“Yüzey Fenomenleri” adlı sergisiyle 1 Mart’a kadar The Empire Project’in konuğu olacak Ali Taptık da yazarımız Çağla Gillis’in konuğu…
Bu söyleşiyi yapmam hiç kolay olmadı. Ali Taptık’tan röportaj için bıkmadan usanmadan gün almaya çalıştım. İlk arayışımda bir ay beklemem gerekti sonra birkaç kez yaptığım telefon tacizlerinden sonra ona uygun bir günde görüşmeyi kabul etti. Ve o gün geldiğinde atölyesinin yolunu tuttum. Öncelikle belirtmeliyim ki Ali Taptık, serginin açılışından önce deli gibi her yere röportaj veren, yaptıklarını allayıp pullayıp satan bir sanatçı değil, sergisi ile ilgili bütün cevapları ağzından cımbızla aldığım biri. Yaptığı bunca işe rağmen, işlerinden bahsederken o kadar da büyük işler yapmadığı görüntüsü veriyor, her cümlesinden mütevazılık akıyordu.
Yeni sergisinden önce günlük yaşamı ve yılın kelimesi “Selfie” ile başladık sohbetimize.
Monotonluktan sıkılan biri o… Her gün işe aynı saatte gidip aynı saatte eve dönenlerden özellikle… (Bu kısma biraz gıcık olabilir benden söylemesi) Taptık, her gününün birbirinden farklı geçtiğini, tek bir iş ile uğraşmadığını ve birkaç farklı şapkası olduğunu söyledi. Belli günlerde İTÜ Güzel Sanatlar’da ders vermeye gidiyor, aynı zamanda doktora yaptığı için öğrencilik hayatı yaşıyor, başkalarına yardım ediyor ve fotoğraf çekiyor. Bence kıskanılmayacak gibi değil!
“Selfie” kelimesini çok şirin buluyor ve üstüne uzun uzun yorum yapıyor;
“Bireyin kendini sürekli yaratıcı bir biçimde yeniden tanımlaması gerektiğine 2005’lerde Appadurai, sonra daha geç dönemlerde Susan Buck-Mors buna kuramsal bir şekilde değiniyor. Dünyada insanların çalıştığı aletler, bilgisayarlar ve sosyal medya gibi icralar insanı sürekli kendini tanımlamasını ve yeniden tanımlamasını gerektiriyor. Moda da böyle bir şey. Bu yeniden tanımlama aslında tüketimi de destekleyen değişik bir duygulanım gerektiren, duyguları kullanan bir üretim. Bu otoportreler de, selfieler de bunun bir parçası. Bunun iyi tarafı da daha çok yaratıcılığı ortalıkta görmemiz, yerel ötesi bir yaratıcılıkların birbirini beslemesi.”
Gelelim şu sıralar birçok kişinin elinde gördüğümüz analog makine kullanımına ve yine hiç durmadan fotoğraf paylaşımı yaptığımız Instagram ve orada kullanılan eskitilmiş efektlere. Bu eskiye dönme halini soruyorum Taptık’a. O da analog kullanan biri olarak etrafta bu makineleri görmenin hoşuna gittiğini ama neden kullanıldığının farkında olunması gerektiğini söylüyor.
Yeniliğe her zaman doyurulamayacak şekilde aç olduğumuzu vurgulayan Taptık “Bir şey ana akımlaştıkça alternatifi kıymete binmeye başlıyor. Instagram 2000’lerin başındaki bir estetiğin dijitalleşmiş hali. Şimdi tam tersi yönde bir tarz geliyor. Mesela sinema filmlerinden örnek veriyim; artık daha çok yumuşak yüzeyli, daha fazla ara tonların kullanıldığını görmeye başladık. Onun da filtresi yakında çıkar.” diyor.
Sürekli değişen Türkiye gündeminin ne kadar içinde olup olmadığını da sordum. Taptık olayları bir örüntü içerisinde görüp daha genel bir görüntüye bakmakla ilgilendiğini ve Yüzey Fenomenleri’nde de gündemle hem yakın hem uzak bir ilişki kurduğunu belirtti. Yaptığı işi görsel sanatlardan çok edebiyat ile ilişkilendiren Taptık, fotoğraf çekmeyi kelime toplamaya benzetiyor. Bana çok tatlı gelen bu betimlemeyi daha da açıyor:
“Sözcük dağarcığınızı genişletmek için sürekli kelime topluyorsunuz ve bunlardan da seçtiklerinize eklediklerinizle kurmak istediğiniz anlatıyı git gide şekillendiriyorsunuz.”
Hazır bu yaratım aşamasından bahsederken de çalışırken çok titiz olduğunu, birlikte fotoğraf çektirmek istedikten sonra anladım.
“Bir iki dakika müsaade ver, bir düşüneyim!” diyor ve gerçekten elini başına koyup, gözlerini kapatıp, düşünüyor…
Ben de “Ne düşünüyor acaba altı üstü birlikte fotoğraf çektireceğiz” diye içimden geçirirken o nasıl poz vereceğimizi, nerede oturacağımızı falan düşünmüş meğer. Birkaç dakika ışık ayarlarını da yaptıktan sonra geldi çattı çekim anı… Kaç kez o fotoğrafı çekip sildiğini hatırlamıyorum bile. Onca fotoğraftan sadece bir tanesini beğendi.
O ikimizin olduğu tek fotoğraf da yukarıda. Söyleyişinin sonuna geldiğimiz dakikalarda,
Ben,
-Sizin gibi genç fotoğrafçılardan şimdi kimler var ki?”
O, gerçekten “genç” kelimesinden çok sıkılmıştı. Bir kere çıkmıştı ağzımdan geri dönüşü yoktu. Kelimeyi ortadan kaldırdıktan sonra takip ettiği fotoğraf sanatçıları açıkladı: Batur Gökçeer, Civan Özkanoğlu ve Aslı Narin.
Kısaca kaçırılmaması gereken “Yüzey Fenomenleri”, “Kaza ve Kader” ve “Şaşılacak bir şey yok” serilerinin devamı niteliğinde. Sergide teknoloji, gıda ve bitkiler gibi farklı tema ve kitaplardan görüntülere Taptık’ın ürettiği/alıntıladığı metinler de eşlik edecek. Son olarak her ne kadar işi ya da sergisi hakkında olmasa da bunu da eklemeden edemeyeceğim; asansör gelene kadar kapıda bekleyecek kadar nazik biri!