A password will be e-mailed to you.

Bir gün gelip üç hobist karşımıza, hiç de hobileriyle meşgul değilmişler de hayatları boyunca bundan, sanattan başka bir şey yapmıyormuş gibi küratörleri, medya orduları, imkanlarla dolu sergileriyle çıktıklarında çağdaş sanatı mı suçlayacağız yoksa egemenlik anlayışımızı mı? 

İlki Hande Fırat’ın sergisi.

Hürriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi ve CNN Türk Program Yapımcısı Hande Fırat’ın sergisi, “DEVRİAMBER”, Ankara’nın tarihi mekanlarından Cumhuriyet Müzesi olarak kullanılan İkinci Meclis’teki Sığınak’ta açıldı.

Serginin açılışına Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir mesaj yolladı.

Açılışa hemen hemen tüm bakanlar kurulu, başta Kültür ve Turizm Bakanı katıldı.

Fırat, Hürriyet Gazetesi yazarı olarak kendi sergisinin kendi köşesinden duyurdu ve sergisinin konusu uzun uzun anlattı. 

“DEVRİAMBER” adını verdiği sergisinde, ailesinde babalarını erken yaşta kaybeden üç nesilden üç kadının, annesi, kendisi ve kızının bu süreçten geçerken yaşadıklarını anlatıyordu.

Kültür Bakanı açılışta yaptığı konuşmasında Fırat’a şöyle diyordu:

Sizin ailenizde üç kuşak üst üste böyle bir acının yaşanması, ayrı bir yük, anlam ve yorgunluk getirmiş. Yağlı boya çalışmaları, video düzenlemeleri ile çağdaş sanatı temsil etmişsiniz. Kültür Yolu Festivallerimize de katılmanızı isteriz. Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.”

Fırat’ın bu sergisini bir başka sergi takip edecek:

“Orhan Pamuk’un ‘Şeylerin Tesellisi’ isimli sergisinin açılışı Münih Lenbachhaus’ta rekor katılımla gerçekleşti.  Sanat severlerin yanı sıra edebiyat dünyasının da ilgisini çeken serginin açılışına 1300 kişinin üstünde katılım olduğu bildirildi. Sergi alanının girişinde kuyruk oluştu, bazı ziyaretçiler içeri giremedi.”

Medyada duyurulduğu gibi, Orhan Pamuk’un sergisi, yıllardır yapıp çekmecelerde sakladığı eserlerini gün ışığına çıkarmıştı nihayet. Almanya’da açtığı sergisinin konuşmasında Lenbachhaus Müzesi küratörlerine müteşekkirdi.

Pamuk, 50 yıldır roman yazıyordu ama hep ressam olmak istemişti.

Yazarken çok “meşgul” olsa da, resim yaparken sadece kendisini ifade ettiğini söylüyordu. Tüm bunları henüz gazetelerde okumuştuk ki bir başka sergi haberi geldi.

Geçtiğimiz yaz, hepimizi sarsan deniz kazasının mağduru, eski medya imparatoru Aydın Doğan’ın kızı, Hürriyet gazetesinin icra kurulu eski başkanı, İstanbul’daki ilk kişisel sergisini Tophane-i Amire binasında açmıştı. Serginin küratörüyse yeni medya konusunda çalışan Doç. Dr. Ebru Yetişkin’di.

Bu üç sergi peş peşe bize ne söylüyordu?

Hayata bir kez gelindiğini ve ne istersek onu yapabileceğimizi mi? Yeter ki inanalım!

Bugün çağdaş sanatın bir kapsama ve dışlama mekanizmasına sahip olduğunu, bu mekanizmanın iktidarın lehine fevkalade işlediğini mi?

Zaten fazlasıyla muğlak olan beğeninin daha ne kadar göreceleşebileceğini mi?

Çağdaş sanatı çağdaş yapan standartsızlığın, bir değil üç sergide birden onu hükümsüzleştiren bir özellik olarak kendine nasıl dönebildiğini mi?

(Çağdaş sanatın bir akrep gibi önce kendini soktuğunu mu yani?)

Sanatın iktidar sahiplerinin elinde nasıl güçlü bir araç olduğunu mu?

Sanatın bir sonuç olmadığını süreç olduğunu iddia ettiğimiz davamızda bir kez daha yenik düştüğümüzü mü?

