"Oyunun yazarı Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun, müthiş doğal, samimi, içten ve bizden metnini Sami Berat Marçalı yönetmiş." İlk gösterimini 19. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında yapan Fü, 4-5 Haziran’da İkincikat Karaköy’de izleyicisiyle buluşuyor. Üstüngel İnanç’tan Sanatatak okurları için Fü değerlendirmesi.
İki kız kardeşin hikayesi Fü.
Fü ile Mü’nün. Füreya ve Münevver’in hikayesi. Hayattan yedikleri silleye farklı tepkiler vermiş vefakar ve esrik kardeşlerin hikayesi. Füreya mahallelinin deli gözüyle baktığı, sevdiğinin ölümü sonrası hayata küsmüş bir abla; ama güzel; minare yıkılmış ama mihrap yerinde diyeceğiniz türden; hala seksi, hala huysuz.
Münevver ise, hep Füreya’ya hayran… Biraz kıskanç, evin söz dinleyen iyi kızı; kocası boşayıp gidip, oğlu da yurtdışına yerleştikten sonra tek dayanağı Füreya aslında… Bir aşk ve nefret ilişkisi aralarındaki; birbirlerinin tüm iyi ve kötü yanlarını baştan sona bilseler de, gene de didişmeye son ver(e)miyorlar. Münevver, şişman Füreya daha da kilo almasın diye reçelleri çöpe döküyor. Füreya, Münevver’in para sızdıran oğluna telefonda ayar geçiyor. Çatışıyorlar ama seviyorlar birbirlerini. Yalnızlar.
Bir başka çift: Sibel ve Erkan. Genç sevgililer. 20lerinin başlarındalar; belki o kadar bile değil. Onlar da seviyorlar birbirlerini. Sibel oyuncu olmak için konservatuar sınavlarına hazırlanıyor. Bildiğince, elinden geldiğince, açık “e”leriyle konservatuar sınavları için hazırladığı deneysel performanslarını, izlediği herşeye maço tepkiler veren Erkan’a sergiliyor. Babasından sızdırdığı parayla yaşayan, her fırsatta kız arkadaşını kısıtlamaya çalışan Erkan, sarhoş olunca “senden çocuğum olsun istiyorum” diyecek kadar da seviyor Sibel’i.
Sibel, “deli” Fü’ye bakıcılık yapmak için eve alınınca başlıyor oyun. Ya da bir karşılaşmanın bir başkasının hayatına nasıl yön verebileceğinin hikayesi…
Füreya, eve gelen tüm bakıcılara yaptığı, delilik testi olan “Fü testi”ni başarıyla atlatan Sibel’e, duyarlı ve tecrübeli bir kadının dünyasını açıyor. Ona, gençken aşık olduğu devrimci sevgilisini, beraber çalıştıkları tiyatroyu ve nasıl bir kavga sonrası onu yalnız bıraktığı mitingde öldürüldüğünü anlatıyor. Bir gün “maktulün cebinden telefonunuz çıktı” diye telefonla arandığını anlatıyor. Sevgilisini o gün yalnız bıraktığı için bir daha “hayata” hiç cevap vermediğini aslında…
Fü’nün etksiyile Sibel de kendi içinde bir yolculuğa çıkıyor. Sibel de oyunun başındaki Sibel olmaktan çıkıp, bilinçleniyor. Bir anlamda Füreya’yı da aşıp, sevgilisinin peşinden koşan bir kadın değil, tam tersine sevgilisine yol gösteren; onu eylemlere götürmek üzerine ikna etmeye çalışan bir genç kadına dönüşüyor.
Oyunun yazarı Murat Mahmutyazıcıoğlu’nun, müthiş doğal, samimi, içten ve bizden metnini Sami Berat Marçalı yönetmiş. Yazarın anlatmak istediği çelişkilerin ve güçlü ilişkilerin altını ustalıkla çizdiği sakin bir rejiyle metni öne çıkarmış. Mahmutyazıcıoğlu, metninin içini dramla örüp, sonra etrafını bir fars ve fevkalade diyaloglarla bezemiş. Sonraki eserleri dikkatle takip edilmesi gereken bir yazar.
