A password will be e-mailed to you.

Çocukluk ve ilk gençlik yıllarındaki halini “loner” olarak tarif ediyor, bir başınalığı sevdiğini anlatıyorlar. Sonra starlaşıp hep göz önünde olmaya başlamak bu ihtiyacı değiştirmiyor, hatta belki derinleştiriyor. Fanilerin gözünde çok başarılı, fakat gerçekte arafta bir hayattı Chris Cornell’inki, bu sıkıntı da ona unutulmaz şarkılar söyletti. Gitti.

Çok sevdiğim suların aksine, insanın sığlık yerinde boğuluyorum… İnsan ve düzen konusunda duyduğum daimi sıkıntı son günlerde ilk kez büyük umutsuzluğa dönüştüğünden beri kafamda dönmeye başlayan fikir ve hatıra çorbasından bir kuple bu.

Öğlende uyandım. 18 Mayıs. Bilgisayarı açıp Facebook’a girince, metal camiasının efsane kadınlarından Seyda Babaoğlu’nun paylaşımından Chris Cornell’in öldüğünü öğrendim. Ölümünden duyduğu üzüntüsüne gerçekte arkadaşı değil diye verilen tuhaf tepkilere tepkisini dile getiriyordu Seyda… Sığlığıyla boğan bir öbek insan daha. “Madde olarak temas edemediğimiz hiçbir şey hayatımızda yer alamaz, önemli olamaz, bize güzellik katamaz”, tabii.

Cornell’in nerede, nasıl öldüğünü zerre merak etmediğim gibi bilmeyi de istemediğim için, ölüm biçiminin henüz açıklanmamış olduğu o andan itibaren hiçbir haberi okumamaya karar verdim. Karar değil aslında, öyle bir duruş aldı ruhum.

Sakladığım yalnızca üç beş CD var.  Cornell’ın 1999’da yayınladığı ilk solo albümü “Euphoria Morning” onlardan biriydi. Aradım. Bulamadım. İnip arabaya baktım, yine bulamadım. Çok üzüldüğümü, deli gibi arandığımı zannetmeyin ama. Sadece, hayatımın kırk beşinci yılına madde olarak da taşıdığım çok az sayıda albümden biriydi; hangi aşamada, yolun neresinde düşmüş benden, bilemeyip şaşırdım.

Ölümüne üzüldüğümü de zannetmeyin. Ölüm benim için kötü bir şey olmaktan çıkalı epey oluyor. Sona kalan dona kalır korkusuyla “Sen de mi?” diye teessüf, “Kötülerin hiçbirine bir halt olduğu yok yine” diye küfür ederek çentik atıp geçiyorum. Bir nevi sayman.

Chris Cornell’le, dünyadaki pek çok tanıyanı gibi Soundgarden zamanı MTV marifetiyle tanış olmuştum. Grunge’ın üzerimde dünyanın sonu filmlerinden birinin son sahnesini yaşıyormuşum gibi katatoni etkisi yarattığı günlerdi ve Yüzyıllık Yalnızlık büyüsündeki şarkılardan “Black Hole Sun”ın klibi sürekli dönüyordu. Ses nasıl tek başına bambaşka, herkese özel atmosferler yaratır, nasıl seni alır başka zamanlara, mekânlara taşır… Bunları herkes anlar diye düşünüyor insan ama olmayabiliyormuş, sosyal medyada gördük işte.

Türünün büyük bir müzik şirketiyle anlaşma imzalayan ilk grubu olması bakımından Soundgarden ve onun belkemiği Chris Cornell, Seattle’da doğduğu için Seattle Sound olarak da anılan grunge akımının öncüleri kabul ediliyor. Cornell, Soundgarden’da kurucu, gitarcı, besteci, şarkıcı ve şarkı şairiydi. Solo kariyeri haricinde üç efsane grubu oldu aslında, üçünde de böyle üretkendi: Soundgarden, Temple Of The Dog ve Audioslave.

1987’de ilk EP’sini çıkaran Soundgarden’la, grup 1997’de dağılıncaya kadar beş stüdyo albümü yayınladı. Grup yeniden faaliyete geçip bir iki toplama albüm çıkardı sonra, ancak altıncı ve son stüdyo albümü “King Animal”ı çıkarıncaya kadar (2013) esasen 16 yıllık esaslı bir es vermiş oldu.

