi nasıl doğdu, nasıl bir araya geldiniz?
Taner Öngür: Avam, uzun süredir gerçekleştirmeye çabaladığım bir arzunun sonucu. Kendi şarkılarımı canlı performansla kaydedebileceğim, şarkıları ekleme çıkarma yapmadan sahnede icra edebileceğim bir grup oluşturma arzusu idi bu. Avam sadece bir icra ve kayıt projesi değil ayrıca, bu şarkıları ve müzikal deneyleri, macerasıyla beraber paylaşma isteğimin merkezi.
Bilindiği gibi böyle bir arzuyu hayata geçirebilmek kolay birşey değil; hele yaşadığımız zamanda. Çünkü neredeyse her müzisyenin kafası kendi projeleriyle meşgul ve çoğunun bir başkasına ayıracak yeterli vakti yok. İşte tam ben bunları düşünürken, günün birinde Mert Hallı beni aradı ve bas gitar dersi almak istediğini, ama dersleri ödeyecek parası olmadığını söyleyerek bir teklif yaptı. Elinde bir Yamaha alto saksofon olduğunu ve bir röportajımda askerde saksofon çaldığımı fakat o güne dek alacak para ayıramadığımı okuduğunu söyleyip, saksafona karşı bas dersi teklif etti. Ben de kabul ettim. Bir süre sonra derslere başladık; baktım Mert çok kabiliyetli. Solak ve ne gösterirsem çalışıp çalıyor. Ben de “tamam” dedim. “Dersler bitti, şimdi al şu parçaları, çalış”. Bir süre sonra iş öyle bir noktaya geldi ki, kafamda hayal ettiğim gitar ve bas kompozisyonlarını birlikte gerçekleştirmeye başladık.
Geçen yaz, internetteki müzisyen arama sayfalarından projeme uygun bir davulcu bakınmaya başladım. Ben Kartal’da oturuyorum ve ilk kıstasım, bana yakın bir yerden olmasıydı. Sonunda, benim gibi Kartal’da ikamet eden İsmail Burak Onat’ı buldum ve iyi uyuştuk. Bu uyuşma meselesi benim için çok değerli, çünkü iki müzisyen de benim başkalarınca garip karşılanan deneylerime can-ı gönülden katıldı. Örneğin, Burgazada macerası… Ve Avam, böylece yola çıktı.
6, 7 ve 8 Ağustos’ta Burgazada’da, bir deney veya tatil kampı gerçekleştirdik. Bu üç gün boyunca açık havada, ağaçların altında, güneş enerjisi ile çalışan ampflikatörlerle müzik yaptık, görüntü ve ses kaydettik. Geceleri de müzik aletlerimizin yanında uyuduk.
Sarp Keskiner: Neden Burgazada? 🙂
Taner Öngür: Bilindiği gibi, Adalar’da motorlu araç yasak. Bu durum, özellikle ses açısından çok önemli. Çünkü şehrin en sessiz bölgelerinde bile belli bir seviyede dip gürültüsü var. Yani bir çeşit “ses sisi"… Bu nedenle, şehirdeysek, müzik her zaman dip gürültülerin arasında duyduğumuz, duymak zorunda kaldığımız bir şey.
Burgazada’da, şehirdeyken bizi çaktırmadan rahatsız eden o dip gürültüsü yok ve bu koşul, müziğe sessizlikten başlamak adına harika bir ortam sağlıyor. Mutlak değil ama gerçek sessizlik. Yani sissiz, pussuz ve net görüntülerin hakim olduğu bir lodos havası gibi. Adanın güzelliğinden bahsetmeye ise hiç gerek yok tabii ki… Bir de açık havada müzik yapmak harika bir şey, çünkü seslerin oradan oraya çarparak bozulduğu bir durum yok. Ses ne ise o.
Önemsiz ama sayılası nedenlerden biri de Kartal’dan ulaşımın kolay olması idi. Yaşasın Adalar!…
Sarp Keskiner: Albüm çalışmaları ne durumda peki?
