Avrupa ülkelerinde yaşanan sağcılaşma eğilimleri ve sağ siyasetçilerin ülke yönetiminde daha etkin hale gelme trendi pek çok alanda olduğu gibi sanat ve kültür alanında da olumsuz sonuçlara yol açıyor. Sağcıların kültür politikalarına yaptıkları müdahaleler gerek köklü kültür kurumlarının yapısını bozuyor gerekse de ifade özgürlüğünün kısıtlanmasını ve sansürü meşrulaştırıyor. İsrail’in Filistin’deki işgal ve saldırılarına karşı tepki gösteren sanatçıların uğradıkları baskı da aynı sağ siyasetin bir tezahürü. Yakın zamanda İtalya, Almanya, İsveç, İsviçre ve İngiltere’den gelen haberler, Avrupa’daki sanat dünyasının karşı karşıya olduğu sağ krizi gözler önüne seriyor.
İlk olarak Venedik Bienali’nin yeni direktöründen söz etmek gerekiyor: Pietrangelo Buttafuoco. İtalya’da 2022’de gerçekleşen seçimlerde aşırı sağcı İtalya’nın Kardeşleri Partisi’nin birinci parti olması ve sağ bloğun seçimlerden güçlü çıkması ile iktidar partisinin başta medya ve kültür olmak üzere pek çok alanı ele geçirme girişimleri başlamıştı. Tüm bu girişimlerin temel motivasyonu sağcıların bu alanlardan yıllarca ‘dışlanmış olması’nın önüne geçip bu mecraları solculardan ‘arındırma’ydı. İtalya’nın önemli kültür kurumlarından biri olan Museo MAXXI direktörlüğüne Il Foglio ve Libero gibi sağ eğilimli gazetelerde gazetecilik yapmış olan ve hiçbir kültürel miras çalışması deneyimi olmayan Alessandro Giuli; İtalya’nın kamu yayını grubu RAI’nın başkanı Carlo Fuortes’in denetim makamlarının baskısı altında kamu yayıncılığı yapılamayacağından hareketle verdiği istifasının ardından RAI’nin CEO’su olarak ise sağcı gazeteci Roberto Sergio atanmıştı. Özellikle medyadaki bu atama oldukça tartışmalıydı, çünkü devlet televizyonunun editöryal çizgisinde köklü bir değişim de beraberinde gelecekti. Sağ yönetimin kültürel politikalarının ele geçirilmesinde bizzat rol alan mevcut Kültür Bakanı Gennaro Sangiuliano ise Temmuz ayında jürisinde yer aldığı Strega Ödül töreninde yaptığı gafla hafızalara kazındı. Bakan, jüri üyesi olarak oy verdiği kitapları okumadığını, kitap sunumlarını övdükten sonra “onları okumaya çalışacağım” diyerek itiraf etmişti.
“Bir cam tavan daha kırıldı”
Ekim ayında ise okumadığı kitaba oy verip öven Bakan’ın mensubu olduğu Bakanlık tarafından Venedik Bienali Direktörlüğüne Pietrangelo Buttafuocu’nun aday gösterileceği açıklandı. Buttafuocu, yıllarca sağ gazetelerde çalışmış ve son seçimlerde aşırı sağcı lider Meloni’yi destekleyeceğini açıklamış bir gazeteci… Buttafuocu’nun daha önce neo-faşist fikirleri savunan çeşitli hareketlerin komitelerinde üye olduğu da bilinmekte. Silvio Berlusconi’nin ‘parlak’ bir biyografisini yayınlaması ise Buttafoucu için son icraat olmuştu. Buttafoucu’nun 1999’da siyaset felsefecisi Norbetro Bobbio tarafından kendisine yöneltilen faşist olup olmadığı sorusuna “Ben faşist değilim, ben başka bir şeyim” cevabı vermiş olması ise sıklıkla hatırlatılıyor son zamanlarda. Sağ parti mensupları Venedik Film Festivali de dahil pek çok sanat olayını etkileyecek bu yönetim değişikliğini “bir cam tavan daha kırıldı” şeklinde yorumluyor.
Ranjit Hoskoté’ye documenta boykotu
Diğer kriz ise Almanya’nın kültür olayları arasında yer alan documenta’nın 16. edisyonuna hazırlık aşamasında yaşanıyor. Seçici komitede yer alan Mumbai’li yazar ve küratör Ranjit Hoskoté, Filistin halkıyla dayanışma içerisinde olduğunu söyleyen bir grup demokrat ve özgürlükçünün imzacısı olduğu açıklamada yer aldığı için anti-semitik ilan edilerek sağcılar tarafından hedef gösterildi. 26 Ağustos 2019 tarihinde İsrail Başkonsolosluğu’na karşı yapılan açıklamada, Konsolosluğun Mumbai Üniversitesi’nde düzenlediği ‘Liderlerin Ulus Fikri’ isimli tartışmayı protesto eden sanatçı, yaptıkları ortak açıklamada siyonizmin Hindu milliyetçiliğiyle benzer yanları olduğunu ifade etmişti. Açıklamada ‘Siyonizm’ için Yahudi olmayanların eşit haklara sahip olmadıkları, pratikte son 70 yıldır Filistinlilerin etnik temizliğine dayanan yerleşimci-sömürgeci ve apartheid devleti isteyen bir ırkçı ideoloji olduğu yönünde bir tarif yapılmıştı. Ayrıca yapılan açıklamada Hindistan’daki demokratik ve ilerici güçlerin mücadelelerini Filistinlilerin mücadelesiyle uyumlandıracağına da yer verilmişti.
