A password will be e-mailed to you.

4 Aralık – 14 Aralık tarihleri arasında, Ege Üniversitesi bünyesinde, iki yılda bir gerçekleştirilen Uluslararası EgeArt Günleri"Algısal Farklılaşma" teması altında altıncı kez düzenlendi. Ege Üniversitesi, Akbank, Fransız Kültür Derneği, Bornova Belediyesi, Italyan Konsolosluğu gibi birçok kurum, kuruluş ve galeriyle ortaklaşa çalışarak gerçekleştirilen on günlük etkinlik, üniversite mensuplarından oluşan kurul ve sanat severlerin katkılarıyla hayata geçirildi. 

Organizasyon, Atatürk Kültür Merkezi ekseninde, Adnan Saygun Kültür Merkezi, İzmir Resim Heykel Müzesi, Ege Üniversitesi’nin çeşitli binaları, Konak ve Bornova Belediyesi Binaları, İzmir Özel Türk Koleji Uşakizade Köşkü olarak, İzmir’de 15 farklı yerde düzenlenen sergiler ile farklı sanat dallarının ve farklı yaş gruplarındaki sanatçının eserlerinin izleyici ile buluşmasını sağladı. Bütün bunların yanı sıra, organizasyonun en önemli özelliği çağdaş sanat eserlerine ancak  lobisinin duvarlarında denk gelinen bir şehirde çağdaş Türk sanatının önemli kilometre taşlarını ayağımıza kadar gelmesiydi.  Bu yazı ise diğer etkinliklerin yanı sıra organizasyonun merkezi olan Atatürk Kültür Merkezi’nde gerçekleşen etkinlikler göz önüne alarak düzenlendi.

Sanat Günleri’nin bu seneki onur sanatçısı, Seyhun Topuz seçildi. Diğer sergilenen sanatçılar ise "Usta’ya Saygı" kategorisinde Azade Köker, Balkan Naci İslimyeli, Bingül Başarır, Füsun Onur, Genco Gülan, Hale Tenger, Koray Ariş, Murat Morova ve "Yaşayan Anıt Sanatçı" kategorisinde; Atilla Atar, Ayfer Karamani, Can Göknil, Cuma Ocaklı, İbrahim Balaban, Osman Dinç, Özdemir Altan, Süleyman Saim Tekcan oldu.

Seçilen eserler ve organizasyon biçiminde dikkat çeken giriş katındaki sanatçıların eserlerinin yan yana nerdeyse aralıksız sergilenmiş olmasıydı, bu tercih sergiyi fazla statik kıldı, mesela Özdemir Altan’ın işinin tek bir sunta duvar üstünde sergilenmesi, çevresinde oluşan kargaşanın esere olan ilgisini dağıtıyordu. Ayrıca, sergileme sırasında mekan kullanımında hatalar göze çarptı. Osman Dinç’in devasa kütleli metal heykellerine bakarken, bir anda izleyicinin gözü eserlerin altından geçen kahverengi, bej karolara takılıyor ve eser yine vurgusunu ve hatta estetiğini kaybediyordu.

İkinci katta ise onur sanatçının odası Seyhun Topuz yer almaktaydı. Seyhun Topuz’un farklı dönemlerinden yaratmış olduğu ve pek çok koleksiyonda yer alan eserlerinin sergilendiği oda sanatçının eserlerinin çıkış noktası ve geldiği nokta açısından yeterince bilgilendiriciydi. Sanatçının kapalı formlardan yola çıkarak geometrinin nasıl doğasının keşfettiğini, onu parçalayıp nasıl yeniden inşa ettiğini ve en son geldiği noktada artık boşluğunda tanımlı ve anlamlı bir elemana nasıl dönüştüğünü resmen açık açık anlatıyordu. 

