Özdemir Asaf’ın gözüne kaçan dünyasını aralamanın vakti. Acıbadem’de geçen çocukluk günlerinden Galatasaray Lisesi’ne, Bebek yıllarına, Şimdi barına, yayıncılıkla geçen günlerine, kalan kâğıtlardan basılan kitaplarına, aralarında Sait Faik, Orhan Veli, Behçet Necatigil, Oktay Akbal, Haldun Taner gibi yazarların bulunduğu dostluklara, hep akıllarda kalan dizelerine doğru CKM’deki Bir Usta Bir Dünya: Özdemir Asaf sergisi vesilesiyle bir yolculuğa çıkmanın tam vakti.
Yaşadığımız hoyrat, acımasız günlere inat, “Tüm dünyayı kucaklamak istedim; kollarım yetişmedi” diyen şairle kucaklaşmanın vakti. El yazması şiirlerinden eşi Yıldız Moran’ın çektiği portre fotoğraflarına, Peyami Safa’nın sigarasını yaktığı âna, Behçet Necatigil’in Asaf’a imzaladığı şiir kitabındaki, “Kardeşim Özdemir Asaf’a, ben gölgedeyim, eser senindir” ifadesinin inceliğine, Haşmet Akal, Ömer Uluç, Fikret Ürgüp, Ali Ulvi çizimleriyle Özdemir Asaf portrelerine, aile fotoğraflarına, imzaladığı kitaplara, bir dönemin edebiyat dünyasının sahiciliğine ve geçmiş İstanbul görüntülerine uzanan bir sergide karşılaşacaksınız Özdemir Asaf’ın dünyasıyla. “Aceleniz var. Sözleriniz var. Paranız eksik, istedikleriniz tamam değil. Tamamlanamayacak da.”* demiş yıllar önce yaptığı bir konuşmada.
Özdemir Asaf’ın dünyasını da sözlerle tamamlamak mümkün değil ama en yakın tanıklarından biri, oğlu Olgun Arun’un anlatımıyla anlamaya çalışmak en iyisi. Önce nasıl bir baba olduğundan başlıyoruz:
BİR GÜN OĞLUM OLURSA….
“Ben 16 – 17 yaşındayken babamı kaybettim, bir yaş büyük abim var, benden üç yaş küçük kardeşim var. Babam babasını çok genç yaşta, yedi yaşında yitirdiği için babasız büyüyor. İçinden de bizim babasız olacağımız günleri düşünerek, bizimle birlikte olduğu zamanlarda belli bir bilgiyi alırken onların doğru olmasına çok özen gösterirdi. Yanlış bilgi, yanlış görgü, yanlış şuur aktaran insanları da çok sert bir şekilde uzaklaştırırdı. Mesela sevdiğimiz bir abimize yapardı, ‘Baba neden yaptın?’ derdik, iki cevap verirdi bize; bir, ‘Anlam için,’ bir de, ‘Bir gün ben olmayabilirim,’ derdi. Yani koruma amaçlı, bilinçlendirme amacına dönük şeyler verirdi. Düşüngü adlı bir şiiri var, o mesela babamın bize karşı nasıl baba olduğunu anlatır. 1947 – 48’lerde yazılmış bir şiir, babamın bütün arşivi, el yazmaları, günlükleri de elimden geçtiği için, ‘Bir gün oğlum olursa’ diye yazdığı başlıklar var. O sıra kızı var ama ‘Bir gün oğlum olursa’ kızından da önce yazdığı şeyler. “Annem sağ olsun bütün kariyerini de bir kenara atarak, doktorların bile hayır demesine rağmen üç tane doğurmuş.