Önce documenta Başkanı Andreas Hoffmann, daha sonra ise Almanya Kültür Bakanı Claudia Roth, 4 yıl önce yapılan bu açıklamadaki ifadelerin açıkça anti-semitik olduğunu tespit ettiler ve Roth, Hoskoté’nin seçici kurulda yer alması durumunda Bakanlığın documenta için fon vermeyeceğini açıkladı. Bunun üzerine Hoskoté komiteden bir mektupla istifa etti. Mektubunda özetle, yaşadığı üzüntüyü ifade edip canavarca bir suçlamaya maruz kaldığını, bağlamından çıkarılmış yorumların sarf edildiğini, yargılandığını ve damgalandığını ifade etti. ‘Zehirli bir atmosfer’de konuları incelikle tartışmanın mümkün olmadığını söyleyerek Yahudi halkıyla İsrail devletini birleştiren bir anti-semitizm tanımının dayatıldığını açıkladı. Aynı şekilde Filistin halkına karşı sempati ifadelerinin de Hamas’a destek olarak yorumlandığını söyleyen Hoskoté, bu geniş tanımın Omri Boehm, Moshe Zimmermann, Gideon Levy, Michael Marder gibi Yahudi düşünürlerce de kabul edilmediğini vurguladı. Bu koşullar altında documenta’nın farklı görüşlere açık olma özelliğinin ve hayal gücünü sürdürebilecek destekleyici bir ortam olmasının sona ereceğinden üzüntü duyduğunu da mektubunda ifade eden Hoskoté, küresel kültür politikalarına katkı sunan ve diyalog kurma isteğine sahip olan Almanya’nın bu özelliklerine gölge düşürüleceğinden endişe duyduğunu ekledi.
Hoskoté, tarihe not düşürmek üzere ise mektubunun eki olarak kendi pozisyonuna uzunca yer verdi. Yahudi halkına saygı duyduğunu, tarihsel acılarına derin bir empatiyle yaklaştığını, kültürel başarılarına hayran olduğunu söyledi. Yahudi karşıtı olduğu suçlamaları kabul etmeyen Hoskoté yıllardır Yahudi cemaatiyle beraber yaşadığına yer verdiği biyografik ayrıntılarla dahi böyle bir iddianın boşa çıkartılacağını ifade etti. Öte yandan İsrail’in entelektüel ve kültürel boykotuna İsrail’deki liberal, ilerici, eleştirel ve kapsayıcı meslektaşların pozisyonlarını zayıflatacağı ve izole edeceğini düşünerek karşı çıkan Hoskoté, kalbinin hem Yahudi halkıyla hem de mücadele içinde olan Filistin halkıyla birlikte olduğunu söyledi. Hoskoté, 2019’daki açıklamaya imza verme gerekçesini ise düzenlenen bu etkinliğin Siyonizm ile Hindutva arasında bir ittifak kurmak için entelektüel bir saygınlık geliştirmeyi amaçlaması olarak açıkladı. Hayatı boyunca otoriter güçlere, ayrımcı ideolojilere karşı olduğunu söyleyen Hoskoté, ortak bir zemin arayışına duyduğu bağlılıkla metne imza verdiğini söyledi.
Seçici kuruldaki bir diğer üye olan İsrailli sanatçı Bracha Lichtenberg Ettinger ise yaşanan savaş ve çatışma sonrası her ölüm için acı çektiğini ve her hayatın değerli olduğunu belirterek yaşananlar sebebiyle görevine devam edemeyeceğine karar verip bir istifa mektubu kaleme aldı. İsrail’de yaşayan sanatçı komite toplantılarını takip edemeyeceği ve diğer üyelerle bir araya gelmesi mümkün olmayacağı için ve yaşanan “karanlık zamanlar”ın da tüm ülkeyi etkisi altına aldığı için komiteden istifa etti.
Hoskoté’nin ardından tüm komite istifa etti
Komitede yer alan diğer dört üye Simon Njami, Gong Yan, Kathrin Rhomberg, María Inés Rodríguez ise iki komite üyesinin istifası ardından yayınladıkları mektupla birlikte topluca istifa etti. Bu adımı üzülerek attıklarını, documenta’nın tarihsel olarak büyüyen, kalıcılaşan uluslararası öneminin ve yankısının farkında olduklarını açıklayan üyeler, tam da bu farkındalığın onları documenta’nın geleceği konusunda endişeye düşürdüğüne yer verdi. Sanatın karmaşık kültürel, siyasi ve sosyal gerçekleri dikkate alabilmesi için farklı bakış açılarına, algılara ve söylemlere izin veren uygun koşullara ihtiyacı olacağını ifade eden komite üyeleri, komitedeki bir üyenin itibarsızlaştırılarak istifa ettirilmesinin bu ön koşulun Almanya’da gerçekleşip gerçekleşemeyeceği konusunun şüpheli olduğuna yer verdi.
