Zorunlu göçlerin yarattığı sıkıntıları anlatırken, diğer taraftan da ortak barışa, Türk ve Yunanlıların birbirini anlamasına odaklanan bir çizgi roman: Ayvali-Ayvalık
‘Ayvali-Ayvalık’ adlı çizgi romanın tanıtımı, Karaköy Rum Okulu’nda Foti Benlisoy’un moderatörlüğünü yaptığı, Ömer Madra ve Soloúp’un konuşmacı olarak katıldığı panelde gerçekleştirildi. Kitap, Ayvalıklı üç Yunan bir Türk yazarın hikayesinden yola çıkarak geçmişleri ile ilgili çarpıcı bir bakış açısı sunuyor. 2015 yılında Yunanistan’da en iyi çizgi roman ve senaryo ödülü alan Soloúp’un ‘Ayvali-Ayvalık’ kitabı, Fransa’da da yılın en iyi çıkış yapan yabancı çizgi romanları arasında da yer almış. İstos Yayıncılık tarafından basılan grafik roman, kendi tarihimizin acı taraflarından biri olan zorunlu göçlerin yarattığı sıkıntıları anlatırken, diğer taraftan da ortak barışa, Türk ve Yunanlıların birbirini anlamasına odaklanıyor.
Soloúp’un bu çizgi romanı yazmaya karar vermesi, Midilli’ye seyahat etmesiyle başlamış. Vapurda okuyabileceği bir kitap almış. Bu kitap vatanı Ayvali yanı Ayvalık’ı anlatıyormuş. Soloúp, en sevdiği yer olan Ayvalık’taki Yertaş Manastırı’nın yerini hatırlamış. Yunanistan’a döndükten sonra Ayvalık zihnini esir almış ve sürekli Ayvali’yi (Ayvalık) düşünmeye başlamış. Devamlı geçmişini, Ayvali’yi düşünüyor, onunla yatıp kalkıyormuş. Çünkü ataları yani babasının ailesi Ege’de İzmir, Çeşme ve Bayındır çevresinde doğmuşlar. Yani bu toprakların insanları olarak yaşıyorlarmış. Soloúp kitabını basit bir çizgi roman olarak görmediğini, geçmişine dönmesine sebep olan bir roman olduğunu söylüyor. Ailesinin bir kısmının İzmir ve çevresinden olmasına rağmen, ortak tarihi Ayvalık üzerinden kurgulamış ve çizmiş Soloúp. Zaten, romanların konusu, kurgusu da bizlerin hayatından bir parçayı da yansıtmıyor mu? İşte bu parçaları tanıkların hikayelerine dayanarak anlatıyor.
Soloúp, geçmişin hala capcanlı olduğunu belirtiyor. “Ayvalık sizin şehriniz” diyerek halk arasında barış köprüsü olabileceğini düşünüyor. Kitabın içinde dört kitap daha olduğunu söylüyor. Dört kitap demek dört yazar demek aslında. Bu seçimin ortak özelliği Ayvalıklılar. Bu dört kişiden biri, Osmanlı dönemi Ayvalık’ını en iyi tasvir eden yazarlardan Fotis Kondoğlu, ikincisi Amele Taburları sürdüğü 3 bin insan içinden kurtulmayı başaran 23 kişiden biri olan Ayvalıklı öykücü İlias Venezis, bir Türk subayıyla yaşadıklarını anlatan Agapi Venezi-Molivyati ve Giritli Türklerin maruz kaldığı şiddet ve ötekileştirmeyi kaleme alan Ahmet Yorulmaz. Bu dört insanın hikayesini çarpıcı bir şekilde anlatan kitap, Ayvalık’ın geçmiş tarihine tanıklık etmesi açısından çok önemli ve değerli. Tümü savaş öncesi, sırası ve sonrasındaki tanıklığın temsilcileri, sözlü tarihin ileticileri. Kitabın önemli özelliği de, iki farklı bakış açısını ve anlatıyı bir çizgi roman şeklinde anlatmaya çalışması. İçinde iki farklı bakış açısını bulabiliriz: tahmin edebileceğiniz gibi Yunan ve Türk bakışı. Gerçi bu iki bakış açısını yansıttıktan sonra Yunanlılar, Soloúp’u Türkleri koruyan bir anlayışla yazdığı için eleştirirken, Türkler de Soloúp’u, Yunan bakış açısıyla yazdığı için eleştirmişler. Her iki tarafın milliyetçilerine yaranamadığını biraz da acıyla gülümseyerek anlatıyor. Fakat Soloúp’un yapmak istediği şey de, bir arada ortak yaşamın mümkün olduğunu mesajını vermek. Galiba başarılı da oluyor bu mesajı verirken…
Kitabın dört yazarından biri olan İlias Venezis, savaş sırasındaki amele taburlarının sürgünlerini aktarıyor. Ayvalık’tan zorunlu olarak sürgün edilen 3 bin insandan sadece 23 kişi kurtuluyor. Bunlardan biri de, İlias Venezis. Bir tarafta da, Giritli Müslümanlar Türkiye’ye sürülüyor. Bu sürgünleri mesele eden, büyük acı duyan, tepki gösteren duyarlı ve vicdanlı insanların varlığını Soloúp’un çizgilerinden öğreniyoruz. Aklımıza kazınan milliyetçi, ayrıştırıcı söylemin aksine, insanlar yapılanların, yaşanılanların üzüntüsü içinde. Ulusal rekabetin olmadığı bir hikaye ‘Ayvali-Ayvalık’. İşte bu kitap milliyetçilik yerine tam tersini amaca hizmet ediyor, insanları ortak hafıza üzerinden beraber olmaya çağırıyor. Savaşın yakıcılığını, çürümüşlüğünü yaşamış insanların tanıklıklarına başvurarak, resmi tarihin ötesine geçiyor, insanları birlikte olmaya çağırıyor.