Taner Öngür: Avam ile üç albümlük bir malzeme üzerinde uğraşıyoruz. Bunları sırası ile yayımlamayı düşünüyoruz. Birinci albüm, 1930’lar ve 40’lardan kimi bilinen, kimi kayıp şarkılardan oluşuyor. Örneğin Lüküs Hayat operetinden şarkılar. Bu albüme dair ilk aklıma gelen şarkılar Gece Kuşları, Rampa, Haydi Dostlar Rumba, Hamsi Ça Ça ve Otomobil.
Benim babam bir tekstil işçisi idi. 40’lı yılların sonunda, hafta sonları katıldığı “dansing”lerde fokstrot ve benzeri danslarda usta olduğunu anlatırdı. On dördüme vardığımda, müziğe başlar başlamaz, bana az önce sıraladığım şarkıları çalmamı tavsiye etmişti. Tabii ozamanlar ben Beatles, Yardbirds, Stones gibi grupları dinlediğim için, “ya baba bunlar çok eski şarkılar” diye reddetmiştim bu önerisini. Şimdi babamın isteğini severek yerine getirmeye çalışıyorum. Tabii ki gerçek formatlarını muhafaza ederek, elimizden geldiğince gitar müziğinin tüm olanaklarını kullanarak düzenlemeye çalışıyoruz bu şarkıları…
İkinci albüm ise daha deneysel. Biraz 60’lardaki psikodelik dönemin seslerini ve biraz da progresif denemeleri içerecek şeklinde gelişiyor. Üçüncü albümde, Nazım Hikmet’in son dönem şiirlerinden oluşan besteler yer alacak. Şiirler daha çok bireysel ve insani konulara değiniyor. Nazım’ın bence duygu perdesi yüksek şiirlerini seçmeye çalışıyorum. Bu şiirler için yaptığım bestelere bakacak olursak, parçaların müzikal tarzı seçtiğim şiire göre değişiyor. Caz baladı formatı veya onbeş dakikalık progresif şarkılar söz konusu. Buradan izleyebilirsiniz: Video: http://www.youtube.com/watch?v=7f1oXxK_MJk
Sarp Keskiner: Siz uzun zamandır yenilenebilir enerjiyi günlük hayatınızda kullanıyorsunuz; hatta günlük hayatınızda kullanmakla yetinmeyip kayıtlar ve icra için gerekli teçhizatı çalıştırmak için güneş enerjisinden faydalanıyorsunuz. Bunu ilk ne zaman denediniz. Böyle bir sistemi kurmak herkes için kolay mıdır ve faydası ölçülebilir midir?
Taner Öngür: 2008 Barışarock festivalinde, gönüllü olarak sahne organizasyonunda çalışıyordum. Bir ara, sahnenin arkasındaki jeneratör kamyonunun görevlisi “bana beş kişi lazım” dedi. Neden dedim, “abi mazot yüklememiz lazım” deyince o anda kafamda şimşek çaktı. Barışarock’ta bir yandan küresel iklim değişikliğini protesto ediyorduk, diğer yandan karşı olduğumuzu haykırdığımız sistemin enstrümanlarını bilinçsizce kullanıyorduk. Yani sahnenin enerjisini mazot ile sağlıyorduk, bunu elbette biliyordum ama bu ne yaman bir çelişki idi!
O tarihten sonra, güneş enerjisi (photo voltaik) hakkında ne öğrenebilirsem öğrenmeliyim dedim kendime ve vakit kaybetmeden işe koyuldum. Açıkçası, ilk başlarda terminolojiyi ve işletim sistemini anlamam biraz zor oldu fakat sonraları, işletimi çok kolay ve doğal bir sistem olduğunu fark ettim. Biraz temel elektrik bilgisi, konuyu anlamaya yetiyor.
