Şili’den etnik caza yeni bir soluk geliyor. Maianthemus isimli albümlerini Bandcamp üzerinden Temmuz ayında yayınlayan ve gitar/vokal, tabla ve trompet üçlüsünden oluşan Vera Maia, bir aksilik olmazsa Kasım – Aralık aylarında Türkiye’de birkaç konser verecek. Grubun vokalisti ve lideri Macarena ile herkesten önce kim konuştu? Elbette biz…
Kendini tanıtabilir misin?
Adım Macarena Valencia Rocha. 25 yaşındayım… Gerçi bazen 12, bazen de 90 yaşında oluyorum. Bir sanatçıyım, heykel, suluboya resim, çizim yapıyorum, şiir yazıyorum, şarkı besteliyorum, dans etmeye bayılıyorum. Yaratıcı içgüdü işte, geçmişin sanatçıları gibi. Babamın da benim de, küçüklüğümden beri içinde bulunduğumuz sistemin sizi bunun tam tersine yönlendiriyor olması canımızı çok sıkıyor. Profesyonel olarak bağımsız sinema projelerinde oyunculuk ve Vera Maia grubuyla müzisyenlik yapıyorum.
Grubu tanıtabilir misin?
Benim açıklamama göre, biz bugün için ve hatta daha güzel bir gelecek için müzik yapıyoruz. Algınızı keskinleştirmeye yarayan bir müzik, Hindu ve Budist şaman ayinlerinden etkilenen, kendi içinizdeki labirentlerde saklı kalmış olanları bulup, onları kabul etmenizi sağlayan bir müzik. Sadece rahatlamak, ya da iç huzuru bulmak isteyenler için de gayet uygun. “World Music” ya da “Ethnic Jazz” tanımlarına denk düşer. Gitar, vokal, tabla ve trompetten oluşuyoruz.
Müzik yapmaya ne zaman başladın?
16 yaşında şiir yazmaya başladım, bir kısmı ben 18 yaşındayken bir kitapta yayımlandı. Şiirlerim ritmikti ve örtük melodiler içeriyordu, şarkılara dönüşeceklerini her zaman biliyordum. Zaten kafamda vardı, ben de gitarla birkaç denemede bulundum. O dönemde oyunculuk eğitimi alıyordum ve bir atölyede ortaya koyacağımız bir oyun için 3 şarkıyı besteledim. Sonra Şili’de yaşayan çok değerli Arjantinli bir müzisyenden, Silvia Gaudin’den vokal dersleri aldım. 22 yaşındayken kendimi daha iyi tanıyabilmek için bir Vipassana meditasyon dersine başvurdum, sonrasındaysa Şili, Peru, Ekvador ve Kolombiya boyunca seyahat ettim. Bu seyahat boyunca vaktimi hem meditasyon, hem de bulabildiğim her fırsatta müzik yapmak için kullandım. Sokakta, otobüste, restoranlarda, barlarda, festivallerde, nerede bulabiliyorsam çaldım. Şili’ye döndükten sonra artık harekete geçmek gerektiğini düşündüm ve tablacımızla bir EP kaydettik. O dönemde de Şilili bir besteci olan Nicolas Urbina’yla geçirdiğim vakit bir müzik projesinin lideri olmanın ne anlama geldiğini öğretti bana.
Grubun diğer elemanlarıyla nasıl tanıştın?
Psikoloji dersleri aldığım dönemde tablacı arkadaşım Dhani Grimaldo’yla tanıştım, beraber doğaçlama müzik yaptığımız süre boyunca yakın arkadaş olduk. Sadece kendi şarkılarımı çalıyordum. Gururdan çok inattan ötürü başka şarkıları öğrenmeyi reddettim, o yüzden o benim şarkılarımı öğrenmek zorunda kaldı. Şarkı söyleyiş tarzımı beğenince pes etmişti. Yaptığım seyahatin akabinde eve dönünce Suenavida isimli bir projeye katılabilmek için 3 şarkılık EP’mizi kaydettik. Daha o zamandan şarkılara yeni aranjmanlar getirilmesi gerektiği belliydi, orada da trompet ortaya çıktı. Luz Cuadros isimli klarnetçi bir arkadaşımızın büyük bir orkestrayla çalacağı konseri görmek için Thelonious isimli bir caz kulübüne gittik. Orkestranın trompetçisi Adrian Sage’in emprovizasyonları beni benden aldı. Eski caz müzisyenleri gibiydi. Tesadüfen bir iki gün sonra Nicolas’la beraber marketten alışveriş yaparken onunla tekrar karşılaştık ve gruba katılmaya onu ikna ettim! Yapbozun eksik parçası tamamlanmıştı.
