"Jay-Z ve arkasındaki ekip, dijital teknolojinin nimetlerinden geri kalmayıp her imkanı paraya dönüştürmeye yemin etmişlerdi."
Resmi Twitter hesabındaki biyografisinde tek kelime yazıyor: “Dahi”. Twitterı çok fazla kullanmasa da zaman zaman takipçilerine yazdığı mesajlar on binler tarafından tekrar paylaşılıyor. “Uzun zamandır mısır gevreği yemiyorum” gibi Allahın sevdiği kulu hayranına yazdığı cevaplar dâhil. Çağımızın starlık göstergesi: Takip ettiği kişi sayısı sıfır, 2.5 milyonun üzerinde takipçisi var. “Dünyanın en iyi performans sanatçısı Beyonce” diye ara sıra eşine övgüler düzüyor. Doğma büyüme bir New Yorklu olarak 11 Eylül’de mağrur bir edayla sadece o günün tarihini not düşüyor sosyal medyaya.
“Hayallerin gerçekleştiği betondan orman” New York, onun evi. Rihanna gibi bir sesi Barbadoslar’dan dünya müziğine kazandırmasıyla kanıtlanmış olağanüstü bir yapımcı zekâsından söz ediyoruz aynı zamanda. Yakın bir tarihe kadar Brooklyn Nets’in hisselerinin bir kısmına sahip olmasının yanı sıra dünyanın en çok kazanan rapçilerinden biri olma unvanını gururla –son albümdeki sözlere bakarsak çoğu zaman bir yük olarak–taşıyan, her vokal yaptığı şarkıya bambaşka bir hava katan Kral; Shawn Carter, nam-ı diğer Jay-Z’nin Magna Carta Holy Grail (MCHG) albümü geçtiğimiz ay çıktı.
Ben Bu Oyunu Bozarım
MCHG’nin çıkışı hayranlarını gittikçe heyecanlandırmak ve sonunda on altı şarkılık albümü kucaklarına bırakmak üzerine kurgulanmış bir promosyon harikasıydı. Önce NBA finali Miami Heat-San Antonio Spurs maçı arasında, “Bi’ daha çal bakayım, neydi o” diye klavyecesine seslenen Jay-Z’nin stüdyo provalarından bir kesit izledik. Tanıtım videosunun bitiminde ise olması gereken oldu; on saniyelik piyano melodisi, bir adet Nets şapkası ve Samsung logosu kaldı akıllarda. #Newrules (Yeni kurallar ya da “oyunun kurallarını değiştiriyorum, hadi bakalım”) hashtagiyle öğrendik ki Samsung, telefon ve tablet kullanıcılarına albümün çıkışından üç gün önce bütün şarkıları ücretsiz dinleyebilme şansı tanıyacaktı.
Anladığımız kadarıyla Jay-Z ve arkasındaki ekip, dijital teknolojinin nimetlerinden geri kalmayıp her imkanı paraya dönüştürmeye yemin etmişlerdi. Kendi tabiriyle vahşi batıya dönen internet ortamında ancak böyle bir stratejiyle ayakta kalınabilirdi. Müsterih olsunlar efendileri; ayakta kalmayı bırakın, albüm müzik marketlerde satışa çıkmadan önce platinyum serisine girmeye hak kazandı. Yapılan anlaşma gereğince Samsung albümün bir milyon kopyasını çoktan satın almıştı. Diğer yandan, “ufak tefek” pürüzler de çıkmadı değil. Uygulamayı indirmeye çalışanlar, bulundukları yer ve arama kayıtları gibi kişisel bilgilerini paylaşmaları karşılığında şarkıları dinleyebileceklerini sonradan öğrendiler. Son zamanlarda NSA’in dinleme skandalıyla çalkalanan ABD için Tarkan’dan geldi: Her şeyin bedeli var; Jay-Z’yi dinlemenin de…
Brooklynliyim Ezelden
Barack Obama’nin ikinci kez başkan seçildiği resmi yemin töreninde Beyonce milli marşı okumak için sahnedeyken, dünyanın bu en star çiftinin iktidarla olan samimi ilişkisi dikkat çekmeyecek gibi değildi. Buna rağmen milyon dolarlık servetini görünmez kılmaya çalıştığı anlardan biri geçtiğimiz aylarda iki dakikalık bir Youtube videosunda hayat buldu. Hemen videoyu hatırlatalım: Hayranlarının çığlıkları arasında konser vereceği Barclays Center’a gitmek için metroyu kullanan Jay-Z, trende yaşlı bir kadının yanına oturur. Kadın onu tanımaz. Bunun üzerine mütevazılıktan kırılarak kendini “Jay” diye takdim eder ve hayatını iki kelimeyle özetler: “Müzik yapıyorum.”
