Selanik Belgesel Festivali’nin Uluslararası Yarışması’nda Altın İskender ve FIPRESCI Ödülü, ülkesinden çıkmasına izin verilmeyen İranlı yönetmen Ferahnaz Şerifi’nin My Stolen Planet (Çalınan Gezegenim) adlı filmine değer görüldü.
Valerie Kontakos, Rachel Leah Jones ve Sudeep Sharma’dan oluşan jüri Gümüş İskender’i Polonya yapımı, Lidia Duda imzalı Forest (Orman) adlı belgesele verdi. Yunanlı yönetmen Elina Psiku aşırı sağın protestosuna maruz kalan Stray Bodies (Başına Buyruk Bedenler) ile mansiyon aldı.
Bütün bu filmlerin ortak yanı rejimlerini korumak ve ideolojilerini empoze etmek için insanlara, özellikle de kadınlara baskı yapan otoritelere karşı gelen yönetmenler tarafından, son derece özenle ve hassasiyetle, hiç kimseye sövmeden, hakaret etmeden, slogan atmadan, kimsenin haklarını çiğnemeden yapılmış olmaları. Dünya prömiyerini Berlin Film Festivali’nde yapan My Stolen Planet, Ferahnaz Şerifi’nin doğduğu yıl yapılan İslam devriminin getirdiği hicap zorunluluğuna karşı çıkan kadınların miting görüntüleriyle başlıyor, 2022’de Mehsa Jina Emini’nin katledilmesinin doruğa çıkardığı aynı amaçlı protestolarla sona eriyor.
Yönetmen Şerifi, devrim öncesinden kayıtlar toplayarak bir tür sivil arşive oluşturmuş. Ailelerin çeşitli kutlamalarının 8mm görüntüleri bir zamanlar polis baskını korkusu olmadan herkesin dilediği gibi giyindiği, yiyip içtiği, müzik çalıp dans ettiği seküler bir ülkenin unutturulmaya çalışılan imgelerini günümüzün baskılarıyla karşılaştırıyor. Şerifi, kendi hayatından kesitler sunarak İran’da kadınlardan esirgenen özgürlüklere özlemini dile getiriyor.
Kişisel Olan Politiktir
Bir bankanın kasa dairesi gibi her şeyi kutularda kilit altında tutan belleğin hazinesi olan anıları, özellikle de kişisel arşivlere kaydedilenleri somut gerçeklerle birleştiren, akıl, vicdan ve bilimsel araştırma ile zenginleştiren, geçmişle yüzleşen başka çarpıcı filmler de vardı 26. Selanik Belgesel Festivali’nin programında: Hannes Verhoustraete’nin kolonyalist Belçika’nın Kongo’daki edimlerinin propagandasını Büyülü Fener imgeleriyle yapmasını eleştiren, yönetmenin amcasının 1950’lerde Kongo’da çektiği filmleri de kullanan deneysel filmi Broken View… Yönetmen Christian Einshøj’ün babasının yaptığı amatör kayıtlardan yola çıkarak küçük yaşta ölen kardeşinin kaybının aileyi nasıl dağıttığını yirmi yıl sonra anlamaya ve anlatmaya çalıştığı Bjergene (Dağlar)…
Ancak Şerifi’nin The Stolen Planet’ının altmetninde “Jin, jiyan, azadi” çığlığı atan filmindeki dürüst, içten, duyarlı isyan hepsinden güçlü. İran’daki kamusal hayatı okula başlayana dek ev içinde sürdüğü hayatla kıyaslayınca başka bir gezegen olarak tanımlayacak kadar farklı bulan küçük kız, yetişkin bir yönetmen olarak arşiv kayıtlarıyla o gezegenin neye benzediğini hatırlatıyor.
Tartışan ve Tartışılan Filmler
Yönetmenlerin birçok konuyu tartışmaya açarak insanı hem etik hem moral açıdan ikilemde bırakmalarına, bazen kendilerinin de ikilemde kalmasına tanık oluyoruz, belgesel sinemada. Zihnimizi zorlayan, vicdanımızı sızlatan, tepkimizi çeken, hatta taraf olmamıza neden olan belgeseller de eksik değil. Ancak bu keskin içerikleri ilgiyle izlenir kılan özenli ve nitelikli sinema dilleriyle anlatılmaları. 26. Selanik Belgesel Film Festivali’nin son derece başarılı seçkisinden izlediğim her film güçlü sinema duygusu ve yetkin sinema diliyle meselesini ele alıyordu.