3, 4 YAŞLARINDA BARLARDAYDIK
Bizim babamla birlikteliğimiz şöyle; ben ilkokul birden itibaren abimle birlikte yatılı okudum. İlkokul dönemimiz Moran Lisesi; teyzemin okulu, bayağı iyi bir eğitim ailesi. Cumartesi günleri de yarım gün. Cumartesi bizi okuldan alırlar. Oradan mutlaka bir yerlere gidilir. Gece yarıları eve gelinir, yatılır, kalkılır, Pazar günü evde geçirilir ya da yine bir yerlere gidilir ve Pazartesi günü bizi okula bırakırlar. Bunu kısmen babam kısmen annem yapardı. Biz ortaokula başladıktan sonra yine yatılılığımız devam etti ama ondan sonra biz kendimiz gidip gelmeye başladık. Abim Galatasaray Lisesi’ne girdi, ben Moran’da devam ettim. Sonra Kabataş’tan mezun oldum. Şimdi, dışarda kurulmuş bir hayat var. 60’lı yıllar biraz babamın da çok popüler olduğu bir dönem, bizi dolandırırdı yanında. Ben hatırlıyorum, biz 3, 4,5 yaşlarında barlardaydık. Yani belli yerler vardır ya 18 yaşından küçükler giremez, ben 18 yaşına kadar o mekânlarda yaşadım. 18 yaşından sonra o mekânların çoğuna girmedim gibi. “Bizi çok iyi kollardı. Mesela gidilen mekânlar; Park Otel, Kulis, Papürüs, meyhaneler, biz oralarda, Beyoğlu’nda büyüdük diyebilirim.
BABAM BİZİ LOCAYA BIRAKIRDİ
Bazen babam işi olduğu için sağa sola giderdi, bizi Kulis’e bırakırdı. Hatırlıyorum hafta sonları tiyatroların matineleri olurdu, bizi 3’te bir locaya bırakırdı, 3’te bir oyun, 5’te bir oyun, bazen böyle gece 11’e kadar biz orada locada olurduk, Kulis’ten yemek gelirdi. Tiyatro havası da soluyorduk, ama ben tiyatroyu hiç sevmedim. Tiyatro biraz böyle hayal gücünüze açık ya, varsayımsal bir şey. Ben tabii sahneye yakın üst locada bütün dekorların kurulmasını, kuş bakışı sahneyi gördüğüm için onun inandırıcılığı kalmıyordu. Arka planı da gördüğüm için bana o tiyatroyu yukardan görmüş olmanın verdiği farklı bir algı var, karşıdan baksaydım daha farklı bilinçlenebilirdim o konuda… Böyle geziler var, başlayan, bitmeyen, geceleri sabahlara kadar süren… Bu bahsettiğim mekânlar dışında sanatçıların evlerine yapılan ziyaretler de var. Mesela Bedri Rahmi’nin evine gidilirdi, Aziz Nesin’e gidilirdi, tabii çok küçük olduğumuz dönemler…
BÜYÜK BİR BAHÇE VE MEYVE AĞAÇLARI
70’ten sonra, biraz daha bilincimizin oturmaya başladığı dönemden sonra da babam Bebek’te bir bar açmıştı. Süreç değişti. Zor yıllar onlar, hepimiz için zor oldu, zorluk sırf mekâncılıktan kaynaklanmıyor tabii, Acıbadem’deki konaktan çıkıp apartman yaşantısına dönmek, 14 odalı bir konaktan onca eşyanın dağılması, depolara girmesi, orası satıldı, bölüşüldü. Babam orayı tutmak için bayağı mücadele verdi. Hatırlıyorum, bayağı çürüktü. Üst katlar pek kullanılmazdı, bezlerle örtülü, cevizler toplanır, kurusun diye serilirdi. Büyük bir bahçe, içinde bir sürü meyve ağaçları. Onları hatırlıyorum.
ÇOK ŞANSLIYDIK BABAM BİZE GOOGLE OLDU
Sonra da Bebek’teki hayat daha farklı; apartman ve mekân içinde geçen bir süreç. Bu süreçlerde, babamın yine yazdığı güzel sözlerden biri var, ‘Doğrusu ben kendim her zaman bir zorluk çıkarmanın yolunu bulma ustası olmuşumdur’. “Bizim tabii şanslı olduğumuz bir durum var, Google olmadan önce babam bize Google oldu. Biz şöyle yapardık; bir konu hakkında; sevgi, aşk, dostluk, susmak, söylemek, biz buradan, babam ne demiş diye bakardık. Yuvarlağın Köşeleri derken hakikaten o düşüncenin, yuvarlağın her köşesini betimleyen şeyler bulurduk. Bir yanımızda, eserleriyle bilge bir kişinin olması bize çok büyük bir güven verdi, kendimizi yalnız hissetmedik. Babam, ‘Bir gün olmayabilirim,’ dedi ama kitapları onun varlığını hep devam ettirdi.
