Filistin’den insan manzaraları ya da kişisel tanıklık belgeselleri de buradaki ‘görsel politika’ hamlesinin büyük bir kısmını oluşturuyor. Büyük toplumsal ve politik yapının aciliyeti nedeniyle, şahsi unsurlardan ziyade ‘ortak mağduriyete’ dair işler üretiliyor. Ortada çözülmemiş ‘büyük’ bir kriz kapkara dururken, şahsi krizleri dile getirmek pek mümkün olamıyor herhalde.
Bir süredir, yani yaklaşık bir aydır Filistin’deyim. Burada 2. İntifada’nın sona ermesinden bu yana sıcak çatışma ya da silahlı özgürlük mücadelesi yerini büyük ölçüde ‘kültürel direnişe’ bırakmış gibi görünüyor. Silahlarla işgalci İsrail devletini alt edemeyeceğini ve aslında her ‘şiddet’ eyleminin (her ne kadar meşru öz-savunmaya dayalı bir şiddet olsa da) İsrail tarafından çok daha büyük operasyonların bahanesi haline getirileceğini anlamış gibi görünen Filistinli eylemciler haklarını kültürel bir damar üzerinden aramaya ve hiç olmazsa kendilerini ifade etmeye odaklanmış gibiler. Hep ‘gibi’ lafını kullanıyorum çünkü bu cümleleri bir ‘ortadoğu uzmanı’ olarak değil, şahsi birer izlenim olarak kuruyorum.
Bu kültürel direniş ya da ifade kanalında görsel medya çok kullanılan bir aygıt. ‘Gerçeği’ kaydedip gösterme itkisi ağır basıyor, bu nedenle de belgesel fotoğrafçılar ya da belgesel sinemacılar ağırlık kazanıyor. Filistin’den insan manzaraları ya da kişisel tanıklık belgeselleri de buradaki ‘görsel politika’ hamlesinin büyük bir kısmını oluşturuyor. Büyük toplumsal ve politik yapının aciliyeti nedeniyle, şahsi unsurlardan ziyade ‘ortak mağduriyete’ dair işler üretiliyor. Ortada çözülmemiş ‘büyük’ bir kriz kapkara dururken, şahsi krizleri dile getirmek pek mümkün olamıyor herhalde. Bu yüzden de yalnızlık anlatıları değil daha ziyade kolektif kimlik anlatıları, ben değil biz cümleleri belirleyici oluyor.
Ben bu ilk yazıda -belki devamı da gelecek, onun için ‘ilk’ diyeyim- bu temayüle uymayan bir sanatçıdan, Nidaa Badwan’dan söz edeceğim. Bu yazıya vesile olan olayı da hemen belirteyim. Şu anda Kudüs’te Badwan’ın ‘Yüz Günlük Yalnızlık’ (evet, Marquez’e gönderme) adlı sergisi devam ediyor. Nidaa Badwan Gazze’de yaşayan bir sanatçı. Bu ilk kişisel sergisi, geçtiğimiz yaz gerçekleşen Gazze saldırıları esnasında kapanmak zorunda kaldığı odasında ürettiği oto-portre fotoğraflardan oluşuyor. Gazzeli bir kadın sanatçı olarak Badwan çifte bir izolasyon yaşamış. Bir yanda İsrail’in ağır bombardımanı bir yandan da Hamas’ın kadınlara karşı uyguladığı baskı, Badwan’a evinden çıkmak dışında bir seçenek bırakmamış. İlk iki ay bu tecridin etkisiyle intiharı dahi düşünen Badwan, zamanla kendi mecburi ‘yalnızlığını’ başka bir dünyaya çevirerek, hayatta kalmak için bir damar yakalamış. Şöyle: dış dünyada yani saldırı altındaki Gazze’de yıkımdan ve baskıdan başka bir şey olmadığı için, kaldığı odanın duvarlarını boyayıp, bazı duvarları da örgüyle kaplamış. Sonra yarattığı bu ‘kişisel’ alanda, 16. ya da 17. yüzyıl klasik tablolarını da andıran ‘oto-portreler’ kurgulamaya başlamış. Bu oto-portreler meditasyon yapan bir figürden, dikiş makinesinin başında dalıp gitmiş yaşlı bir kadına, siyah taytı ve renkli çoraplarıyla bir salıncağın üzerinde cüretkar bir poz veren genç bir kadına kadar uzanıyor. Böylece dış dünyada performe edemediği çeşitli ‘benlikleri’ bu oto-portreler üzerinden ifade edip, kendine ait bir oda ve estetik bir alan yaratıyor.
Badwan bu işleriyle yaşadığı ‘büyük kapatılma’ya (evet, Foucault’nun bahsettiği kapatılma) küçük bir hamleyle cevap veriyor ve bu sayede, mecazi değil gerçek anlamda hayatta kalabiliyor. Ve fakat, Gazzeli bir sanatçı olarak Kudüs’teki kendi sergisine katılma imkanı bulamamış zira İsrail tarafı Gazze’deki kuşatmayı yumuşatmaya hiç niyetli değil. Ama olsun varsın. Badwan’ın işlerinin Kudüs’ten sonra çeşitli Filistin şehirlerini dolaşacağı söyleniyor. ‘Sanatın gücü’ gibi lafların modası geçmiş gibi görünse de, hakikaten böyle bir şey var ve insanların bu gücü kullanmasını hiçbir kuşatma durduramıyor.
Badwan bu otoportre serisinden önce de Gazze’de iki kayda değer iş üretmiş. 2008’deki Gazze saldırısında yok edilen Kızıl Haç kültür merkezinin yıkık, yanmış duvarlarına mavi ve kırmızı soyut tablolar asan Badwan, ısrarla sanatını sürdürmeye çalışmış. Mavi, Filistin’in geleneksel rengi, kırmızı da işte kanın ve Kızıl Haç’ın rengi. Badwan 2013’te yapılan karma sergi ‘This is Also Gazza’da da bir otoportreyle yer almış. Kafasına geçirilen siyah çöp torbasından kurtulmaya çalışan ve torbayı yırttıkça yüzündeki acı ifadesi daha da artan bir kadının dört fotoğraftan oluşan portresi. İmalar çok açık: değersizleştirme, kara poşet, kurtulmanın imkansızlığı vs..
Filistinli sanatçıları desteklemek için kurulmuş Al Housh galerisi / vakfı sayesinde Badwan’ın işleri Filistin’den sonra Berlin, Paris gibi şehirlere de gidecekmiş. Belki bizim oralara da uğrar. Bu akış gösteriyor ki fiziksel olarak hapsedilen insanların fikirlerini hapsetmek mümkün değil. Edward Said de zamanında “Filistin bir fikirdir” demişti. Neyi yok ederseniz edin, henüz fikirleri (ve tezahürlerini) yok edecek bir silah bulunmadı.