Müzikal olarak seni en çok etkileyen isimler kimler?
İlk başta Sufi müziklerinden çok etkilendim sanırım, özellikle Gurdjeff ve filmleri sayesinde. Ama içinde doğaçlamanın bulunduğu her türlü müziğe varım, rap’ten tut da caza kadar. Şaman ayinleri ya da orman “icaro”larındaki kudretli dansların o yumuşak söyleme tarzıyla yarattığı çelişki de hep ilgimi çekmiştir. Çok büyük bir müzik hayranıyım. CocoRosie’deki kızlarla kendimi özdeşleştiririm biraz. Bu “icaro” söyleyenlerden Ioan diye bir kadın var, eşi Carlos del Rio ile beraber bana çok ilham vermiştir bu Meksikalılar. Carlos bana Aero diye bir enstrüman yaptı, konserleri onunla açıyorum. Vibrafon gibi, ama metal bir boru, içindeki rezonanstan çıkıyor müzik. Onun dışında Dead Can Dance, Beatriz Pichi Malen (Arjantin), Luzmila Carpio (Bolivya), Natiruts (Brezilya)… Susheela Raman’ın tablayla gitarı beraber kullanması ve Erik Truffaz’ın Rendez-Vous albümü Vera Maia’yla yapmak istediklerim konusunda önümü çok açtı. Anouar Brahem, Ahmed Jamal, Ibrahim Maalouf, Yusef Lateef, Zakir Hussain, Rudresh Mahanthappa gibi isimlerin de hem kendi geleneklerinin dışına çıkma cesaretini göstermelerine hep hayran kaldım. Ben Santiago’nun banliyölerinde varlıklı bir ailenin tek çocuğu olarak büyüdüm ve ailem tarafından hep dış dünyaya karşı korundum. Bu da beni yaratıcılığımı tetiklemek zorunda bıraktı. 15 yaşında rapçi arkadaşlar edindim ve onlarla beraber soul vokal tarzına meylettim. Hiphop-caz karışımına hayranım, Guru Jazzmatazz, OMG, Brandford Marsalis, Beastie Boys, A Tribe Called Quest, De La Soul, The Herbaliser, Nujabes, DJ Cam, DJ Dela, Kneebody…
Biraz da albümünüzden bahsedelim. Maianthemus isimli ilk albümünüz 7 Temmuz’da Bandcamp üzerinden yayınlandı. Kayıt sürecini anlatır mısın?
Şaşırtıcı bir şekilde gayet kısa sürdü. Santuario Sonico stüdyosunda şahane bir ekiple sadece 2 günde kaydettik. Benim için oraya gidip üzerinde çalıştığımız titiz işi bitirmek çok önemliydi, çünkü ses mühendislerimiz Adolfo ve Prabha çok tatlı ve profesyonel insanlar. Miks süreci biraz daha uzun sürdü, bizim teknik olarak çok şey öğrenmemiz gerekti, her ne kadar daha basit ve prodüksiyondan uzak bir tarz seçmiş olsak bile. Canlıda çaldığımızın kayıtta duyulduğundan daha farklı olmasını istemedim.
Şarkıları nasıl besteliyorsunuz?
