Veysel Günay’ın kırk yıllık sanat hayatının hemen her döneminden işleri barındıran “Derindeki Manzara” başlıklı sergi vesilesi ile Batı resminde ve Türk resminde manzaranın yeri üzerine söyleştik.
Manzara resminin yaşayan önemli temsilcilerinden Veysel Günay ile birlikte Cennet Kültür ve Sanat Merkezi Sergi Salonu’nda açmış olduğu retrospektif sunumunda sergilenen manzaralarında gezindik. Veysel Günay’ın kırk yıllık sanat hayatının hemen her döneminden işleri barındıran “Derindeki Manzara” başlıklı sergi vesilesi ile Batı resminde ve Türk resminde manzaranın yeri üzerine söyleştik. Veysel Günay, doğduğu ve çocukluğunun geçtiği yerlerle birlikte yaşadığı, etkilendiği yerlere götürdüğü izleyiciye çeşitli sorular yönlendirerek günümüzdeki değişimi de sorgulatıyor. 11 Ocak 2015 tarihine dek Küçükçekmece CKSM Sergi Salonu’nda izlenebilecek olan sergi sanatçının öğrencilik yıllarından günümüze çalışmalarına yer veriyor.
Sizden bahsederek başlayalım mı? Sanat yolculuğunuz, Fransa eğitiminiz, ardından uzun yıllar Ankara’daki yaşamınız ve şimdi de İstanbul?
Trabzon Öğretmen Okulu’nu bitirdikten sonra, o zamanlar tek ve girilmesi çok zor olan Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü’ne girdim. Ana neden resim öğretmeni olmak kadar resim yapmaya devam edebilmekti. Günün koşullarına göre, öğrenme ve beceri kazanma hızının çok yüksek olduğu, somut olarak gözlenebilir ve ölçülebilir nitelikte ciddi ve değerli bir eğitim aldığımızı düşünüyorum. Ankara’da hızlı geçen öğrencilikten sonra devlet sınavını kazanarak Paris’e gittim. Beaux-Arts’da resim çalışmaları, Louvre Müzesi’nde kopya çalışması yanında en önemlisi müzeler, galeriler ve Paris ortamından yararlanmaktı amacım. İnsanlığın ve farklı uygarlıkların bütün dönemlerinden önemli örnekleri bir arada görmek, onları inceleme ve karşılaştırmalar yapma fırsatı bulmak, şaheserlerin orjinallerini görmek önemli olmalı. Ayrıca farklı hoca ve sanatçılarla paylaşma fırsatı bulmak.
Yurda dönüşte, önce Gazi Eğitim’de, daha sonra ise kurucuları arasında yer aldığım Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde çalıştım. 1999’da İstanbul’dan gelen bir daveti değerlendirerek buraya taşınmaya karar verdim. Önce Beykent Üniversitesi, şimdi de İstanbul Aydın Üniversitesi’nde hocalık ve yöneticilik yapıyorum.
Sizin için manzara ne ifade ediyor?
Sadece sizin resminiz açısından değil de daha geniş bir değerlendirmede bulunursanız sanatsal anlatım biçimleri arasında manzarayı nasıl konumlandırır ya da tanımlarsınız?
Sanatta konu bir vesiledir ancak. Asıl olan ondan resimsel biçim ve dil yaratabilmektir. Çevremde ve doğada duygu ve düşüncelerime karşılık gelen ve beni heyecanlandıran ilişkiler yakaladığımda, onlardan resimsel biçimler ve motifler oluşturmaya çalışırım. Bu anlamda manzara, zengin, esnek ve isteyene istediğini sunandır.
Seçtiğim konular yaşadığım yerlerle zenginleşir, çeşitlenir. Ama özellikle ve öncelikle doğduğum ve çocukluğumun geçtiği yerler değişmeyen konumlarımdır. Bu anlamda herkes geçmişini ve özellikle çocukluğunu biçimlendirmez mi? Dikkatle incelenirse, bütün ustalarda bu durum gözlenebilir. Hem de yalnızca resimde değil, bütün dallarda.