Jay-Z’nin Barclays Center’da sekiz kez üst üste verdiği konser maratonunun Where I’m From isimli bir belgesele dönüştürülmüş halinin küçük bir kısmıdır bu video. Konser verilen mekân, Brooklyn’in Atlantic Yards semtinde yer alan ve bölgenin basketbol takımı Nets’in maçlarına 2012 itibariyle ev sahipliği yapan bir “kültür kompleksi”dir. Bir yandan, kameralara “İşte evim şuralardaydı” diye inşaat alanını gösteren Jay-Z’yi, diğer yandan toz toprak bir alanının bir yılda şarkılarla inleyen bir konser mekânına dönüşmesini konu alıyor Where I’m From… Fakat fazla hislenmeye gerek yok, zira mekâna ait çekincelerimizin boşuna olmadığını Battle for Brooklyn isimli başka bir belgesel sayesinde görüyoruz yakın zamanda. Çekimleri sekiz yıla mal olan ve “Evinizi sizden almaya çalışırlarsa ne yaparsanız?” sorusunun sorulduğu bir afişe sahip bu belgeselde, Barclays Center’in yapılması uğruna evlerinden çıkarılan bir grup insanın mücadelesini izleriz. Buradan “Diren Atlantic Yards!” diye bağırsak, Nets taraftarlarının sesinden duyulmaz olacağımız kesin. Bu yüzden semt sakinlerinin seslerinin de aynı kaderi paylaştığını herhalde söylemeye gerek yok.
Battle for Brooklyn’in sabırlı yönetmenleri (ayni zamanda semtin mağdurları) sağ olsun, star çiftin Barclays Center’in açılışındaki havaları gözümüzde bir anda değerini yitirir; Jay-Z’nin onu besleyen semte yıllar sonra şarkılarını söyleyerek ödediği borç nafile bir çaba olarak kalır. Fakat bir yandan da gönül almayı ihmal etmez. Aynı mekânda verdiği konserlerin sonuncusunda, herkes gecenin anlam ve önemi üzerine birkaç klişe laf edeceğini beklerken Jay-Z eline bir tişört alır. 42 Robinson yazılı formayı sahnenin ortasında sonuna kadar açıp seyirciye gösterir: “Bakin nereden nereye geldik” der. Forma Amerika’nın ilk siyah beysbol oyuncusu Jackie Robinson’undur. Brooklyn Dodgers takımının yıldızı, yeteneği sayesinde girdiği modern beysbol ligindeki ırkçılığa 1947‘de son vermiş, 2012’de binler tarafından bu konser vesilesiyle alkışlarla anılmıştır. Irk ayrımına uğramamak için olağanüstü yetenekli bir beysbolcu ya da rapçi olmayanlarsa sessiz kalmışlardır o gece muhtemelen.
Hermes’ten Toplanan Pamuklar
Brooklyn’in Jay-Z için önemini ve müzik endüstrisine havale edeceğimiz yeni satış stratejilerini bir yana bırakıp başlı başına bir yazı konusu olacak albümün beşinci şarkısı “Oceans”la yazıyı kapatalım. “Umarım siyah tenim şu beyaz smokini kirletmez, kirletirse de…” diyip küfrü basan bir Frank Ocean vokaliyle başlıyoruz şarkıya. Sonra eskiye özlem çektirmeyecek kadar güzel sözlerle bezenmiş satırları söylemek için Jay-Z mikrofonu alıyor eline. BP’nin petrolünü o sulardan temizle temizleyebilirsen diyor; arada Christopher Columbus’un 1492‘de “dünyayı keşfetmeye” çıktığı gemisi Santa Maria’yı yerin dibine sokuyor ve tek bildiği Christopher’ın, 1997’de öldürülen Brooklynli rapçi Christopher Wallece olduğunu ilan ediyor. İpek ürünleriyle ünlü Hermes mağazasını anarken kölelik günlerini hatırlatıyor, Hermes’e yanaşacak geminin olsa olsa pamuk toplayacağını söylüyor.