Sözleri, vokal melodilerini ve gitarları ben yazıyorum. Hepsi doğaçlamalardan ortaya çıkıp sonradan rötuşlanmış parçalar. Tabla partisyonları tamamen Dhani’ye ait, hangi sesin nereden, nasıl çıkması gerektiğini çok iyi biliyor. Onunla çalışmak benim için çok kolay, çünkü hayata benzer pencerelerden bakıyoruz ve iş müziğe geldiğinde de telepatik bir bağlantımız var gibi hissediyorum. Onun sayesinde Hint müziğiyle ilgili çok şey öğrendim ve çalış tarzına çok büyük bir saygı duyuyorum. Trompetteyse Adrian’a nerede girip nerede çıkması gerektiğine, hangi tempoyu kullanması gerektiğine dair bir kağıt hazırladım. O da bunun üzerinde birkaç düzenlemede bulundu. Adrian müziğe tamamen içgüdüsel bir şekilde yaklaşıyor, dolayısıyla ondan çıkan sesler de çok samimi oluyor. Bestelerin de büyük bir çoğunluğu provalar ve doğaçlamalar sonucunda ortaya çıkmış şeyler zaten.
Grubun ismi nereden geliyor?
“Vera Maia”, hayat Maia’dır, yani bir ilüzyondur, ama varlık Vera’dır, yani gerçektir. Albümün adı olan “Maianthemus” da Maian The Mus, Pleiadian dilinde. Hikayesi de şöyle; beraber seyahat ettiğim Katalan bir arkadaşım Sac-Nicté isimli bir prensese dair bir kitap okuyordu, bu isim de eski İspanyol efsanelerine göre “Mayab’ın beyaz çiçeği” demek. Sonra bana “Maia” demeye başlayınca, etrafımdaki diğer insanlar da böyle hitap etmeye başladılar. Vera’yı da ben seçtim. Slav dillerinde çok popüler bir kelimedir, “gerçek” anlamına da gelir ancak esas manası “Umutlu kadın”dır. Ailemin İskandinav-Rus kökenlerine bir gönderme.
Albüme gelen tepkiler nasıl?
Henüz post-prodüksiyonu bitirmedik aslında, yani fiziksel olarak basıp dağıtmadık. Ama sosyal medya ve Bandcamp’ten aldığımız tepkiler şu ana kadar iyi, doğru yolda olduğumuzu düşünüyorum. Bağımsız, markasız, menajersiz ilerlemek hiç kolay değil, hatta yaptığımız Şili bazında çok garip görülüyor. Kendi istediğimiz müziği yapmak açısından çok işimize geliyor, ancak diğer insanlara ulaşmak açısından çok zor. Yine de internet sayesinde birkaç farklı yerin ilgisini çekmeyi başardık, örneğin Berlin’den bir çift, şarkılarımızdan birini yaptıkları vegan belgeselinin soundtrack’i olarak kullanmak istedi. Geçtiğimiz yıl Deva Premal’ın Miten ve Manose’yle yaptığı konsere davet edildim, muhteşem bir deneyimdi. Menajerleri de ilerde beraber çalışmak amacıyla iletişime geçti benimle tekrardan bu yıl.
Gelecek için planlarınız neler? Yeni kayıtlar, konserler vs.?
İlk planımız Maianthemus’u basıp dağıtmak, sosyal medyada daha aktif olmak ve Santiago’da bir albüm lansmanı yapmak. Bu vesileyle adımızı daha çok duyurup, başka insanlarla da beraber çalışabilmeyi umuyoruz. Görsel konseptimizi de yenileyeceğiz. Senin sayende Türkiye’de de birkaç konser ayarlama ihtimalimiz var! Konserler için trioyu yenilememiz gerekecek, çünkü Adrian ülke dışında. Çok yetenekli bir trompetçi olan Alejandro Pino’yu bizimle çalışmak için ikna etmeye çalışıyorum. Önümüzdeki sene de başka bir ülkede müzik okumayı ve birçok farklı ülkede konser vermek için bir ekip oluşturmayı düşünüyorum. Yeni besteler de var, onların düzenlemesiyle de ilgilenmem gerekiyor. Yeni yeni şeylerle ilgilenmeyi çok seviyorum ve bunu yapabildiğim için de mutluyum. Mesela geçtiğimiz yıl Brahms söyleyen bir klasik müzik korosunda soprano olarak yer aldım.
Vera Maia’ya ulaşmak için: