Onur Gülfidan’ın beşinci solosunun diğerlerinden farkı sanatçının geçiciliği kabullenişinde.
Figür kaynağı çoktan hatırlanmayan bir alıntıdan ibaret kaldığında…
Onur Gülfidan, Artsumer’de açtığı beşinci ve son solosunda işte bu cümlenin devamını getirmemizi istiyor. Sanki biz izleyicinin figürün ölümüne tanık ve hatta iştirak etmemizi ister gibi.
Sinsice.
Sinsice diyorum ama sinik demiyorum, dikkatinizi çekiyorum.
Doğan Çocuk kitap ve dergilerinden kalma retro ilüstrasyonlardan belli başlı klasik Amerikan filmleri sahnelerine göndermelerle dolu tuvallerinde izleyiciyi tuvalden kuşkulanır hale getiriyor çünkü Gülfidan.
Kendi de sorular içinde belli.
Soruların getirdiği kaçınılmaz şüphe yüzünden olsa gerek ilk kez kanvası başı boş bırakma cesaretini göstermiş bu sergisinde.
O bütünlüklü kompozisyon, gerçekçilikten taviz vermeyen, film ya da bir çocuk dergisi ilüstrasyonundan alıntı yapsa da ‘beyazları doldurma’ telaşına bir son vermiş.
Artık bir tuvaller solosunun arkasındaki mahir bir çift el karşısında kuracağımız, ‘her şeyden önce elinize sağlık’ cümlesi değil. Aksine bir ressamın kendi aracına dolayısıyla kendisine ilişkin nice sorular sorduğu, cümleleri tamamlayamadığı ve tamamlatmadığı bir sergiyle karşı karşıyayız.
Tuvalin dışına da ayak bastığı hatta.
Onun “şüphe”ciliğiyle etrafı kolaçan etmekte gecikmezsek keza bu çıkartmalar’ı görebiliriz.
Onur Gülfidan’dan başka birine ait olabilecekmiş gibi duran bu çıkartmaları. Bir duvarın dibinde ya da girişte yere yakın duran çıkartmalardaki desenler onun kusursuz, hazır pop imgeleri gibi değiller. Aksine dışavurumcu ve kurcalanmış görünüyorlar.
Burada çıkartmalardaki estetiğin çıkartılmak üzere olmanın verdiği geçicilikle çeliştiği ve kanvastaki figür alıntılarıyla çekiştiği söylenebilir.
Bu geçiciliği kabulleniş Onur Gülfidan resmi için kesinlikle taze bir atak.
Kanvastakilerin tıpkı alıntılandıkları gibi çıkartılmaya daha uygun popüler imgeler olmalarıyla, çıkartma olan figürlerin “geleneksel’ görünmeleri arasındaki gerilim de öyle.
Bu solonun diğerlerine göre farkı da sanırım burada!
Onur Gülfidan, daha önceki resimlerinde izlediği müzik televizyonlarından, filmlerden, içtiği bardaktan, giydiği tişörtten, kotun etiketinden akan her imgeyi birer kökeni varmışçasına resimlerine yerleştirirdi.
Oysa artık ressam, beşinci solosunda (artık ağırlaşmış eliyle) bu imgeleri tuvaline yerleştirirken kaynaksız, kökensiz olduklarının bilincini taşıyor.
Gülfidan, imgelerin, dünya dediğimiz ekran çoğulluğunda sürükleniyor olduklarının farkında.
Bu bir nihilizm değil kesinlikle.
Bu sinsice bir ele geçiriş.
Soruların ressamı.
Ressamın sorularının sizi.
Özellikle alterdeki sunulmuşa bakacak olursak işte onda resmin büyük harfli Tarih’ini, İstanbul’da Akademi’de sırtlanmış genç ressamın kamburunun eğimini işaretlemek mümkün.
O yüzden sergide çeşitli tuvallere iliştirilmiş bütün dünya imgeleri bir yana bu küçük varak çerçeveli en sinikmiş gibi duran örtülü figür bir yana.
Bu sinikmiş gibi duranda onu nereden keseceğimizi gösteren figüre dikkat dikkat!
Bu figurine etrafından geçen, onu kesecek makasa ve sahibi ele yol gösterirken aslında ressamı tarafından artık kutsanmayacak olmasına rıza gösteriyor mu dersiniz?
Yoksa onu kuşatan bu küçük tireler ona ressamı tarafından armağan edilen yeni bir aura mı?
İşte buna Onur Gülfidan bir sonraki sergisinde karar vermiş olacak.
O sergiye kadar bu gitgeller, siyah /beyaz ve renkli, figür ve figür alıntısı, an ve anısı, afiş ile resim, obje ile objektivite arasında onu izlemeye devam edelim.
Onur Gülfidan
Elimin ağırlığı