…ola ki ‘iddia edildiği gibi’ senfonideki, opera-balede veya tiyatrodaki.. kardeşin ‘ötekileştirilir’ ve sen bu duruma sessiz- seyirci kalırsan… çoğu toprak olmuş ve ama hala bütün büyüklüğüyle yaşayan hocaların- ustaların.. gün gelir senden hesap sorar!
Devlete bağlı kültür- sanat kurumlarının yeniden yapılanmasını içeren yasa taslağı- TÜSAK etrafındaki tartışmalar sürüyor.
Ülke gündeminin yoğunluğu bir yana, kültür- sanat kurumlarının kitlelerden kopuk yapısı nedeniyle de ister istemez kapalı devre içerisinde süren tartışmalarda, sanatçılar arasında iki farklı yaklaşım mevcut.
Kendi içinde bire bir homojen olmamakla birlikte… bu iki ayrı tutumu şu şekilde özetleyebiliriz:
Senfoni, opera-bale ve tiyatro sanatçılarından oluşan ‘itirazcılar’ ve geleneksel- klasik sanatları temsil eden ‘suskunlar’.
‘İtirazcılar’; mevcut yönetimin farklı konulardaki tasarruflarını da örnek göstererek yeni tasarıya ilişkin kuşkularını dile getiriyorlar. Yani, bu kesim için neredeyse ilk ve en önemli neden: Tecrübeyle sabit ve daim: Güvensizlik!
Bu konudaki bir başka endişeleri ise; yüksek sanatların devlet himayesinden çıkarılmasıyla ilgili sektörlerde yaşanacak kuvvetle muhtemel: dejenerasyon.
Öte yandan bu durumun geleneksel-klasik sanatlarda üretim yapan kesim için de bire bir geçerli olduğu ortada.
Zira…
En batılısından, en doğulusuna her meşrepten rafine sanatın nicedir karşı karşıya olduğu açık ve yakın tehlike şu: Kolay tüketilebilir olana eğilim, ürettikleri sanatın ‘müşterisini’ giderek azaltıyor.
Popüler kültür malum; bütün zamanların altın çağını yaşamakta.
Bize vaad ettiği ise; ‘sınırsız!’ eğlence, mütemadiyen ‘eller havada’ vaziyeti ve ‘seyirci’ olmanın güvenli konumu!
Basit, sığ, gelgeç ve ‘hafif meşrep’ şemsiyeler zaman zaman herkes için ihtiyaç olabilir. Oluyor.
Bunda alınacak bir durum yok.
Eğlenmeye hepimizin ihtiyacı var!
Lakin; eğlencelik olanın bütün hayatımıza tahakküm etmesi ortalığı en pespayesinden bir panayıra çeviriyor. Magazinin ve dolayısıyle pop kültürün kral tahtına oturtulmasının bilinçli bir tercih olduğu açık. Kitleler ve kitlelerin algı dünyasını inşa eden merkezler arasındaki ‘ahlaksız flört’ birbirini çoğaltarak kendi fasit dairesinde bugünkü durumu yarattı.
İyi ve yüksek sanatın bileği büküldü.
Kopukluğun bir nedeni bu.
Lakin: En az bunun kadar önemli bir diğer neden ise, fildişi kulede ezber tekrarından başka –neredeyse- hiçbir şey yapmayan, kendi sesinin- nefesinin kör aşığı olmuş, ‘haklıyız!’ histerisinin yarattığı tembellikle malül.. kültür-sanat üreticileri.
Ama, durun daha!
Bu, Tanpınar’ın deyimiyle: Bir terkip!
Bu nedenle dosyamıza bu kurumların bağlı olduğu devletin ve ona kendi rengini veren siyasi kadrolarla, atadıkları yönetici- bürokratların zaaflarını da ekleyeceğiz.
Sözün özü: Yukarıda anılan ‘Büyük Üçgen!’ devlet himayesinde sanat yapan kurumları zaman içersinde.. bu noktaya getirmiş bulunuyor.
Anlayacağınız: Dava büyük!
.. Ve bu noktada mesele şu: Kim hakim? Kim savcı? Kim avukat? Kim haklı? Kim haksız?
Bu iş nasıl gider?
Nerede biter?
Bilen var mı?
