A password will be e-mailed to you.

Son konuşmamız, İstanbul Modern’deki retrospektifinden bir gün önce gerçekleşti. Onu son görüşüm ise çok yeni. Birkaç hafta önce… 

 

Burhan Doğançay’ın 50 yıllık üretimini, 14 ayrı dönemini ortaya koyan 23 Mayıs-23 Eylül 2012 İstanbul Modern’deki en kapsamlı sergisini bahane edip… kendisiyle keyifli bir sohbet şansı yakaladık.

1960’lardan bu yana duvarlar aracılığıyla kentin toplumsal, kültürel, politik dönüşümünü ortaya seren çağdaş Türk sanatının usta ismi Burhan Doğançay’ın Türkiye’deki en kapsamlı sergisi şu günlerde İstanbul Modern’de. Doğançay’ın 50 yıllık üretimini, 14 ayrı dönemini ortaya koyan sergide 120 çalışması yer alıyor.

Kent Duvarlarının Yarım Yüzyılı: Burhan Doğançay Retrospektifi adlı sergi tamamen sanatçının duvarlar ilgili işlerinden oluşuyor. Kendi deyişiyle “İlk duvardan son duvara kadar” bütün duvarları var bu sergide… Ohio Müzesi’nden Louisiana Müzesi’ne ve elbette Guggenheim’a yurt dışından 17 müzenin koleksiyonundan 35 resmi bu sergi için getirtildi. Yıldız Holding sponsorluğunda gerçekleşen sergiyle eş zamanlı olarak Prestel Yayınevi‘nden çıkan kitabı da başta serginin de küratörü olan İstanbul Modern Baş Küratörü Levent Çalıkoğlu, Richard Vine ve Brandon Taylor yazdı. Burhan Doğançay, bu kapsamlı sergisini anlattı…

 

Ayşegül Sönmez: Sergiyi kaç yılından başlattınız?

Burhan Doğançay:  1960’lardan…

 

Ayşegül Sönmez: Kronolojik mi ilerliyor?

Burhan Doğançay: Evet, elbette… Bu sergi yalnız duvarlar dikkat edersen… Benim sanatım duvar sanatı. Ben wall-art’ın kurucusuyum. İlk duvarlarla başlattık. Türkiye’de ilk defa böyle bir şey oldu. 17 müzeden resim geldi. Bu görülmemiş bir şey. Mesela bir işi çok kırılgan diye yollamadı Guggenheim… Resimler nasıl geliyor biliyorsun? Resmi bir görevli getiriyor. Bütün yolculuğu yapıyor. Müzeye getiriyor. Asıldıktan sonra biniyor gidiyor. Toplanınca tekrar geliyor. Guggenheim’dan iki resim geldi.

 

Ayşegül Sönmez: Retrospektif deyince ben seyahat fotoğraflarınız, Brooklyn köprüsü, suluboyalarınız, guvajlarınız, baba-oğul sergisinden işler hatta defterleriniz olur diye düşünmüştüm…

Burhan Doğançay: Bütün resimlerim aşağı yukarı tarihi arşivdir. Fotoğraflar da öyle. Benim dünya duvarları fotoğraflarım… 114 ülkenin fotoğrafları. 40 bin slaytım var. Benim fotoğrafta iddiam yok. Ressam gözüyle görüyorum. Brooklyn Köprüsü fotoğraflarım… Üç sene çıktım o gökdelenlere… Deli gibi çalıştım.

 

Ayşegül Sönmez: Bizim 15 yıl önce yaptığımız söyleşide sizin lig fikriniz vardı. Sanatı birinci, ikinci ve hatta üç lige ayırıp asıl meselenin birinci lige girmek olduğunu söylemiştiniz. Artık kalmadı ama değil mi, birinci lig diye bir şey? Çin örneği bana bunu düşündürüyor çünkü… Çin’in egemenliği çökertmedi mi sizin teoriyi?