İlk önce evde sürekli kullandığım Roland Mini Cube gitar ampflikatörü için bir panel almaya karar verdim. Bu ampflikatör, 9 volt – 5 watt enerji ile çalışıyor. İnternette satış yapan bazı güneş enerjisi firmaların sayfalarında buna uygun paneli buldum ve bana 50 TL’ye mal oldu. Sürekli güneş ışığı alan bir nokta tespit edip, paneli de doğru açıda nota sehpasına yerleştirdiğimde ampflikatör gayet sağlıklı bir şekilde çalışıyordu ve ilk denediğimde bu bana bir mucize gibi geldi. Sonra üzerinde düşündükçe, güneş enerjisinin zaten bizim çevremizde hep varolan, açık seçik bir mucize olduğunu fark ettim.
2009 Türkiye 2. Güneş Enerjisi Teknolojileri Fuarı’nda, o zamanlar birlikte çalıştığım Serap Yağız & Suların Uğultusu grubu ile daha sonra yayınladığımız Güneş Şarkıları albümünde yer alacak parçaları içeren bir performans gerçekleştirdik. Türkiye’de bir ilkti bu performans; sahneleme için kullanılan tüm enerji ise güneş enerjisi panellerinden sağlanıyordu.
Güneş enerjisi maceram, bana 1200 TL’ye mal olan başlangıç seti ile devam etti: 85 watt’lık bir güneş paneli, 670 watt bir akü, bir DC – AC çeviricisi ve şarj regülatörü… Olay şöyle: Güneş paneli fotovoltaik olarak ışık enerjisini, 12 veya 24 volt elektrik enerjisine çeviriyor ve buradan gelen (+) ve (-) kablo uçları şarj regülatörüne ulaşıyor. Buradan da aküye gidiyor; aküden ise çeviriciye geliyor. Çeviricide ise bir adet normal 220 voltluk priz var ve bu prizden ihtiyaç olan her yere 220 volt enerji temin ediyorsunuz.
Evimde kullandığım bu seti istediğimiz her yere taşıyıp gitar ampflikatörlerini çalıştırabiliyoruz. Benim balkonumda eski bir masanın ayaklarını kullanarak ürettiğim 120 / 55 cm boyutunda bir güneş panelim var. Masam, ben onu balkon keyfim için kullanırken elektrik enerjisi üretmeye devam ediyor.
Yani kısacası, güneş enerjisi esnek kullanım opsiyonlarına ve yaratıcı fikirlere son derece açık, bireysel ihtiyaçlara göre tasarlabilen bir enerji kaynağı türü. Diğer enerji formlarının, hükümetler ve şirketler tarafından nasıl tepeden inme, baskıcı bir şekilde dayatıldığını düşününce, aynı zamanda sessiz ve devrimci, bir o kadar da demokratik bir sisteme direniş aracı…
Sarp Keskiner: Moğollar haricinde, dünden bugüne gerçekleştirmiş olduğunuz pek çok kayıt, albüm ve proje var. Moğollar’ın da doğa ve gelecek konusunda son derece duyarlı olduğunu düşünürsek, Avam’daki izleğin Moğollar ile gerçekleştirdiğiniz çalışmalardaki izlekten farklılaştığı noktalar neler?
Taner Öngür: Moğollar, bugünü olduğu kadar belirli bir geçmişi de temsil ediyor: 60’lar, 70’ler; Cem Karaca, Barış Manço, Anadolu Pop gibi… Bir de ben Moğollar’ın uçuk, aykırı, deneyci çocuğu olarak kabul ediliyorum, grup içinde. Buna hep saygı duysalar bile zaman zaman ciddiye alınmadığım oluyor; haklı olarak peşinde koştuğum deneylerin, profesyonel bir grup için fırsatlar getirdiği kadar riskler de taşıdığını düşünüyor, diğer elemanlar. Ben de kimseyi fazla tedirgin etmeden, başka formatlarda deneylerimi sürdürmeye çalışıyorum.