İstifa eden üyeler, sanatın yankı uyandırabilmesi ve dönüştürücü kapasitesini geliştirebilmesi için çeşitli biçim ve içeriklerin eleştirel ve çok perspektifli bir şekilde incelenmesi gerektiğini, kategorik, tek taraflı indirgemeler ve karmaşık bağlamların aşırı basitleştirilmesinin ise böyle bir incelemenin önünü kesme tehdidine yol açacağını söyledi. documenta’nın belirleyici siyasi ilkelerinden birinin de ideolojik körlüğün mümkün kıldığı akıl almaz dehşetlerin açıkça farkında olarak, sanatın merceğinden dünyayı sürekli olarak yeniden müzakere etmek olduğunu ifade eden üyeler, documenta15’ten bu yana karşı karşıya olunan krizlerin arka planında yer alan aşırı basitleştirme ve kısıtlamaların yol açtığı duygusal ve entelektüel iklimin, documenta16’nın küratöryal konseptinin belirlenmesi sürecinin sorumlu bir şekilde sürdürülmesine engel olduğunu tespit etti. Almanya’da documenta sanatçılarının ve küratörlerinin hak ettiği açıklıkta bir fikir alışverişinin ve incelikli sanatsal yaklaşımların geliştirilmesi için uygun zeminlerin olduğuna inanmayan sanatçılar, kısa vadede kabul edilebilir koşulların yaratılabileceğine inanmadıklarını ve mevcut durumla yetinmenin documenta’nın mirasına saygısızlık olacağını düşündüklerini de istifa mektuplarına ekledi.
İsveç’te Mahsa Amini sergisine engelleme
Aşırı sağcılığın yükseldiği, sosyal demokratların iktidarı kaybettiği İsveç’te ise İranlı kadın sanatçı Sadaf Ahmadi’nin Eylül ayında, İran’da ahlak polisleri tarafından gözaltına alındıktan sonra öldürülen Mahsa Amini’nin ölüm yıl dönümünde, Borås Kültür Merkezi’nde açacağı sergi, güvenlik riski gerekçe gösterilerek iptal edildi. Çalışmaları İran’daki kadınların sorunlarına ışık tutan sanatçı ise böyle bir kararın İran’daki sansürden farksız olduğunu söyleyerek duruma tepki gösterdi. Kültür Merkezi ise yaptığı açıklamada açık alanda yapılacak bir sergi olması sebebiyle böyle bir karar aldıklarını duyurdu. Sergi gerçekleşseydi, Ahmadi’nin heykellerinin yanında 2022 senesinde protestolarda öldürülen kadın aktivistlerin portreleri de yer alacaktı. Betonla kaplı olan bu portrelerde Ahmedi, ziyaretçilerden katledilen kadınların hikayelerini öğrenmek için betonu kırmalarını isteyecekti. Ahmedi’nin sergisinin iptalinde aşırı sağın tepkilerinin de etkili olduğu sanatçı tarafından açıklandı.
Yaz aylarında İsviçre’de iptal edilen bir başka sergi ise İsrail hapishanelerinde tutuklu bulunan Filistinli mahkumlara ilişkindi. Filistinli mahkumlarla dayanışma ağı ve siyasi mahkumların durumuna dikkat çeken bir başka inisiyatif tarafından hazırlanan bu ortak sergi, açılmasına iki gün kala iptal edildi. Sağ eğilimli sivil toplum kuruluşlarının baskısı ile iptal kararı veren Cenevre yerel otoriteleri konunun “hassaslığını” iptal kararına gerekçe olarak göstermişti.
Londra’da Ai Weiwei sergisi iptal
Sağcılaşmanın sebep olduğu son engelleme ise İngiltere’den geldi. Çinli aktivist sanatçı Ai Weiwei’nin Londra’da Lisson Galeri’de bu hafta açılması planlanan sergisi açılıştan birkaç gün önce Weiwei’nin sosyal medyada Batı’nın İsrail devletini destekleyici tavrına dair bir ifadesi gerekçe gösterilerek iptal edildi. Galeri yönetiminden gelen açıklama, bunun bir iptal değil, erteleme olduğu yönünde oldu. Açıklamaya göre galeri, Weiwei için doğru bir zaman olmadığını savunuyor. Anti-semitik veya İslamofobik bir tartışmaya yer olmadığını ifade eden Lisson Galeri, Weiwei’nin ifade özgürlüğünden ve mazlumlardan yana bir tavra sahip olması sebebiyle kendisine saygı duyduklarını da açıklamasına ekledi.