Perihan Mağden Çilingir Sofrası için “Çilingir Sofrası ilk açık açık gey aşk filmimiz olabilir mi?” başlığıyla bir eleştiri yazdı. Yazıdaki bu iddia da film tarafından sıkça paylaşıldı. Hatta filmin temel halkla ilişkiler malzemesi haline getirildi. Geçtiğimiz haftalarda galası yapılan Çilingir Sofrası muhtemelen hem gişe kaygısıyla hem de güncel siyasi ortamla daha da beslenen homofobinin korkusuyla özel gösterimlerle Kadıköy Sineması’nda gösterilmeye devam ediyor. Peki iddia edildiği gibi gerçekten yerli sinemada bir ilk mi? Belki daha da önemlisi nasıl bir film?
Türkiye’deki dizilerin + kültür ile sınavı
Türkiye TV ve sinema tarihinin eşcinsellikle ya da daha geniş haliyle LGBTI+ kültürle sınavı pek parlak değil. Genelde çeşitliliği kutlamak ve ötekileştirmeyi önlemek için hikayeye dahil edilen karakterlerin küçük görünürlükler sağladığına şahit olsak da bu iyi niyet sonunda genelde homofobiye giden yolun taşlarını örüyordu. İlk kez 1993’te Türkiye’nin ilk yerli pembe dizisi Son Söz Sevginin (Atv) TV tarihinin ilk yerli gay karakterine de ev sahipliği yapıyordu. Karanlık ilişkileri ve uyuşturucuyla sorun yaşayan Cem ile… 10 yıl sonra Kampüsistan (2003) dizisindeki gay karakter birdenbire arkadaş grubundaki bir kızla evlendirilip ikiz babası yapılırken (burası sanki ünlü bir popçumuzun hayatına da çok benziyor), bütün dünyada LGBTİ+ dostluğu üzerine PR kampanyası yürüten ve içeriklerini bu yönde seçen Aşk 101’deki (2020) gay karakterin ilk sezondaki bütün sahneleri kesilip ikinci sezonda zorlama bir heteroseksüel aşka sürüklendiğini gördük. Bir diğer Netflix dizisi Bir Başkadır’daki (2020) lezbiyen çiftin aralarında ne olduğu ancak hissikablelvuku ile sezilecek bir şekilde verildi. Atv’de yayınlanan Kılıç Günü’nün (2010) yönetmeni Osman Sınav ise çıtayı bir üst noktaya çekerek dizinin ilk bölümünde yer alan ve iki erkeği aynı yatakta gösteren sahneye yönelik muhafazakâr tepkiler üzerine kendisini eşcinselleri ahlaksız olmakla suçlayarak savunmaya çalıştı.Yine Atv’de yer alan Bir İstanbul Masalı’ndaki (2003) Emre Karayel tarafından canlandırılan Zekeriya’nın akıbeti de çok farklı olmadı önce dizide bu konunun üstü kapatıldı, tekrar bölümlerdeyse tamamen kesildi. BluTV’nin Alef’inde ise katilin motivasyonu yaşadığı eşcinsel ilişki ile alakalıydı. İkinci sezonda ise “gay and proud” avukatın mahkeme salonundaki itirafına şahit olduk. Huysuz Virjin’in bile yasaklandığı ve sadece karikatürize eşcinsellere ve onların saçma yaz dizilerinde aşağılanmasına yer verilen günümüz televizyonlarına ise değinmeye bile gerek yok.
Yerli filmlerde + kültür
Yerli filmlerde eşcinselliğe bakarsak Acılar Paylaşılmaz’da (1990) Kadir İnanır’ı yatakta bastığı oğlunu önce tekme tokat dövüp filmin sonunda bir zahmet bağrına bastığını görüyoruz. Perihan Savaş’lı TGRT filmi (Peki bu tanıdık geldi mi?) Evlat’ta o zamanki halini tanımakta oldukça güçlük çekeceğiniz Ushan Çakır film boyunca bütün erkeklere arzuyla bakan bir ergen. Ancak filmin sonunda, aslında çok şükür eşcinsel olmadığı, kırmızı rengi çok sevdiği için o renk giyen erkeklere baktığı ortaya çıkıyor. Bunun dışında Dönersen Islık Çal’da (1992) Fikret Kuşkan’ın bir trans bireyi canlandırması dönem için oldukça ileri bir hareket ama filmin afişindeki sloganda yer alan “travesti” kelimesi bugünden bakınca oldukça tüyler ürpertici. Kapıcılar Kralı (1976) ise muhtemelen Türkiye sinema tarihinin ilk eşcinsel çifti. (Filmin dizi adaptasyonu niteliğindeki Bizimkiler dizisinde de benzer şekilde Rutkay Aziz’in canlandırdığı kötü şair ve aynı evi paylaştığı İbrikçi de büyük ihtimalle TV’nin ilk yerli eşcinsel çiftiydi ama asla bu durum deklare edilmedi.)
