“Dersim’de çıkan otlar bile bizim kanımızla çıkar.”
1938 Dersim katliamında Dersim’in Ermeni sakinlerinin başına gelenler bugün hâlâ çok fazla bilinmiyor. Murat Kahraman’ın hazırladığı kitap, Dersimli Gregoryan ailesinin nezdinde Dersimli Ermenilerin yaşadığı kıyım ve trajediyi tanıklarla ortak belleğe sunuyor.
Sekiz yıl önce bir 19 Ocak günü alçakça bir saldırıyla aramızdan alınan Malatyalı Ermeni gazeteci Hrant Dink’in anısına…
‘’Hatırladığıma göre yanımdan iki mi üç mü kişi kaçıyorlardı. Ben biraz afacan mıydım neydim. Onlar benden biraz büyüktüler. Bunların arkasına ben de takıldım. Annemi-babamı bırakıp ben de kaçtım. Parmağıma kurşun değmiş. Acı hissetmiyorum. Fakat akan kanı görüyorum. Kaçanlardan Ermeni biri vardı. Adı Setrak’tı. O kaçıp uzaklaştı ve ben bir taşın altına giriyorum. Her taraf çember gibi çevrilmişti. O taşa gelen kurşunların sesi yeminle söylüyorum hala kulaklarımda’’.
1938 Dersim katliamı üzerine bugüne dek çok fazla şey yazıldı; çizildi. 2015, Ermeni Kıyımı’nın 100. Yıldönümü ve aynı zamanda Dersim Tertelesi’nin 77. Yılı.
Geniş anlamıyla tarih denen kavramı düşündüğümüzde ‘38 kıyımının üzerinden sadece 77 yıl geçmiş olduğunu görmek; bu toprakların kadim halklarına yaşatılan zulmün geçmişinin bu kadar yakın bir zaman diliminde yaşandığını idrak etmek yeterince sarsıcı.
Dersim katliamı bugün artık bir sır değil. Ancak Dersim’de yaşayan Ermenilerin katliamda başlarına gelenler bugün bile Dersim’in tüm boyutlarıyla algılanması ve tartışılması kapsamında en az konuşulan konulardan biri.
Dersim- Çemişgezekli yazar Murat Kahraman’ın hazırladığı `Gökyüzünü Kaybeden Kartal` Dersim’de 1938’de yaşanan katliamın ‘bu kayıp’ boyutunu gündeme getiren önemli bir çalışma. Dersimli Gregoryan Ailesinin Anıları altbaşlığıyla sunulan kitap İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Kitap, Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Zımek köyünde yaşayan Gregoryan ailesinin katliam ve sonrasında yaşadıklarını, hayatta olan ve olmayan tanıkların diliyle okurlara ulaştırıyor. Sarkis Gregoryan’ın (Katliamdan sonra değiştirilen adıyla Hıdır Yıldız) günlüğüyle başlayan kitap Dersim coğrafyasına 23 yıl arayla sığdırılmış iki soykırımı (1895 ve 1915) yaşayan ve her ikisinde de bir şekilde kurtulmayı başaran Gregoryan ailesinin 1938’de binlerce Ermeni ailesi gibi yaşadığı trajediyi, parçalanmayı, kimliksizleştirmeyi anlatıyor.
Yazar Murat Kahraman’ın da belirttiği gibi Sarkis Gregoryan’ın ardında bıraktığı günlük başlı başına bir ‘hazine’ değerinde. “Çünkü öldürülenlerin çetelesinin bile tutulmadığı bir yerde yaşanan acının çetelesini tutmak çok daha zor”. Sarkis, o yıllarda henüz küçük bir çocuk. Annesinin defalarca süngülenmesine şahit olan, ailesinin dağılmasını izlemek zorunda kalan ancak buna rağmen yaşama tutunmaya çalışan ufacık bir çocuk. Sarkis Gregoryan’ın anıları, soykırımın sadece fiziki ölümlerle sınırlı olmayıp; kıyımdan kurtulabilenlerin yaşamlarının geri kalanında ağır bir tahribat ve yarayla yaşamak zorunda bırakılması gibi son derece trajik bir bedeli olduğunun kanıtı.
Gregoryan ailesinin Dersim katliamında başına gelenler kitapta Sarkis’in günlüğünün yanı sıra Sarkis’in hala hayatta olan ve Almanya’da yaşayan kardeşi Kevork ile yapılan söyleşi ile bütünleniyor. Dersim soykırımından parmağından aldığı yarayla kurtulan Kevork amcanın yarası daha dün gibi taze.
1938’de beş yaşında bir çocuk olan Kevork amca katliam gününü anlatıyor: “Hatırladığıma göre yanımdan iki mi üç mü kişi kaçıyorlardı. Ben biraz afacan mıydım neydim. Onlar benden biraz büyüktüler. Bunların arkasına ben de takıldım. Annemi-babamı bırakıp ben de kaçtım. Parmağıma kurşun değmiş. Acı hissetmiyorum. Fakat akan kanı görüyorum. Kaçanlardan Ermeni biri vardı. Adı Setrak’tı. O kaçıp uzaklaştı ve ben bir taşın altına giriyorum. Her taraf çember gibi çevrilmişti. O taşa gelen kurşunların sesi yeminle söylüyorum hala kulaklarımda”.
Kevork amca sürgün yolunda hatırladıklarını ise şöyle anlatıyor:
“Bizi kamyona doldurdular. Hozat’tan Elazığ’a gönderdiler. Tabii o zamanlar Elazığ nedir, neresidir bilmiyorduk. Pertek’te bir köprü vardı. Kamyon bu köprünün tam ortasında durdu. Herkes köprüden atılacak diye korktu. Ben babama teselli veriyorum. Babam öldüğü güne kadar benim nasıl teselli verdiğimi anlatıyordu. Bilmiyorum, nereden geliyordu. Bir çocuğun bunu söylemesi kolay olmasa gerek.”
“Benim hala içim Dersim’de” diyor Kevork amca. Hani Hrant Dink de bir vakitler demişti ya, “Evet bu topraklarda gözümüz var ama içine girmek için” diye. Anadolulu bir Ermeni olmak galiba bu his ortaklığını yaşamak demek.
Kevork amca anlatıyor: “Ben her zaman orada, Zımek’te hissediyorum kendimi. Yani bu Allah vergisi çünkü bizim bütün kanımız orada. Hatta benim de kanım damladı orada. Benim annem, babam, dedem bilmem nelerim oranın içerisinde. Orada çıkan otlar bile bizim kanımızla çıkıyor. Sonra biz orada millet olarak gelmiş geçmiş insanlar değiliz. Anlıyor musun? Biz herhalde oradan çıkmışız.”
1895 katliamı, 1915 soykırımı ve nihayetinde 1938 kıyımı… Bu coğrafyanın tüm lanetlerinden sıyrılıp halklarına yaşattığı zulmü, siyasi saiklerle değil sahici bir söylemle kabullenmesinin zamanı geldi de geçiyor.
Bu arada kitabın tüm telif haklarının Dersim’in yaralarının sarılmasına katkıda bulunmak, bu amaçla akademik ve kültürel çalışmaları desteklemek amacıyla kurulmuş olan Royal Vakfı’na bağışlanacağını da ekleyelim.