A password will be e-mailed to you.

Her bir ayrıntısı planlanmış mükemmel enkaz. Ne üretiliyor? Gerçekten bu devasa organizasyon, makine, “Alet Yapan İnsan”ın, Homo Faber’in hayranlık uyandırıcı gayreti ne üretiyor acaba? Bizzat üretmenin “kendisini” üretiyor olmasın.

Romantizmin en büyük miraslarından biri “Enkaz Estetiği”ydi. 18. yüzyıl klasik estetiği kompozisyonlarını pırıl pırıl, tekrar tasarımlanmış antik yapıtlarla doldururken, romantik sanatçılar gotik yıkıntılarda, mezarlılarda, yıpranmış duvarlarda, kaza kalıntılarında insani bir “içsellik” arıyorlardı. Manzara ile başlayan doğanın tanrısallıktan, kutsallıktan kurtulup “kendi” için güzel ve iyi seyri, Romantizmle daha da ileri taşınıyor; yalnızlık, hüzün ve ölüm gibi bireysel ve seküler bir anlam kazanıyordu. Issız düzlükler, uçurumlar, bulutlar, dalgalı okyanuslar sadece insan, duygulanımlar için vardı artık. “Gözün Vicdanı” hiçbir insan ötesi norma ve kutsala ihtiyaç duymuyordu artık.

Enkaza bakmak, bizzat doğanın değişiminden insani bir tefekkür devşirmekti. Sadece dışarı değil elbette… İçeriyi ve ayrıntıyı; ya da dokuyu görmek. Piranesi’nin kasvetli dehlizleri gibi dışarının, mermerin pürüzsüzlüğünün sakladığı hafızayı, mekanın bilinçaltını göstermek gibi. Sahte özgürlüğün bodrum katları… Romantizmden modernizme en büyük kazanımlarından biriydi “içini görmek”. Taş yapılardan metalik akşamlara uzanan bir “içe bakış” rejimi. Eyfel Kulesi bir kuleyi değil bir kulenin “nasıl yapıldığı”nı gösteriyordu. Her bir vidayı sıkan işçilik ve mühendisliği. Gelecek hayalini! Her bir dişliyi, ya da vitrinlerdeki camın yansımasını, vidaların sıktığı boğumları insani bir dünyaya bağlamak gibi. Kübizmden Fütürizme, hayatı dolduran hızın, metalin, demirin ve Eyfel’in hayaletlerini nakşeden zengin bir gelenek var arkamızda. Makinanın umudu ve de Frankenstein ile somutlanan kontrolden çıkmış bilimin ihaneti gibi… Hem gelecek hem korku… İkisi bir arada.

Emin Mete Erdoğan’ın “Entroforming” serisinde bizi geniş uzamlar karşılıyor. Aksamın, metal dişlilerin bitki yaprağına değdiği “huzursuz” mekanlar. Organik ve inorganiğin uyumlu “uyumsuzluğu”yla tanışıyoruz. Ayrıntıların boğucu ilmeklerinden bir üretim sürecini ve “sıkıcı” rutini görüyoruz. Günümüzün düzenli enkazları bunlar… Her bir ayrıntısı planlanmış mükemmel enkaz. Ne üretiliyor? Gerçekten bu devasa organizasyon, makine, “Alet Yapan İnsan”ın, Homo Faber’in hayranlık uyandırıcı gayreti ne üretiyor acaba? Bizzat üretmenin “kendisini” üretiyor olmasın. Evet’ Emin Mete bizzat üretimi üreten fabrikalar çiziyor. Düzeni şekillendiren tapınaklar bunlar. Doğanın metalik kablolardan süzülüp “hiçbir” şeye dönüşmesi. Her bir saniyesi hesaplanmış, cetvellerle tanımlanmış, aksamayan bir Fordist kabus var karşımızda. Üretim bandının imkansızlığı. Bir şey üretemeyen bir Şey! İnsanın,emeğin, üreticinin görünmediği, “kendi kendini üreten” saf bir uzam. Emin Mete insansız ve de öznesiz bir dünya resmediyor. Yeşil yaprağın, soğuk vida ile öpüştüğü donmuş bir evren. Bu sonsuz rutin insanı yok ederdi. Yok olmuşlar zaten.

Emin Mete Erdoğan bunu anlatıyor biraz…

 

“Entroforming”  14 Kasım 2015 tarihine kadar x-İst’te.

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 18:15:51