Soloúp , kitabın bir bölümünde askerlerin infaz ettiği babanın öldürüldüğü hikayeyi anlatıyor; caminin bombalanırken çocuğun öldürüldüğünü yüzümüze vuruyor. Babanın çocuğunu ve çocuğun babasını kaybetmesi üzerine kurulan iki hikayeyi insani düzlemde birleştiriyor, bizleri bu acı karşısında tekrardan düşünmeye sevk ediyor. Soloúp’un bu hikayelerde anlatmak istediği şey esasında politika değil. Bu okumayı siyaset üzerinden yapmıyor. İnsan ve yaşamı öncelikli kılarak, bize yaşamın, ortak bir tarihimizin olduğu mesajını vermeye çalışıyor. Her iki tarafından acısının olduğunu, “sizleri anlıyorum” ve “yaşananları biliyorum” demek istiyor. Tek bir mahalleden bakarak “evet siz yaptınız” kolaycılığına kapılmadan kendi mahallesindeki yapılanları da cesurca ortaya koyuyor. İşte bu çizgi romanın vermek istediği mesaj da kendine özel hikayelerinde gizli.
Savaşların yarattığı göçlerden dolayı birbirine dolanan hayatlar, acı hikayeler, her iki yakaya da geçiyor, sarıp sarmalıyor. Dolayısıyla bu türden yaşanan acılar, toplumları, halkları zorunlu olarak bir seçim ile karşı karşıya bırakıyor. Soloúp, bu durumu “daha vahşi ve barbar tarafımıza mı”, “başımıza gelen bir felaketten ötekileri suçlayarak mı”, “yoksa ötekini anlamaya çalışarak, kendimizi onların yerine koyup empati yapmaya çalışarak mı köprüler kuracağız” diye soruyor, sorguluyor. Rumların geçmişte yaşadığı yer olan Ayvali ile bugün Giritçe de konuşan Türklerin yaşadığı Ayvalık halklar için önemli bir köprü işlevi görebileceğini ifade ediyor. Soloúp , Ayvalık’ta hala göçmenlerin olduğunu ve Yunancayı konuşmaya devam ettiklerini de ekliyor. Köklerini unutmuyorlar bu insanlar. Mübadil Yunanlarının söylediği şarkıları kaydetmek, topluma iletmek istiyor. Beraber barışçıl ortak yaşam kurulması için elinden gelen çabayı göstereceğini söylüyor. Bu yüzden kitap, önemli ve değerli bir amaca hizmet ediyor.
Seçimimizi her iki halkın beraber barış içinde yaşayacağı geleceğe yapmak gerekiyor diye düşünüyorum. Benzer acılarımızı ötekileştirmeden ortak bir dil yaratarak konuşabilmenin yollarını aramalıyız. Herkes kendi açısından benzer acıları yaşadı ve yaşıyor. Bu kitap ile beraber bizlere de önemli bir görevler düşüyor. Aynı şekilde hem kendi tarihimizi hem de Yunanistan’daki Türklerin tarihini objektif bir perspektiften sorgulamalı ve bu kitaba benzer yayınlar çıkarmalıyız. Hikayeleri insani boyutlarıyla ele almalı, yaşananları tanıklarıyla beraber topluma aktarmalıyız. Çoğunluğumuzun kendi tarihi hakkında pek de bilgisinin olmadığını düşürsek, bu tür çabaların ne kadar hayati olacağını anlayabiliriz. Ötekileştirmeden, milliyetçiliğe teslim olamadan, nefret ve kibre hapsolmadan tamamen insani yönüyle de barışı ve ortak yaşamı ifade edebiliriz. Kısaca kendimizi keşfetmeli, insanların hikayelerine önyargı duymadan önem vermeliyiz.