A password will be e-mailed to you.

Dünyanın tüm videolarını aynı anda izleyecek olsak gökyüzünü geçer mi?

“Limanın üzerindeki gökyüzü, sinyali kesik bir kanala ayarlanmış televizyon ekranı renginde.”

 William Gibson/Neuromancer [i]

Gökyüzünün mavisi, okyanusun mavisi, sinyal kesildiğinde video ekranının mavisi. Dünyanın tüm videolarını aynı anda izleyecek olsak gökyüzünü geçer mi?

Andreas Treske, İngilizce olarak Almanya’da basılan Video Theory – Online Video Aesthetics or the Afterlife of Video kitabında ‘videoya’ bakıyor. Hayatımıza ilk girdiğinde koca koca kasetlerde, köşe başındaki dükkanlara gidip kiraladığımız, arkadaş ve komşularla değiş tokuş ettiğimiz şu video. Bu gün ise artık duş almak, yemek yemek gibi hayatımızın bir parçası olan video. O ilk bildiğimiz video öldü ancak o küllerinden tekrar doğarak hayatımıza girdi. Kırmızı ışıktan geçerken mobese kamerasına yakalanan asık yüzümüz, bir bebeğin dünyayı dolaşan kahkahası, en sevimli kedi yavruları. Belki Marx’ın öngördüğü gibi dünyanın tüm emekçileri birleşemedi ama dünyanın tüm kedileri video oldu, bir ‘network’de birleşti. Cebimizde, masamızda, karşımızda, hatta mutfaktaki buzdolabının kapısında, arabamızda. Anında, istediğimiz her yerde elimizin altında. Bir zamanlar uzayın sonu nerede biter sorusu gibi, bu videoların sonu nerede, nerede birikir, nerede durur, kırpıp kırpıp yıldız mı yapılır? Aradığımız anda, hatta aramadığımız anda yanında bir sürü benzerleri ile sanal dünyanın derinliklerinden çıkıp nereden, nasıl gelir? Aslından çok sanalına baktığımız, yazıp okuduğumuzdan çok, videoya çekerek ya da videodan seyrederek paylaştığımız her an on-line ve bir network içinde yaşanılan bir dünya. Sürekli bir sunum, yeniden sunum ve ilişkiler dünyası ve bu dünyanın estetiği içinde, hem yaratıcısı hem tüketicisi olarak hepimiz. Biz hepimiz merkezindeyiz ama bir o kadar da bizden bağımsız bir dünya.

 

Yaşayan Bir Organizma Olarak Video

Yayınevinin yaptığı röportajda Andreas Treske, kitabın post media, ya da internetten sonra medya, ya da her neyse bu dönemde, YouTube ve Instagram jenerasyonunu odak aldığını söylüyor. Ancak; medya öğrencileri, akademi ve sanat dünyası kadar, teknolojisi ile ilgilenmese de bu dünyanın parçası olan herkesin de okuyabileceği şekilde yazmaya çalıştığını belirtiyor. Sürekli devinen, değişen, eklenen, çıkarılan, yeniden kurgulanan kendi yaşam evrelerini sürekli adaptasyonla tamamlayarak hiç ölmeyen bir formun özelliklerini, estetiğini, davranışlarını ‘yakalamaya’ çalışıyor. Çünkü bu cümleleri yazarken bile sürekli değişiyor.

“Bütün kameraların çektiği bütün videolar sürekli yükleniyor, paylaşılıyor, linki veriliyor, ilişkilendiriliyor, mavi bir okyanus planetimizi sarıyor, bir video okyanusu.”[ii]

Bir okyanus gibi beslenen, dalgalı, elinizle ancak bir damlasını tutabileceğiniz, kaygan, akışkan, derin. Gelgitleriyle, yüzey ve dip akıntıları ile kendi eko sistemi ile bir düzen. Kitapta verilen örneklerden biri olan, Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi kişisel tweetlere eklenen mobile videolarla tüm diğer iletişim mecralarının bir anda anlamsız kalması ve protestolarda çekilen çoğu amatör videoların okyanusun içinde damlalar halinde sonsuza dek yaşayacak olması gibi. Gezi olaylarının ikinci günü sabaha karşı Boğaz Köprüsü üzerinden yürüyüşe geçen insanların görüntüsü gibi. Görüntü, her yerde dolaşıyor, tekrarlanıyor, durmadan çoğalıyor. Artık kim çekti bilinmiyor ve bu görüntünün artık çekeninden ve on-line koyan ilk kişiden bağımsız bir hayatı var.[iii]

Kitap çağımızın vazgeçilmezi olmuş bu olgu üzerine tartışıyor ve üzerinde düşünmeye çağırıyor.

Aşağıdaki linkte; denizin dibine bırakılmış bir kameranın kaydı üzerine seslendirilmiş olan kitabın ilk bölümünü izleyebilirsiniz:

https://youtu.be/5Cj_R9Ku67A

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 16:19:02