Sinema, sinemaseverler ve film endüstrisi dışında kalanlar için öncelikli amaç ama tartışmalı konuları ele aldığında farklı politik çevrelerin ve çıkar gruplarının hedefi olabilir. Yunanistan’ın önde gelen yönetmenlerinden Elina Psiku’nun, fonda Avrupa Birliği’nde hassas konulardaki yasalarda birlik olmamasına dikkat çeken, insan bedeninin özerkliğiyle ilgili uygulamaları, kürtaj, tüp bebek ve ötanaziyi irdeleyen yaratıcı belgeseli Stray Bodies de aşırı sağcı gruplar tarafından protesto edildi. Gösterimleri polis kontrolü altında gerçekleşti. Çevik kuvvet hazır beklerken ve salonlara girişleri polis denetlerken izleyiciler her iki gösterimi de hınca hınç doldurdu. Aşırı sağcıların tepkisini çeken filmin kendisi değil, çarmıha gerilmiş hamile Meryem imgesinin kullanıldığı afiş… Nikos Pastras’ın tasarladığı afiş, kadın bedenine din temelli müdahalenin boyutunu yine dini simgelerle anlatıyor.
Kiliselerin, siyasi partilerin, sivil toplum kuruluşlarının bireyin hak ve özgürlüklerini hiçe sayarak yaptıkları propagandalarla doğrudan vicdanını hedef almaları, karar alma süreçlerini etkilemeye çalışmaları, zaten hayatlarının kırılgan bir döneminde bulunan insanların, öncelikle de kadınların yaşadıkları çelişkiyi, çektiği acıyı bütün yönleriyle anlatıyor Stray Bodies. Aşırı sağcı gruplar, filmi izleseler bütün argümanlarının sunulduğunu göreceklerdi. Elina Psiku, bedenin özerkliğinin altını çizen hak ve özgürlük temelli bir ‘kadın filmi’ yapmış, ama bütün meşru karşı görüşlere de yer vermiş.
Yarışma jürisinden mansiyon alan Stray Bodies etik yaklaşımının sağlamlığının yanı sıra, son derece özgün bir anlatı. Yönetmenin iki uzun metrajlı kurmaca filmi “Antonis Paraskevas’ın Ebedi Dönüşü / I aionia epistrofi tou Antoni Paraskeva” (2013) ve Malatya Film Festivali’nde yarışan “Sofia’nın Oğlu / O gios tis Sofias” (2017) da öyleydi. Yunanistan’ın Tuhaf Dalga akımına dahil edilebilecek filmlerdi. Stray Bodies de bu akımın izlerini taşıyan bir belgesel, ancak ortada bir ‘tuhaflık’ varsa AB üyelerinin yasalarındaki tutarsızlıktan kaynaklanıyor. Örneğin aynı Katolik Kilisesi Malta’da kürtaja izin vermezken, feribota atlayıp Sicilya’ya geçen Maltalı kadınlar İtalyan devlet hastanelerinde kürtaj olabiliyor. İtalya’da tüp bebek yapmaya yasalar elvermediği İtalyan kadınlar Yunanistan’a ya da Güney Kıbrıs’a gidiyor. Ötanazi yapmak isteyenler ise Avrupa’nın ortasında bulunup AB’ye üye olmayan İsviçre’ye gidiyor…
Elina Psiku, karakterlerini hayatlarının bu zor süreçlerinde takip ederken bir yandan da söz konusu işlemlerin tam olarak ne olduğunu, nasıl işlediğini, bireyi nelerin beklediğini bazıları oldukça rahatsız edici ayrıntıları da dahil ederek anlatmış. Madonna’nın Papa don’t preach şarkısı eşliğinde bir klip, resim sanatının dini kompozisyonları, özellikle de karakterlerini Meryem Ana yerine tasvirlerine dönüştüren planlarla disiplinlerarası bir boyut da katmış Stray Bodies’e.
Öldürmeyen AI Öldürmez!
Beden ve ruh ikiliği, öte dünyanın var olup olmadığı, ölenlere ne olduğu insanları en çok meşgul eden konulardan biri… ABD’de Kongre’nin dahi araştırdığı bir mesele olan Yapay Zeka’nın ölmüş insanların avatarlarını, sanal klonlarını yaratması konusunu ele alan, Hans Block ve Moritz Riesewieck’in imzasını taşıyan Eternal You adlı belgesel önemli bir tartışmayı gündeme getirdi.
Bu ücretli hizmetten yararlanarak ölmüş bir yakınlarının yazışmaları ve ses kayıtlarından yazılı ya da sözlü iletişim kuracakları, hatta sanal gerçeklikte görüp dokunacakları bir avatar yaratanların farklı deneyimlerini aktarıyor Eternal You. Bir yandan da bu hizmeti veren teknoloji şirketlerinin kurucularıyla konuşuyor. ChatGPT’yi kamuya açan OpenAI’ın eski CEO’su Sam Altman’ın 2023 Mayısında, yapay zekanın güvenilirliği konusunda verdiği ifadenin kayıtları da filmi boyutlandırıyor. Teknoloji dehalarının en sevdiği oyuncaklardan drone ile yapılan çekimlerin göz doldurduğu ve bir yandan da yeryüzüne tepeden bakışı simgelediği Eternal You, ironik olarak teknolojik ruh çağırma ya da canlandırma servisi diyebileceğimiz bu hizmetin, yapay zeka kontrol edilemeyeceği için sarpa sardığı örnekleri de gösteriyor.
Henüz hukuki boşlukları giderilememiş bu yeni teknolojilerin kullanımında özellikle yakınlarını kaybetmiş, travma geçirmiş insanların psikolojilerinin nasıl etkileneceği ve ne gibi sonuçlar doğurabileceği endişesi filmde görüşü alınan her uzman tarafından dile getiriliyor.
Eternal You’da para verip ölülerini bir anlamda dirilten Amerikalı ve Korelileri görünce, festivaldeki bir başka filmin yürek burkan trajedisini düşünmemek mümkün değil. Yunanistan’ın başarılı belgesel yönetmeni Marianna Economou Azititoi / Unclaimed adlı dokunaklı filminde ne cenazeleri ne de kişisel eşyaları aileleri tarafından teslim alınamayan tüberküloz kurbanlarının öyküsünü anlatıyor. İkinci Dünya Savaşı sırasından ve sonrasında yoksulluk ve yetersiz beslenme nedeniyle tüberküloz Yunanistan’da çok yayılmış…
Atina kırsalında artık boşaltılmış ve başka amaçlarla kullanılan bir sanatoryumun deposunda bulunan bavullardan çıkan mektuplar ve fotoğraflar filme adını veren ‘talep edilmeyen’, ‘sahip çıkılmayan’ hastaların izini sürüyor. O dönemde Atina’ya yolculuk edecek ve oradan cenaze taşıyacak parası olmayan aileler acılarını içlerine gömmüş. Vefat eden hastalar ise yeri bilinmeyen toplu mezarlarda toprağa verilmiş. Söz konusu olan bir soykırım ya da katliam olsa o toplu mezarlar aranır bulunurdu, diye düşünmekten kendinizi alamıyorsunuz filmi izlerken…
Economou, o dönem ailede bir tüberküloz hastası varsa insanların nasıl dışlandığını, kimsenin o ailelerden biriyle evlenmediğini, işte, okulda zorluklar yaşadıklarını incelikle anlatmış. Bu durum ortaya çıkmasın diye cenazelerini almayanlar, eşyalarından hastalık bulaşacağından korkanlar olmuş… Yönetmen, arşiv çalışmasını titizlikle yaparak hem dönemin bu önemli sosyo-ekonomik sorununu etraflıca tanımlıyor hem de mektuplardan örneklerle çekilen acıyı dile getiriyor. O siyah beyaz fotoğraflarda gülümsemeden duran figürlerin bakışı içimize işliyor. Filmin, en çarpıcı yanı ise iki hastanın biri Fransa’da biri Sakız Adası’nda yaşayan oğullarına ulaşması. Gecikmeli bir katarsis yaşıyorlar babalarının akıbetini öğrenince, izleyici de bunu paylaşıyor.
İklim Krizi, Pastoralizm ve Vahşi doğa
Tek çalınan gezegen Ferahnaz Şerifi’ninki değil… Dünyayı bütün canlılara dar etti insan. İnsan uygarlığı kurulduğundan beri güçlü ve silahlı olan insanlardan başka bütün canlılar için yaşanır olmaktan çıktı güzelim gezegenimiz… İnsandan doğaya rahat yok, doğaya kaçan insana da huzur yok… Hayvanlara tür totalitarizmi uygular onları sömürürüz, türdeşlerimizi ırklarına göre ayırt eder, hayvandan beter muamele ederiz. İklim krizi yüzünden doğrudan hedef almadığımız her coğrafya ve her canlı tehdit altında.
Gümüş İskender kazanan Forest, Agniezska Holland’ın Yeşil Hudut adlı filminin çift yumurta ikizi. Belarus’a çoğu uçakla Türkiye üzerinden gelen Ortadoğulu sığınmacıların AB üyesi Polonya’ya geçişlerinin Belarus tarafından teşvik ediliğini, ancak Polonya sınır devriyeleri tarafından dikenli teller üzerinden geri gönderildiklerini Yeşil Hudut’ta izledik. İlkbahar ve yaz aylarında bile yeterince serin ve yağışlı olan ormanda aç açıkta ne yapacaklarını şaşıran, yaralanan, hastalanan, üç beş parça eşyalarını da kaybeden sığınmacılara yardım etmek Polonya’da suç sayılıyor.