Ya da kişisel gelişim jargonuyla bu sergi yolculuklarında bu üçlünün nasıl deneyimler elde ettiklerine mi bakalım?

Bunları bir kenara bırakıp daha temel bir soru mu sorsak?

Çok temel.

Bu üçlü sanatçı mıdır?

Değildir.

Orhan Pamuk evet bir yazardır. Bir ressam değil. Müzede sergi açıyor olması da onu ressam kılmaz.

Vuslat Doğan Sabancı’nın sergisini, akademisyen küratörüne rağmen bir sanat sergisi olarak ilan edemeyiz.

Burada ne Fırat ne Pamuk ne de Doğan’ın eserlerinin estetiği de kriterimiz olamaz.

Bu üç kişi de hobisttir. Hobi olarak sanat yapmaktadırlar. Ve bunda da hiçbir sakınca yoktur.

Ve evet insanlar yaptıkları işleri nedeniyle çok zengin ya da çok başarılı olduklarında imkanları sayesinde, ata binmek, safari yapmak, köpek balıklarıyla dalmak gibi hobilere sahip olurlar.

Ancak konu bu da değildir.

Yirmi birinci yüzyılın egemenlerinin bir yeni hobisi de “sanatçılık”tır.

Ve “sanatçılık hobisi”nin en büyük özelliği Danto’nun sanatın sonundan sonra dışavurumcular için söylediği gibi “taklit yapmaktır”.

Soyut dışavurumcular bir sürü taklitçiyi cezbetmiştir. Hatta daha sonuna liderler de kendi kendilerini taklide koyulacaktır.

Burada konu bir estetiğin taklit edilmesi de değildir.

Sanatın değil sanatçılığın taklit edilmesidir.

İlginç olan budur.

Hobistler, egemen de olduklarından, bir gazetenin hem yazarı hem başkent temsilcisi ya da bir gazetenin eski icra kurulu başkanı ya da Nobel ödüllü bir yazar, tutunan, kazanan, ne yazık ki, iş ve iş dışı yani boş zaman arasındaki karşıtlığı bilemezler. Bilmezler.

İş hayatları boyunca nasıl verimli ve güçlü oldularsa, amaçlarına nasıl ulaştılarsa, kitapları çok sattı, yayınları çok izlendi, gazeteleri çok tiraj  ve reklam aldıysa vb. gibi, boş zamanları da boş boş geçemez.

Boş zamanda yapılan sanat, ki bana kalırsa, takdir edilesi bir vakit geçirme biçimidir, bu sanatçı taklitçilerinin elinde işe dönüşmekte gecikmez.

Ne oyun kalır geriye.

Ne otantik ruhları, işten güçten, kendinden kaçanın, hobiye, oyuna sığınanın…

Ne ürettikleri estetiğin ilham verici olabilme ihtimali.

Kötü bir taklit belirir.

Hobistin kendisinin taklit olduğu gerçeği ve bu gerçekle örülü tüm o sergi kurgusu,  mekanı, akademik küratörü, tanıtımı eserlerle aramızdaki en büyük engeldir.

Eser yoktur.

“Sanatçı” gibi yapanlar vardır.

Bunda da ne çağdaş sanatın suçu, ne dışlayıcılığıdır neden, ne araç oluşu süreç olmayışı, ne de kişinin kendini arayışı yolculuğunun sonsuzluğudur sorun.

Asıl mesele verimliliktir. Kayıtsız şartsız olamayan egemenlik, kayıtsız şartsız yapamayan egemendir.

Taklit edilen sanatçıya düşen o halde nedir?

Asla onu taklit edenler karşısında hemen doğrulup bir heykel yapmak, bir resim yapmak, bir film çekmek değildir.

Onu atölyesinden çıkaran ev sahibine küfretmek hiç değildir.

Kaybettiğine, tutunamadığına, satamadığına hayıflanmak, galeri yerine güneyde bir butik otelde sergi açmaya razı olmak da değildir.

Daha çok yan gelip yatmak, bir sağa uzanmak bir sola uzanmaktır.

Sadece düşünmek sonra düşlemek yine düşünmektir.

Kayıtsız şartsız ve bir bağımsız sanatçı olmaktır.

Daha fazla yazı yok
2024-12-30 16:52:15