Gece, Melek ve Bizim Çocuklar (1994), Düş Gezginleri (1992), Dul Bir Kadın (1985) gibi filmleriyle direkt ya da dolaylı olarak + temaların etrafında en sık gezen ilk yönetmen ise Atıf Yılmaz oluyor. Mustafa Altıoklar da + karakterleri ana akım sinemaya çalışan yönetmenlerden. 4. Murat ile Musa Çelebi’yi öpüştürerek beyaz perdede ilk defa yerli bir filmde eşcinsel öpüşme sahnesine yer veren ve tarihi bir karakteri biseksüel tasvir eden İstanbul Kanatlarımın Altında (1996), Salih rolündeki Okan Bayülgen’in en yakın arkadaşının eşcinsel olduğunu öğrendiği anda “Ulan insanın kankardeşi tekerlek olur mu be!” diye homofobik ve trajikomik bir biçimde isyan ettiği Ağır Roman… Tabii aynı dönemde yurt dışında da tablo çok farklı değil. İlk ana akım tamamen eşcinsel temalı film olduğu için yere göğe konulamayan, hatta Oscar alan Philadelphia (1993) bugünün bakış açısıyla ağır homofobi barındırıyor. Dönemin cesur fantastik gençlik dizisi Buffy the Vampire Slayer’da Willow ve Xander karakterlerinden birinin eşcinselliği keşfedeceği senaryonun en başından belli. Ancak dönemin baskısı nedeniyle erkek eşcinselliği daha çok tepki çekeceği için Willow karakterinin lezbiyen olmasına karar veriliyor.
Bir kırılma noktası: Hamam
Türkiye’de 80’ler ve 90’lar boyunca ana akım sinemanın deneysel meraklarıyla ancak kendine yer bulabilen ve eşcinselliği anlatmaktan çok göstermeye yarayan bu filmlerin dışında ilk kez 1997’de Ferzan Özpetek, Hamam ile kalıpları yıkıyor. Tabii Türkiye-İspanya-İtalya yapımı Hamam tamamen yerli ve milli değil. Üstelik tamamen eski İstanbul’da geçmesine rağmen ne Yeşilçam ne yeni nesil yerli sinema kodlarına sahip. Daha çok Türkçe bir İtalyan filmi gibi. Zaten Özpetek de bu fazlasıyla yorucu oryantalist masalı Harem Suare (1999) bir kez daha deneyip tamamen İtalyan sinemasıyla yoluna devam ediyor. Hafızalardaysa filmi duyup ayağa kalkan Hamamcılar Odası’nın “Bu film yalan. Bizim hamamlarımızda asla seks olmaz, zaten erkekler hamamına sadece erkekler girebiliyor.” sözleri kalıyor.
“Çilingir Sofrası” gerçekten ilk mi?
Peki, Türkiye’nin ilk eşcinsel temalı filmi iddiasıyla yola çıkan Çilingir Sofrası yeni bir şey deniyor mu? Aslında yazının buraya kadarki kronolojik incelemesi bu sorunun cevabı niteliğinde. Üstelik Hamam’ı saymasak bile 2000 sonrası çekilen ve Ahmet Yıldız’ın biyografisine de yer veren ve bu yılın en ses getiren yerli filmi Bergen’in yönetmenlerinin elinden çıkan Zenne (2011), Kutluğ Ataman imzalı İki Genç Kız (2005) ve İstanbul Film Festivali’nde Altın Lale alan Ümit Ünal imzalı Aşk, Büyü vs. (2019) de eşcinsel temalı filmler, hatta konusu itibarıyla Çilingir Sofrası’nın Aşk, Büyü vs. ile aynı şablonu uyguladığını, sadece lezbiyenlerin yerine geyleri koyduğunu söylemek bile mümkün. Aralarında ergenlik döneminde aşk yaşanan iki genç orta yaşlarında tekrar buluşurlar. Biri eşcinselliğini en baştan kabul etmiş ve yaşamış, diğeri ise topluma yenilmiş ve mutsuzluktan ölmek üzeredir. Yüzleşmeler yaşanır..
Neden izlemeli?