Diğer yandan, Topuz’un, "Düğüm" serisi eserlerinin özelliği olan "boşluk – doluluk dengesi" özelliklerini taşıyan eserleri arka plan ile çok ilişkilendirilemediği hatta fazla nötr etki yarattığı için eserlerin özelliği yeterince öne çıkmamış. Ayrıca bu katta yer alan sanatçıların benzer odalarda sergilenmesi; Seyhun Topuz’a verilmiş olan "Onur Sanatçı" unvanına yeterince vurgu yapmayı engellemiş. Eserler, mekanın ortasındaki geniş alanda, AKM’nin tanıtım afişlerinin olduğu yerde olabilirdi ve tek bir yüksek düzlem yerine inişli çıkışlı kaideler ve duvar yüzeyleri kullanılarak sergilenebilirdi.

Sarkis, Tarkovski’nin Stalker filimindeki "umut Odası" için yaptığı, "Stalker’dan Sonra" çalışması, filmin sonundan başına doğru gitmekte. 1991 yılında yapılmış olan suluboya resimlere bakarken, diğer yandan da filmi ve üretim sürecini gösteren video da yayınlanmakta, böylece izlenimci bir filmin izlenimini yapan sanatçının yanı sıra izleyici de kendi izlenimlerini yarattığı bir "alan" oluşturmakta. 

Diğer bir yandan Genco Gülan’ın "Antik Plastik" serisindeki işleri, bugüne kadar pek çok kaynakta yüksek estetik olarak kabul edilen ve tarihte Ege topraklarında yaşamış olan antik dönem imajlarını, günümüz estetiğinin kaçınılmaz gerçeği olan plastik arbedelerle sentezleyip bugünün estetiğini eleştirel bir dille izleyiciye sunuyor. Sanatçının İzmir’de ürettiği bu çalışmaları serginin en "buralı’" ve izleyici ile doğrudan bağ kuran eserleri.

Son kat olan üçüncü katta ise Murat Morova’nın "Manu" çalışması nefes kesiciydi. Her zamanki gibi geleneksel sanat alışkanlıkları ve görsel kodları postmodern bir yaklaşımla tekrardan biçimlendirmiş ve nerdeyse bütün mekana hakim olan eser bütün ziyaretçileri hayranlık içinde bıraktı. 

Katılan sanatçılar, düzenlenen sergiler ve etkinlikler bağlamında, sanatçıları tanıtan konuşmalar gerçekleştirildi ve "Sanatın Toplumsal İlişkileri" başlıklı bir panel düzenlendi, ancak etkinliğin sonuna yaklaştıkça klasikleşen sanat tarihi konularına ilgi duyulmaya başlandı ve "Araştırmacıların Gözü ile Mimar Sinan" başlıklı bir panel düzenlendi. Bu panelin sergilenen sanatçılarla, düşünsel alt yapıyla hatta şehirle ne ilgisi olduğunu tam olarak çözemedim. Belki de en başından beri İzmir’in güncel sanat ortamı hakkında ne kadar istekli ya da gerçekçi olduğunu tekrardan sorgulamamı sağladı. Düşünüldüğünde, İzmir ilk özel sermaye destekli resim yarışması olan DYO’nun da doğdu kentti ancak hiçbir zaman günümüz kültür sanat koşullarına ayak uyduramadı. Belki de bu kentteki sanat eğitiminin eğilimlerinden kaynaklanıyor da olabilir.  

Bu önemli organizasyonun başlığı olan, "Algısal Farklılaşma" ifadesini düşünüldüğünde ise, eserlerin temelinde algı ile sıkı bir bağ olmasına rağmen, sergileme ve etkinlikler açısından bakıldığında "algı" ve "farklılıktan" çok şekilsel, basma kalıp ve kavramsal alt yapıdan uzak bir etkinlik görüyoruz. 

Sonuç olarak, bu kadar kavram ve içerik yönünden zengin olan sanatçıların sadece biçimsel olarak seyirci ile buluşmuş, organizasyon ve çabalar hiçbir meseleye ya da kavramsallaşmaya dönüşmeden bitiyor. Bu yüzden organizasyon sadece görsel bir olay olurken, sadece genç sanatçıların ve ustaların bir arada sunulduğu bir sergi niteliğinde olduğunu düşündürüyor. 

Daha fazla yazı yok
2024-12-24 14:15:01