Temple Of The Dog bir anma projesi olarak hayat bulmuş, tek albüm yayınlayıp tek konser vermiş bir gruptu. Chris Cornell’ın arkadaşı ve Mother Love Bone grubunun solisti Andrew Wood’un ölümüydü grubun müsebbibi. Temple Of The Dog, en az Soundgarden kadar efsane grunge gruplarından Pearl Jam’in üyeleriyle ortak 1990’da kuruldu, o yılın sonunda tek konserini verdi, 1991’de aynı isimli albümünü yayınladı ve dağıldı. Ta ki 25. yılında albüm yeniden yayınlanana ve bir ABD turnesi için yeniden bir araya gelinene kadar.

Audioslave, Chris Cornell’in yine efsane bir grup olan Rage Against The Machine’in bas gitaristi Tim Commerford, davulcusu Brad Wilk ve gitaristi Tom Morello ile birlikte kurduğu gruptu. Müziği gibi siyasî söylemi de daha köpüklü olan RATM’nin bu iki canlılığını Cornell’in kariyerine taşıdı. 2001-2007 yılları arası zihinsel ve müziksel faaliyet gösteren Audioslave ile birlikte Cornell, Küba’da dev bir halk konseri veren ilk ABD’li rock grubunun sesi olma mutluluğuna erişti. Yani, mutlu olduğunu tahmin ediyorum, yanılıyor olma ihtimalim var mı?

Cornell’in, Soundgarden’la yayınladığı hayatının ilk LP’si “Ultramega OK”den, yani 1988’den bu yana, saymayı istersem başarabileceğim ama hiç istemeyeceğim çoklukta, çeşitli insanlarla ve farklı mecralarda da projeleri oldu. Başarı nihayetinde göreceli ve benim göreler genele uymayabiliyor. Koskoca James Bond‘a şarkı yaptı mesela, ama Bond, bir Soundgarden şarkısı ve kendi zarfıyla arz-ı endam ettiği, Alice in Chains ve Pearl Jam üyelerinin de yer aldığı 1992 tarihli Seattle filmi “Singles”ın eline su dökemez benim için: Televizyonun karşısına dizilmiş “bön bön” arı belgeseli seyreden grunge idoller!

İlk solo albümü “Euphoria Morning”in hafıza kartımı öyle derin çizmesinin nedeni tamamen duygusal. “Black Hole Sun”da “dürüst insanın zamanı geçti artık” diyen, “The Day I Tried To Live”de dilenciden çaldığı paraları zengine veren ve herkes gibi yalancı olduğunu keşfeden, “Show Me How To Live”de “Madem bana bir hayat verdin, nasıl yaşayacağımı da öğret” diye isyan eden, “I Am The Highway”de tüm dostlarından ve yalancılardan kaçarken hiç üzüntü ve pişmanlık duymadığını söyleyen ve sürekli gitmekle kalmak arasında volta atan bir güzel adamın en umutsuz albümüydü “Euphoria Morning”. Yoğun ve biraz kasvetli.

Göründüğü kadarıyla Chris Cornell, iç sıkıntısına rağmen, hepimiz gibi, çeşitli biçimlerde dünyaya tutunmayı denedi. Çok çalıştı, çok üretti, sahnede gitar kırdı, vücudu her zaman mükemmeldi… Hatta 2004’te evlenip iki çocuk sahibi oldu. Eşiyle kurduğu The Chris and Vicky Cornell Foundation isimli vakıfla yoksulluk, kötü muamele, evsizlik gibi büyük sıkıntılardan mustarip çocuklara destek oluyordu.

O kadar dikkat ettim, azmettim, yine de yazının sonlarına doğru diskografileri tararken kendini astığını söyleyen bir haber başlığından kaçamadım. Evet, baş düşmüş, korkular bitmiş, hepimizden ve her şeyden kurtuluş hasıl olmuştu nihayet:

“Hang my head, drown my fear / Till you all just disappear” – Black Hole Sun

Sesin bizde kaldı Chris.

 

Albümleri

Soundgarden ile:

1988 – Ultramega OK

1989 – Louder Than Love

1991 – Badmotorfinger

1994 – Superunknown

1996 – Down On The Upside

1997 – A-Sides (toplama)

2010 – Telephantasm (toplama)

2011 – Live On I-5 (Batı Yakası Interstate-5 karayolu güzergâhı konserlerinin 1996 canlı kayıtları)

2013 – King Animal

2014 – Echo Of Miles (nadir çalınan parçalar toplaması)

Temple Of The Dog ile:

1991 Temple Of The Dog

Audioslave ile:

2002 – Audioslave

2005 – Out Of Exile

2006 – Revelations

Solo:

1999 – Euphoria Morning

2007 – Carry On

2009 – Scream

2011 – Songbook (akustik canlı)

2015 – Higher Truth

Daha fazla yazı yok
2024-11-21 17:38:53