“…Bu pas geçme hali seyircinin de payına düş(ürtül)müş; yalancı, düzenbaz “yılan” Yalın’ı sorgulayacağımıza, canını kurtarmaya mecbur kalan bir adamın hayatta kalabildiği anlara seviniyoruz.”
Geçtiğimiz hafta son bulan 42. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Yarışma kategorisinde bu yıl on bir film yarıştı. Seçkide yer alan “İguana Tokyo”, “Ayna Ayna” ve “Suna” geçen seneki yurt içi festivallerinde seyirciyle buluşmuştu; “Kör Noktada”, “Cam Perde”, “Sanki Her Şey Biraz Felaket”, “Yüzleşme”, “Bars”, “Bir Tutam Karanfil” ve “Boğa Boğa” ise Türkiye prömiyerlerini yapan yeni yapımlar oldu.
Bunların içinde “Boğa Boğa” diğerlerinden farklı bir yere sahip, çünkü Ay Yapım tarafından Netflix için çekildi ve 21 Nisan itibarıyla da platformda yayınlanmaya başladı. Bu durum festival tarihimiz açısından da bir ilk aslında; dijital platforma çekilip bir hafta öncesinde festivalde gösterilen bir film olma özelliğine sahip “Boğa Boğa”yı iyi-kötü demeden önce bu “ilk olma” özelliğiyle hatırlayacağız anlaşılan.
Bu duruma ilk (ve sanırım son) olarak tepkisini koyan isim senarist/yönetmen Ali Aydın oldu. Aydın, Netflix Türkiye’yi -ulusal sinemamızı temsilen- çok sesliliğe yer vermemekle ve fabrikasyon filmler yapmakla eleştirmiş, kendi isteklerini dikte eden bu anlayışın yerine çok sesliliğin, çok kültürlülüğün, özgürlüğün hakim olduğu eserlerin üretiminin artması yönündeki talebini dile getirmişti. Sosyal medyada yayımladığı bildirisinde festival yönetimi ve jürisine de eleştirilerini yöneltip “Boğa Boğa”nın ana yarışmada yer almasının haksız rekabete yol açtığını, bu durumu da Kültür Bakanlığı’na şikâyet edeceğini belirtmişti. Ali Aydın dışında sektördeki herhangi bir dernek ya da örgütten bu konuda olumlu/olumsuz bir yorum çıkmadı, çıkacağa da benzemiyor.
“Bir Saylak&Günday Fikri”
Filmin yönetmeni Onur Saylak ile filmin senaristi Hakan Günday’ın “Bir Saylak&Günday Fikri” olarak lanse ettikleri “Boğa Boğa” İstanbullu bir çift olan Yalın (Kıvanç Tatlıtuğ) ve Beyza’nın (Funda Eryiğit) yeni bir hayata başlamak üzere Assos’a yerleşmeleri ile gelişen olaylara odaklanıyor. Bir finans şirketinin sahibi olan Yalın, kendisine güvenip para yatıran müşterilerini mağdur etmiş, şirketi batırmış, hapiste kısa bir süre kaldıktan sonra savcıyla yaptığı işbirliği neticesinde ortaklarını gammazlayarak serbest kalınca babasının köydeki evine saklanmıştır. Köyün ahalisi Yalın’ı babası vesilesiyle tanımaktadır, üstelik bu sebeple kendisine güvenip kefen paralarını dahi yatırdıkları bu işten zararlı çıkınca Yalın’a karşı tehditkâr biçimde yaklaşmaya başlarlar. Çok geçmeden bu tepkilerin şiddeti hızla yükselir ve bir gün Yalın bir gencin saldırısına uğrar. Bu saldırıyla birlikte Yalın’ın gerçekte kim olduğu ortaya çıkacak ve köy halkıyla arasında gizli bir savaş başlayacaktır.