Notlar:
1. Bir mesele tartışılırken, o meseleyle ilgili herkesi istisnasız aynı kefede tartmak, hiç- adaletli değil. Bu yüzden sürece ilişkin şu not kayda geçsin isterim: Siyasetçisi, bürokratı, sanatçısı, medya mensubu ya da izleyicisiyle…sayıları az da olsa, işler bu noktaya gelmesin diye idealistçe çaba gösteren, ilkeleri ve değerleri olan kişiler…de mevcut bu sistemin içersinde ve lütfen herkes şunu bilsin: Onlar olmasa bugün karşılaştığımız nokta çok daha hazin ve iyice ümitsiz olacaktı.
2. Yukarıda adı geçen kurumlardan birinde uzun yıllardır görev yapıyorum. Yani: sistemin -kuvvetli tarafları ile olduğu kadar- defoları konusunda da yeteri kadar bilgim var. Bu durumda şunu söylemek isterim.. İlk ve esas arıza, iddia edildiği gibi; buraların devlete bağlı olarak çalışması değildir. Bu noktada ciddi bir yeniden bakışa- değerlendirmeye ihtiyaç vardır. Ezber şeklinde tedavüle sunulan ve durmadan taraftar toplayan, amiyane tabirle ‘Devletin sanatçısı mı olur kardeşim?..’ yaklaşımı sanıldığı kadar doğru ve haklı bir argüman değildir. Mesele çok boyutlu ve katmanlıdır.
3. Bu kadar sorunlu bir alanı tek yazıda bütün cepheleriyle ele almak elbette mümkün değil. Ama, ‘değinme’ şeklinde de olsa şunları vurgulamak isterim: Evet, günü kurtarma telaşında ve bırakın yaptığı işin ilgili olduğu alanları, bizzat kendi sahasında bile hiç çalışmayan, vizyonu- perspektifi dar ve ‘tekrar’ kıskacında kaybolmuş sanatçıların günahı.. malum..ve bir yana.. Fakat siyasetin buraları nasıl yönettiğini, bu konularda nasıl akıl almaz işlere imza attığını.. kim ve ne kadar biliyor? Bir yapının ‘çürümesi’ için – bilinçli, bilinçsiz..- her şeyi yapıp, sonra kapısına kilit asmaya kalkmak.. ne demek? Bu soruların cevaba ihtiyacı var.
4. Ayrıca: İnsan hayatına ait bazı alanların genel geçer ideolojiler ve siyasetlerden arındırılması şarttır. Eğitim, sağlık, güvenlik, adalet.. gibi sanat da aslında temel hizmet alanlarından biridir.. Dolayısıyla, bu sektörlerde devletin evlatlarını cami avlusuna bırakması doğru değildir. Bu durumun faturası bugün değilse de.. kuşakların tanık olacağı şekilde bir gün mutlaka gündeme gelecektir.
5. Sanatçıların bir bölümünün üye olduğu! ‘İtiraz Kulübü’yle ilgili de bir şeyler söylemek isterim: Hak arayışı, insanlık görevi. Birinci sırada olmak üzere… Buna hiç kuşku yok. Lakin: Sanatın üretimi konusunda olduğu gibi protesto alanında da ezber üslubu terk etmenin zamanı gelmedi mi? Elde pankart, dilde slogan… nereye kadar? Burada, yaptığımız işlerin yüksek ve asil yapısına uygun yeni bir perspektife ihtiyaç yok mu?
6. Şimdilik- son not: ‘Suskunlar’ için. Kulübün çok değerli sanatçıları.. Söz konusu sükutunuz ve TÜSAK bağlamındaki çalışmalar ile ilgili varsayım düzeyinde de olsa.. farklı değerlendirmeler yapılıyor..
Hangisi doğru?.. zaman içersinde göreceğiz. Ancak bu konuda hasbelkader söylemek istediğim şudur: Beethoven susturulursa Buhurizade Itri kızar. Debussy’nin sesi kısılırsa İsmail Dede gücenir. Ve.. Moliere’e kapı gösterilirse.. Baki yerinde ters döner. Dünyanın ve bütün zamanların yüksek kültür- sanat üreticileri kardeştir. Arkadaştır. Dosttur. O yüzden.. ola ki; ‘iddia edildiği gibi’ senfonideki, opera- balede veya tiyatrodaki.. kardeşin ‘ötekileştirilir’ ve sen bu duruma sessiz- seyirci kalırsan… çoğu toprak olmuş ve ama hala bütün büyüklüğüyle yaşayan hocaların- ustaların.. gün gelir senden hesap sorar!
Benden söylemesi!