Çilingir Sofrası ne yazık ki ne sinemada ne de yerli sinemada hiçbir ilke imza atmıyor. Topu topu “kırık bir gençlik hikayesi” diye özetlenebilecek daha önce defalarca işlenmiş bir konuya ve çok çok sık gördüğümüz (skeçlerde bile) biri maskülen biri feminen iki eşcinsel karaktere sahip. İşin ilginç yanı ise filmin en güçlü tarafının tüm bu aşina öğeleri kullanarak ortaya izlemeye değer bir 60 dakika çıkarması. Filmin çoğu bir meyhanede hatta bir masa başında iki kişinin yüzleşmesi ile geçmesine rağmen senaryonun akıcılığı sayesinde izleyiciye asla sıkılmayacağı bir seyir sunuluyor. Üstelik gerilimin içinde yerli yapımlarda benzerine az rastladığımız bir mizah da var ve filmi en çok bu mizah ve başkarakterlerin anıları üstünden izleyenleri 17 yıl öncesine, eski Türkiye’ye götüren nostalji duygusu ayakta tutuyor.
Filmin parlayan yıldızı kesinlikle Ahmet Rıfat Şungar. Rolünün hakkını vermekten fazlasını yapıyor, ona biçilen karakterin bütün katmanlarını hipergerçekçi bir biçimde izleyiciye de yansıtıyor.
Zaaflar
Hamam’daki buram buram oryantalizm (meyhane, danteller, TSM, çiçekçi, rakı kadehleri, topikler…) Çilingir Sofrası’nın da en büyük handikaplarından. Yerli olmasıyla gurur duyan bir filmin amacı bizim reklamımızı bize yapmak olmadığına göre bu fazlasıyla reklam kokan oryantalist yakın planlar, Batı izleyicisi ve festivallere oynayan yapı yerli seyirciyi rahatsız edecek dozda.
Filmi izleten bir diğer yanı da başarılı oyunculuk performansları. Ancak Barış Gönenen’in canlandırdığı Emir Can karakterinde son yıllarda pek çok eşcinsel performansında yer alan bir defo var. Aynı Kulüp dizisindeki Salih Bademci gibi Gönenen’in de feminenlik dozu sürekli ve apansız bir şekilde değişiyor. Role yeterince hazırlanılmadığı için mi yoksa yönetmenler karakterleri karikatürize etmek istediği için mi belli değil. Ancak oyuncular karakterde kalamıyor. Üstelik bu feminenlik ve maskülenlik arasındaki gelgitler hiçbir bağlama da yerleştirmeden yaşanıyor. Karakterler eşcinselden çok ileri seviye bipolara benziyor.
Bunların dışında belki içinde bulunduğumuz ortam için gündeme getirmesi biraz lüks olacak ama gerek yerli gerek yabancı sinemada eşcinsel deneyimlere sadece o gözle bakan ve diğer yönelimleri neredeyse dışlayan bakış açısının artık oldukça demode kaldığını yaratıcıların görmesi gerekiyor. Yukarıda bahsi geçen filmlerin çoğunda tekrar eden derbeder biseksüel karakterin de artık 80’ler ve 90’lar fimlerinde AIDS yüzünden öldürülerek cezalandırılan gey karakterden bir farkı yok. Eşcinsellik üzerinde yaratılan klişeleri şimdi başka yönelimlere taşımayın, biseksüeller de açık fikirliler de panseksüeller de aseksüeller de griseksüeller de vardır sayın senaristler…
Çilingir Sofrası ne ilk ne de son
Son tahlilde görüyoruz ki Çilingir Sofrası ne ilk eşcinsel aşk filmi ne de son olacak. Ama bize Anadolu kültürünün “engin” hoşgörüsü içerisinde görüp görmezden geldiği eşcinselliği ve parçası olduğu + kültürün 2000’lere kadar sinema ve TV’de de kendine benzer şekilde (yani en azından bir şekilde) yer bulabildiğini ve milenyuma bütün dünyayla birlikte giren Türkiye’nin üç aşağı beş yukarı popüler kültürdeki açılımları bir süre Batı ile birlikte sürdürebildiğini hatırlattığı için ona teşekkür edebiliriz. Bugün artık Eurovision’ın bile + dostu tavrından dolayı yayınlanmadığı, “eşcinsellik”, “lezbiyenlik”, “seks” gibi kelimelerin sansürlendiği bir noktada, televizyonda Cübbeli Bilmem Kim Hoca’nın “eşcinsellik zinadan daha küçük bir günahtır” demesinden bile medet umacak haldeyiz. Yani olsa olsa Çilingir Sofrası’na bir insanın sadece insan olmasından doğan hakları temellendirmek için başka hiçbir açıklamaya ihtiyacımızın olmadığını hatırlamamıza bahane olduğu için teşekkür edebiliriz.