Türkiye’deki konserlerinde başka hiç bir yerde hissetmediği bir duyguya kapıldığını söyleyen İbrahim Maalouf, 24. Akbank Caz Festivali kapsamında 25 Ekim’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda olacak.
İyi müziğin ne olduğuna dair bir tanım yapmak hep çok göreceli olmuştur. Elbette karşınızda fusion caz dinleyicisi olduğunu söyleyen biri var ise ona tereddüt etmeden önerebileceğiniz isimler gelecektir akla, progressive rock sevdiğini söyleyen birine de aklınızda bir ışık yakan ilk ismi düşünmeden söylemekte bir sakınca görmezsiniz. Ben size aklınızdaki bu ayrımlamayı tamamen ters yüz eden bir adamdan bahsetmek istiyorum bu yazıda. Onun müzikal evrenine girdikçe bir klasik caz parçası dinlediğinizi düşünürken aralara giren çeyrek tonların tınısıyla kalbinizin burkulduğunu hissedebilirsiniz, siz daha bu kederi sindirememişken aynı çeyrek tonlar bu kez dans etme dürtüsü uyandıran bir usule doğru kaymaya başlar ve kendinizi göbek atmanın sınırında bulabilirsiniz. Dans faslının üzerinden çok geçmemişken çıkagelen güçlü davul – bas altyapısı ve distortion gitarın sesi, bu kez de kendinizi kafa sallamak isterken bulmanıza yol açabilir. Bütün bunlar aynı adamın, İbrahim Maalouf’un bir konserinde göreceklerinizin sadece sınırlı bir kısmından ibaret.
Neslinin kuşkusuz en yetenekli ve bir o kadar da yaratıcı trompet icracılarından olan Maalouf, trompetist bir babanın ve piyanist bir annenin oğlu. Babası Nassim Maalouf, 24 yaşında trompet çalmaya karar verip Paris’e gittiğinde, memleketine enstrümanında yetkin bir müzisyen olarak dönmüştü. Ancak artık eğitmenliğini yaptığı trompette kendi kültürüne ait ezgileri hala hakkını vererek çalamadığını fark etmesiyle trompete dördüncü bir sübap ekleme fikrini tasarlamıştı. Maalouf, daha küçük yaşlardan itibaren babasının klasik müzik repertuarıyla verdiği konserlerinde kendisine eşlik etmeye başladı. 15 yaşındayken klasik trompette olabilecek en zor parçaları başarıyla çalan Maalouf, performansıyla bir çok profesyonel müzisyenin ilgisini çekmeyi başardı. Babasının da eski hocası olan usta trompetçi Maurice André de bu müzisyenler arasındaydı. İbrahim Maalouf’un kısa bir süre sonra eğitim hayatını bırakıp kendini tamamen müziğe vermesinde André’nin kendisini bu yönde motive etmesinin etkisi oldu.
Küçük yaşlardan itibaren klasik, rock, caz gibi farklı müzik türlerinin önemli icracılarını ve eserlerini hatmeden Maalouf’un kendi adıyla yayınlanan ilk albümü "Diasporas" 2007 yılında dinleyiciyle buluştu. Bunu, 2009’da "Diachronism", 2011’de "Diagnostique", 2012’de "Wind" ve son olarak 2013’te "Illusions" albümleri takip etti. Maalouf’un tüm bu albümlerinde üzerine yazılıp çizilecek pek çok şey var tabi ki, ancak genel bir tablo çizmek gerekirse; klasik geçmişinin getirisi olan bir virtüözite ve çokseslilik, caz geçmişinin getirisi olan engin bir doğaçlama kapasitesi ve rock geçmişinin getirisi olan güçlü ve sertleşmekten hiç kaçınmayan bir altyapı bu albümlerin tümüne hakim olan soundu özetlemenin bir yolu olabilir. Maalouf’un müziğe yönelik bakışını anlamanın bir yolunun da çalıştığı müzisyenleri incelemekten geçtiğine inanıyorum. Rap sanatçısı Oxmo Puccino’dan Mali geleneksel şarkılarını rock&blues sounduyla harmanlayan Amadou et Mariam’a, reggae-ska arası müziğiyle Fransız grup Tryo’dan Sting’e kadar bir çok farklı müzisyenle çeşitli projelerde yer alan Maalouf, nefesini dünyanın her ucuna çok farklı formlarda taşıyarak müziğin sınır tanımazlığına pratik bir vurguda bulunuyor.
24. Akbank Caz Festivali kapsamında 25 Ekim’de Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda sahne alacak olan Maalouf’un bu konseri, sevenlerinin bildiği gibi İstanbul’daki ilk konseri olmayacak. Performanslarına Türkiyeli dinleyicinin yoğun ilgi gösterdiği Lübnan kökenli Fransız müzisyen, bu ilginin karşılığını bir kaç misliyle ödemeyi güçlü performansı ve kulaklarımızın aşina olduğu geleneksel Anadolu ezgilerini yorumlamak gibi küçük jestlerle ihmal etmiyor. Türkiye’deki konserlerinde başka hiç bir yerde hissetmediği bir duyguya kapıldığını söylüyor Maalouf. Dünyanın çeşitli yerlerinde sahne arkadaşlarıyla ortaya koyduğu müziğin takdir edildiğini ve ilgiyle karşılandığını hissettiğini, ancak Türkiye’de buna ek olarak müziğinin tam olarak anlatmak istediği gibi anlaşıldığını düşünüyor. Doğunun makam sistemiyle batı seslerini harmanlayarak yarattığı müziğini bir dili belirli bir coğrafyanın aksanıyla konuşmaya benzetiyor, müzikte de aksan vardır diyor ve Türkiyeli dinleyicisinin bu aksana daha onu dinlemeden aşina olduğunu vurguluyor.
Caz, rock gibi türleri; progressive, brass, improvizasyon ve hatta psychedelic gibi tarzları seven ve hala İbrahim Maalouf’un müziğiyle tanışmamış okurlara gönül rahatlığıyla 25 Ekim akşamı Cemal Reşit Rey konser salonunda olmalarını öneriyorum.