ANNEM FOTOĞRAFCILIK YAPAMADIM BİZİ ÇEVİRMENLİKLE BÜYÜTTÜ
Özgün iki sanatçıyla büyümenin yarattığı bir algı vardı. Yakın dostları da o derece özgün insanlardı. “Babam bizi tabii bir mekânın içinde büyüttü, çok küçük yaşlarda, 9 -10 yaşından itibaren insanlarla bir esnaf ilişkisi kurduk. Öyle bir ortamda, 12 – 13 yaşındayken biz barmen olarak, garson olarak çalıştık. Sabah 6’da kapanan bir mekândan bahsediyorum, bu bize bir insan tanıma ortamı verdi. Laboratuvar gibiydi bizim için. Öyle bir ortamda büyümek şanstı, sıkıntıları da vardı ama büyük zenginlik yarattığını düşünüyorum. Bir tür insan sarrafı da yaptı. “Bar babam ölmeden altı ay önce kapandı, başka bir yer açmak üzereydik, tam o açma süreçlerinde hastalık ortaya çıkınca mekâncılık da sona ermiş oldu. Sonrasında üniversite yıllarımızda annemin de çok fazla emeği vardır bizde. Fotoğrafçılığı bırakmıştı, tercümeler yaparak bizi büyüttü. “Babam çok hareketli biriydi; uçar, kaçar, atlar, zıplar… Bir gün arabalı vapurla Üsküdar’dan Kabataş’a ya da Sirkeci’ye geçiyorduk. Tam böyle arabalı vapura bindik, abim de 4 – 5 yaşında, ben de ondan bir yaş küçüğüm, abim ağladı zırladı, bir şey istiyor. Babam dergiciye kitap almaya gitti. O sırada arabalı vapur hareket etti, kapağı kapandı. Babam geldi, uçarak atladı, elleri kan içinde…
BABAM ISLAK BEZ İSTEDİ BİZDEN DÜNYANIN TOZUNU ALMAK İÇİN
“Biz Acıbadem’den Bebek’e taşındığımız vakit, 14 odalı konaktan apartmana, apartmandan bir dükkânın, barın içine doğru giden bir süreç var. Git gide küçülen bir hayat. O hayatın içinde bar da eve benzeyen bir ortamdı. Duvarlarda tablolar. Barın içinde klişe şişeler, bardaklar vardır, bizim barın içinde kütüphane vardı. Babamın yaptığı bir kütüphane, öyle bir tasarlamış ki raflar devriliyor gibi; yamuk, yan, düz değil, içlerinde de kitaplar. Barda otururken karşınızda kütüphane var, kütüphanenin üstünde de bir tane dünya küresi duruyor. O küre kirlenmeye, tozlanmaya başladı. Babam bize, ‘Dünyanın tozunu alın’ diye görev veriyordu. Biz de, ‘Tamam baba, hallederiz’ diyoruz. Yıllar geçiyor, biz yapmıyoruz. Dünya bayağı kirlendi, tozlandı, örümcek ağları filan sarmaya başladı. Babam hâlâ bize, ‘Dünyanın tozunu alın’ diyor. Biz hep sallıyoruz. Böyle üç beş yıl geçti. Dünya böyle kapkaranlık, dünya olduğu belli değil. Bir gün bir baktım babam kalan kırmızı, mavi, siyah boyaları karıştırmış, inceltmeye çalışıyor. ‘Ne yapıyorsun baba?’ dedim. ‘Boya yapıyorum’ dedi. Yarım saat filan karıştırdı. Bir bar taburesi aldı, gitti kütüphanenin önüne koydu. Rafın üzerine çıktı, kirişin üzerine fırçayla, ‘Bana ıslak bir bez verin dünyanın tozunu alayım’ yazdı."
Dünya toz duman içinde dönmeye devam ediyor, acelemiz hiç bitmiyor, yalnızlıklar paylaşılmıyor, insanlar… Kapanış Asaf’ın dizeleriyle olsun:
“Kirli eller daha temiz./ Temiz elli/ Kirli gönüllerden./ Ne dersiniz?”
Bir Usta Bir Dünya: Özdemir Asaf/ Caddebostan Kültür Merkezi/ 23 Ekim’e dek sürüyor.
*Kırılmadık Bir Şey Kalmadı/ Özdemir Asaf/ Yapı Kredi Yayınları.