Buna rağmen birçok gönüllü ormanda ölüme terk edilen sığınmacılara yardımını esirgemiyor. Lidia Duda, haberlerden aşina olduğumuz bu bilgilere dolaylı olarak değinerek, çocuklarını doğanın kucağında büyütmek isteyen neo-hippie bir çiftin bu durum yüzünden altüst olan hayatları üzerinden bu krizi anlatıyor. Yemyeşil bir ormanın ortasında çocuklarına hayvanları bitkileri tanıtarak yaşamayı hedefleyen çift, gözlerinin önündeki trajedi yüzünden depresyona girmiş. Düzensiz göçmen krizi çocukların oyunlarına yansıyor. Filmin en dokunaklı sahnelerinden biri legolarıyla oynayan üç kardeşin en büyüğünün göçmenleri Suriye’den doğrudan Almanya’ya göndermek için 900 bin kilometre hızla giden bir otomobil yapmayı hayal etmesi… Bir yeryüzü cennetinin nasıl cehenneme dönüştüğünü gösteriyor bize, Forest.
İklim krizinin Alpler ve Himalayaları nasıl etkilediğini de iki belgeselde gördük. Louis Hanquet’in ilk filmi Un Pasteur (Bir Çoban) ön planda Felix adlı genç bir çobanın kendini koyunlarına adadığı izole hayatını anlatıyor. Hem pagan hem dini bir motif olarak çobanın sürüyü koruyan, besleyen, yeşil çayırlara doğru yol gösteren anlamı Felix’te vücut buluyor. Ancak bu gözlemsel bir belgesel, sembolik bir film değil. Endüstriyle çiftçilik gezegeni kirletirken pastoralizmin, doğal besiciliğin iklim değişimi nedeniyle git gide zorlaştığını dile getiriyor. Git gide daha az ot bitiyor, daha hızlı kuruyorlar, sürüleri götürdükleri yerlerde aç kalan kurtların hedefi oluyor koyunlar…
WWF Yunanistan Ödülü’nü kazanan Nocturnes, Himalaya’ların eteklerinde geçen ve kahramanları güveler/pervaneler olan bir belgesel. Anirban Dutta ve Anupama Srinivasan imzasını taşıyan bu Hint filmi, atmaca güvesi üzerine tez yazmak için zahmetli bir araştırma yapan Mansi’nin çalışmasına odaklanıyor. Bölgenin yerlisi Bugun toplumundan Bicki ile yeni ay döneminde, üzerinde boyutları ölçmek için grafik bulunan ışıklı bir panoyu uygun bir yere dikiyorlar. Üzerine toplanan güvelerin fotoğraflarını çekiyorlar. Ormanı, sisi, nemi, gece seslerini ve özellikle hepsi birbirinden farklı kanat motiflerine sahip güveleri şiirsel biçimde görüntüleyen belgesel gezegende hayatın devamı için arılar gibi önemli bir tozlaşma işlevi üstlenen bu zarif kanatlıların da soyunun tehlikede olabileceğine dikkat çekiyor.
Ancak Mansi, 200 – 300 milyon yıldır yeryüzünde bulunan güve türünün, sadece 200 – 300 bin yıldır yeryüzünde bulunan insana göre ne badireler atlatarak günümüze ulaştığını söyleyince bir nebze içimiz rahatlıyor. Çalınan gezegenlerin iade edileceği güzel bir geleceği dair filmler izleyeceğimiz günler hiç gelmeyebilir. Dünya ahvali, ne geçmişte ne bugün iç açıcı olmadığı için bir belgesel festivalinde acı gerçeklerin yüzümüze çarpmamasını beklemek olanaksız. Öte yandan, belgesel sinemanın araştıran, soruşturan, sorgulayan, arşivleri açan, arşiv oluşturan, bellek oluşturan, hatırlatan, uyaran, gösteren, ses duyuran, ses olan örneklerinin sinema sanatının hiçbir öğesini ihmal etmeden filme dönüşmesini izlemek insana enerji veriyor… Yaşamaya, direnmeye, mücadele etmeye, öğrenmeye, gelişmeye devam etmek, daha duyarlı, daha bilgili, daha bilinçli, daha açıkgörüşlü ve daha dayanıklı olmak için.