Burhan Doğançay: Hayır, çökertmedi. Benim birinci lig dediğim şu… Nasıl ki futbolda var. Munch 119 milyona gitti iki hafta evvel. Ondan evvelki rekor Picasso’nundu. Evvela seni kendi ailen tutacak. Çin modern sanatı hiçbir yerde bilinmiyordu. Çin’de 11 milyarder var. Çin her sahada öne çıkmak istiyor. Onun üzerine Çinliler üç dört tane ressamını içeride iki milyon dolara çıkarttılar. Öbür türlü dışarı açılman imkansız. Benim sana on beş sene evvel söylediğim… Türkiye’de de bir ressamın fiyatları bir milyonla satılmazsa, dışarıda unut onu. Çin’e gitti bunun üzerine herkes bu resimlere bakmaya… Bugün Çinlilerin resimleri 10 milyona filan gidiyor. Ama hala birinci lige çıkamadılar. Bir Rauschenberg olmak için yüz sene lazım. Benim söylediğim şuydu. Birinci ligde oynayan, Real Madrid’de oynayan Türkler var. Eskiden bu düşünülemezdi. Arda mesela Atletico Madrid’de… O zaman Türk futbolunu tanımıyordu kimse. Birden bire atladılar birinci lige. Oynuyorlar.

 

Ayşegül Sönmez: Bir resmin değerini kim belirliyor? Müzayedenin belirlediği nihayetinde sadece fiyatı değil mi?

Burhan Doğançay: Yedi asır, yani Giotto’dan itibaren Rönesans dahil, bir resmin fiyatı neyle ölçülecek, bunu bulamadılar. Müzikte sesi ölçersiniz. Edebiyatı da ölçersin. Senin çocuğun gitsin yetiştiği zaman Nadal’ı yensin bir numaradır. Ölçü budur. Oysa resim farklıdır. Benim şu resmime, biri “Bunu benim çocuğum da yapar” diyor. Diğeri “Bu şaheserdir” diyor. Picasso’ya şarlatan diyen var, dahi diyen var. En sonunda karar verilen şey, en pahalı resmin en iyi resim olduğu…

 

Ayşegül Sönmez: Ve bu da bir sanatçıya iyi gelmez herhalde… Sizi rahatsız etmiyor mu?

Burhan Doğançay: Hayır, hiç etmiyor. Öbür türlü nasıl ölçeceksin? Beni asıl bu resim bizim möbleye iyi geliyor, alayım bari demek rahatsız eder. Bir galerinin benim resmimi 10 milyona satması gibi değil. Müzayede satışı başka. Tüm dünyada iki tane müzayede satışı var: Sotheby’s ve Christie’s. Sanatçı çok fakirlik yaşamazsa sanatçı olamaz. Bana bunu söylediklerinde ben gülüyorum. Çünkü ben de o günleri yaşadım. Ekmek alamadığım gün oldu. Karnım açken, kiramı ödeyemezken, evden atılırken nasıl resim yaparsın? Van Gogh yaptı diyorlar. 31 yaşında öldü sonuçta. Van Gogh yaşasaydı multi milyarder olurdu. Cézanne, Salon’a giremedi on altı defa… Cézanne, Cézanne oldu yaşlanınca. Ben de öyle… “Gitmediğim casino yoktur Avrupa’da…”

 

Ayşegül Sönmez: Hızlı bir gençlik mi yaşadınız?

Burhan Doğançay: Alkol, gece hayatı çok az vardı. Kızlar bir parça vardı. Bütün Ankara çalkalanırdı. At yarışları vardı. İyi de oyun oynarım. Avrupa’da oynamadığım casino yoktur benim… Kağıt oynarım. Poker mesela. Bakara mesela… Briç de hiç benim karakterim değil. Briç oynamak zeka işi derler, değil! Kafan bomboş olacak.

(Milliyet Sanat, Kasım 2012)

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 16:19:59