Resimsel (pitoresk) bulduğum hiçbir manzara karşısında oturup resim yapmadım. Çalışmalarımı atölyede yapıyorum. Mesele, göze hoş gelmenin ötesinde bir şeydir. Anlık değil, hayatla, duygu ve düşünce ile örtüşme meselesidir. Dil yaratma meselesidir.
Peki Türkiye’ye dönersek primitiflerden günümüze Türk resminde manzaranın karşılığı ve seyri nasıl olmuştur?
Primitiflerden günümüze manzara Türk Resmi’nin ana konularından biri olmuştur. Yalnızca ve özellikle manzara çalışan sanatçılarımız da olmuştur. Bu anlamda dünyadaki genel eğilimlerin dışında değiliz. Ancak, mesele görsel tasvirin dışında, manzarayı bir dil ve üslup yaratma meselesi olarak görebilmektir. Yani, amatörlükten kurtulmak, profesyonelce tavır takınabilmektir.
Manzara için sosyolojik, politik tanımlamalar yapabilir miyiz? Bir durum tespiti gibi algılanması doğru bir yaklaşım olur mu?
Politik, sosyolojik deyince hemen akla sanatın ne anlattığı, ne mesaj verdiği konusu gelmektedir. Sanat anlatmaktan çok hissettiren, sezdiren ve düşündüren bir üretimdir. İnsanoğlunun yaptığı herşey insanı anlatır. İnsanı anlatmak, dil ve atmosfer yaratmaktır. Sanat eseri, yaratılan sanatsal dille bu işi yapar. Resimsel dil ise, okunması en zor olandır. Geçen gün resimlerimi izleyen bir arkadaşım “Kendimi resimlerinizin içinde hissettim.” dedi. Çok hoşuma gitti, mutlu oldum.
Batı ve Doğu manzara resmini incelemiş biri olarak, Doğu ve Batı arasında manzaraya bakış açısından bir farktan bahsedebilir miyiz?
Doğuda (özellikle Çin, Japonya) insan doğayla barışıktır. Ona sevgi ve saygı ile bakar, onu yüceltir. Batı doğaya hükmetmek ister, insanı yüceltir. Bu yaklaşımlar resimlerde de görünür. Doğuda insan figürleri doğanın içinde küçüktür, bir ayrıntıdır, görkemli olmak doğaya aittir. Doğuda manzara resmi hep var olagelmiştir. Batıda onyedinci yüzyıldan itibaren manzara yavaş yavaş resmin konuları arasına girmiştir. Birçok kişi benim bazı resimlerimde doğu resmi tadını bulduklarını söylemişlerdir.
Bu durum yaşamda da karşılık buluyor mu?
Giderek toplumlar ve kültürler birbirlerine yaklaşıyorlar, aradaki sınırlar eriyor, ortak noktalar artıyor. Benzeşmeler artıyor. Karşılıklı etkileşim, alışveriş ve ortaklıklar sanat alanında da gözlemlenebiliyor. Bu, tema kadar dil ve üsluplarda da görülebilir. Ancak yine de bu yakınlaşmalara karşın, özgün eserlerde her zaman, gelenekten gelen, coğrafyadan ve atmosferden gelen doğu batı farkını bulmak mümkündür.
İstanbul’da bu denli kapsamlı ilk serginiz diyebilir miyiz? Sanatın önemli merkezlerinden kabul edilen bir şehirde çalışmalarınızın görünüme çıkması sizin için nasıl tarif edilebilir?
İstanbul’da daha önce de geniş kapsamlı sergiler düzenledim. Ancak, retrospektif nitelikteki ilk sergi Cennet Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki bu sergim oluyor. Bu öncelikle bana bütün dönemlerimden ve serilerden örnekleri uygun bir ortamda bir arada görme fırsatı veriyor. Her sanatçının buna ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Kendimizi önce kendimizin değerlendirmesi. Çevremizle paylaşmamız ayrıca önemli. Halkla paylaşmak, sanat ve kültür ortamı ile, uzmanlarla paylaşmak. Ayrıca çalışmalarımızı sunabilmek, tanıtabilmek.