Tüm bunlar olurken 2012’de Trayvon adlı çocuk, derisinin renginden dolayı şüpheli bulunup Florida eyaletinde öldürülüyor ve bir sene sonra katili mahkeme tarafından aklanıyor. “Bu sular benim ailemi yuttu/ bu sulara benim kanım karıştı” diye Frank Ocean’ın sesi giriyor araya. Jay-Z mahkeme kararının açıklandığı günün ertesinde uyuyamadığını söylüyor. New York’taki protestoya Beyonce’yle birlikte oldukça dikkat çekmemeye çalışarak Trayvon’un ailesinin yanında katılıyorlar. Justin Timberlake’le çıktığı konserde son şarkısını Trayvon’a adıyor. “Gençken ölelim ya da sonsuza kadar yaşayalım/ Gücümüz yok ama umudumuz var” diye “Forever Young”i binlerce kişiye hep bir ağızdan söyletiyor. Ağlatıyor ve yine sevdiriyor kendini. Sonra öğreniyoruz ki son gelişmelerden sonra Trayvon’un katili George Zimmerman’ın salıverilmesine neden olan kanunun geçerli olduğu Florida’daki konser programı iptal edilmiyor…
“Patlat Bir Şampanya da Neşemizi Bulalım”dan Ötesi
Rolling Stone dergisi bir önceki albümü Watch the Throne’a istinaden “Jay-Z bu sefer tahtta uykuya daldı” başlığını atmıştı. Müzik eleştirmenleri ise “Şan şöhret bıkkınlığından başka derdimiz yok mu kuzum” diye MCHG’yi eski albümlere göre hafif buldu. Devasa bir servetin üzerinde oturmanın sorumlulukları çok fazla kuşkusuz. Konu Jay-Z gibi her adımı para eden biri olunca iktidarla olan kusursuz kurulan ilişkiler de onu başlı başına bir endüstri haline getiriyor. “Ben iş adamı değilim, işin kendisiyim” demesi boşa değil. Şarkılarındaki soğuk şampanyaların, parlak günbatımlarının, okyanus dalgalarının satırlarına nasıl sızdığını anlamak bu yüzden güç değil.
Son bombasına değinmeden geçmeyelim. “Picasso Baby” şarkısının klip çekimi için “
rap severlerin performans sanatını googlelamasını istiyorum” diyen Marina Abramovic’i, bağımsız yönetmen Jim Jarmusch’u, sokak dansçılarını, balerinleri, dizi oyuncularını, üniversite profesörlerini, yazarları, sanat tarihçilerini çekime ikna etmesi eminiz kolay olmamıştır. Kaldı ki klibin yönetmeni de bunun bir müzik videosu değil performans işi olduğunu, Jay-Z’nin altı saat boyunca playback yerine şarkıyı söylediğini hatırlatıyor. Sektörde yapılagelen işleri yinelememek adına farklı anlatım yollarını sonuna kadar zorlamak, bir araya gelmesini düşünemediğiniz sanat dallarını bir şarkıda buluşturmak elbette yeni bir soluk getirir müzik dünyasına. Bu da hiç hafifsenecek bir şey değildir.
Ama yıllar önce kendi yaşadığı bir hikayeden yola çıkarak yazdığı, arabasını kenara çektiren polisle uzun bir diyaloğa girdiği “99 Problems” neredeydi, bu nerede diye sormamak olur mu? “Genç ve siyah olduğum için” durdurmadıysan niye durdurdun diye polise kafa tutan Jay-Z’yi özlemeyen kim var? Son albümündeki gibi baba olmayı ve babasızlığı anlatmasını daha çok isteyen, “bu sular hikayemi bilir/ bu sular her şeyi bilir” satırlarındaki hikayeyi daha çok duymak isteyen? “Oceans”ın hatrına, söyledikleri ve yaptıkları arasındaki büyük uçuruma rağmen bir istek de bulunmuşuz kraldan, çok mu?
Görsel: Wikipedia üzerinden; Mikamote