Yıldız oyuncu hayalleri içindeki umutlu Sibel’de “yırtıcı panter” performansıyla Canan Atalay, “oynadığı Sibel’in mi yoksa kendisinin mi bir artikülasyon sorunu var?” diye düşündürecek derecede kusursuz bir oyunculuk sergilerken; delişmen, Beyoğlu görmüş, içkisini de içen ama örf ve adetlerine bağlı “kazma” sevgili Erkan rolünde, Aziz Caner İnan sizi Beyoğlu’nda her gün rastlayabileceğiniz körkütük sarhoş bir aşığa inandıyor. (Çok da güzel arabesk söylüyor.)
Evin “deli”si, Füreya’yı oynayan Deniz Türkali’yi seyrederken bu kadar mı güzel delirilir diye kızmıyor değil insan… Türkali, büyük bir rahatlık ve ustalıkla; mahallelinin deli dediği, zaman zaman psikiyatri koğuşunu ziyaret eden, şişko ama seksi Fü’yü oynuyor. Yarattığı bu çılgın kadının o kadar çok çağrışımı var ki: Sevim Burak’ın Melek’inden Ümit Ünal’ın Teyzem’ine; Hitchock’un Rebecca’sından Bergman’ın Persona’sına uzanan bir yelpazede bir sürü kadın aslında o… Türkali, bu rol sanki ona özel yazılmışçasına bu ince karaketeri bir tüy gibi taşıyor sahnede.
Sanırım, hakikatli kardeş ve vefarkar anne Münevver’i oynayan Serra Yılmaz’ı daha önce hiç tiyatro sahnesinde seyretmedim . Ne kadar özlemiş tiyatro sahneleri onu. Ne kadar uzun süre mahrum bırakmış bizi meğer!
Münevver geceleri gizli gizli oğlunu arıyor hep. “Oğlum biraz da sen anlat da sesini duyayım” diyor hep; ama cevapsız… “Yeni işten daha çok para gelecek, o zaman daha çok gönderirim” diyor. Bir vazife gibi yaptığı yardım aslında oğlundan gelecek tek bir sevgi sözcüğüne hasreti; azarlanıyor telefonda susuyor, gene arıyor ertesi gün.
Oyunun sonunda, Münevver, “oyuncu adayımız” Sibel’e, Füreya’nın çocukluğunu anlatırken gözlerinden yaşlar süzülüyor. Serra Yılmaz, o anda bizi bildiğimiz, tanıdığımız ya da varlığını bildiğimiz özel ve mümkün olabilecek “zamana” davet ediyor. Anlattığı ise, gözyaşları kadar sahici olan, şimdi kayıplara karışmış Sürreya Plajı’nda bir günün hikayesi.
Bu yazı içindeki hüzne kanmayın ama. J
Fü, müthiş bir zeka ve nükteyle yazılmış çok komik bir oyun. Oyunun başından sonuna kadar büyük kahkahalarla güleceksiniz, ama oyunun sonunda büyük bir düğüm oturabilir boğazınıza.
Annenizi aramak isteyebilirsiniz ya da neden daha çok aramıyorum diye düşünürsünüz belki….
Belki de ararsınız.
Prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan Fü, 4 ve 5 haziran tarihlerinde İkinci Kat Tiyatro’nun Karaköy’deki mekanında seyredilebilir. Önümüzdeki sezon da oynamaya devam edecek.
Not: Bu oyunla bağlantılı olarak Arter’deki Füsun Onur sergisini ve özellikle Ali Kazma’nın Arter’in alt katında gösterilen Füsun Onur’un evini gösterdiği videosunu görmenizi isterim.
Fotoğraflar: Onur Doğman