Kıvanç Tatlıtuğ, Funda Eryiğit, Gürgen Öz, Müge Bayramoğlu, Onur Gürçay, Aşkın Şenol, Hayat van Eck, Kerem Arslanoğlu, Onur Akgülgil, Ahmet Baki Kurtuluş, Nadi Güler’den oluşan “celebrity” castı, şahane ana mekânı (ev), şahane görsel yönetimi (Feza Çaldıran) ve derinliksiz karakterleri ile tipik bir Netflix yapımı daha karşımızda. Aslında çok da haksızlık olmasın, Netflix’in “formül işleri” arasında “Boğa Boğa” şu ana kadar en nitelikli olan Türk yapımı. Ancak kalemi kuvvetli Hakan Günday ile bir o kadar sağlam rejisine defalarca şahit olduğumuz Onur Saylak’tan “Daha” gibi başyapıt niteliğinde bir film izlemişken (2017), “Boğa Boğa”ya razı olmak “Daha”ya da biz seyirciye de büyük haksızlık olur. Bu ikilinin, yine Netflix’e çekilmiş olan “Uysallar”ı bir kenara bırakırsak, Türk dizi tarihine adını yazdıran “Şahsiyet” gibi güçlü bir dizisi de vardı, anmadan geçmeyeyim. Teşbihte hata olmaz; bu yapımları bilip izlemişken “Boğa Boğa” çok iyi bir görüntü yönetmeniyle çalışan (hakkını teslim edelim, Feza Çaldıran kendi alanında ismi sayılabilecek birkaç başarılı görüntü yönetmeninden biri ) ve ilk filmine imza atan yeni sinemacıların eseri gibi kalıyor.
Polisiye – gerilim teması üzerine inşa edilmiş iyi bir fikirden yola çıkılsa da mesaj kaygısı güden, kafası karışık bir senaryosu olan, karakterlerinin temelini sağlam kuramamış ambalajı janjanlı hüsran bir yapım “Boğa Boğa”. Kıvanç Tatlıtuğ ile Funda Eryiğit ellerinden geleni yapmış ancak her ikisinin de oyunculukları filmi kurtaramıyor maalesef. Açıkçası performanslarını iyi bildiğimiz bu iki oyuncunun, en azından karakterlerinin çizgileri net belirlenebilseydi filmi bir nebze de olsa yukarı taşıyabileceğine inanıyorum.
Yalın karakterinin senaryo ile paralel giden bir ortada kalma hali mevcut. Sanki sahneler tek tek her gün sete yeni gelmiş de o an okunup, spontane oynanmış gibi. Seri katil olan, olabilecek birinin içinde bulunduğu olaylar silsilesi katman katman işlenmesi gerekirken pas geçilmiş. Bu pas geçme hali seyircinin de payına düş(ürtül)müş; yalancı, düzenbaz “yılan” Yalın’ı sorgulayacağımıza, canını kurtarmaya mecbur kalan bir adamın hayatta kalabildiği anlara seviniyoruz. Final sahnesinde ne olduğuna karar verilebilinmiş ancak.
Beyza karakterinin ise havada kalan o kadar çok duygu geçişi ve hamlesi var ki –tüm iyi niyetimle yazılamadığını değil de- bu karakterin bazı sahnelerinin çekildiğini ancak kurguda atıldığını düşünmekten geri duramıyorum. Beyza’yı kocasını çok seven ve her ne halt işlemiş olursa olsun (kendi ağzından da duyuyoruz) onun yanında duran ve birlikte yeni bir hayata başlamaya gönüllü bir kadın olarak tanıyoruz. Ama finaldeki itirafı üzerine bazı sorularımız ya da yönlendirmelerimiz beliriyor. Kocasını ihbar ettiyse niye bunca zaman onunla kaldı, neden onu terk etmedi? Diyelim ki bunu çok sevdiği için yapamadı, aşık bir kadın, o zaman zaten kocasının suçunu bilip, Assos’ta saklanan ve yeni bir hayat kurma hevesinde olan çift olarak Yalın’ın Yunanistan’a beraber gitme fikrini neden kabul etmedi? Savcıya kocasının yaptığı işi tüm detaylarıyla anlatmış biri olarak final sahnesinde tüm zehrini akıtan bir kadının aşık biri olmadığını da anlıyoruz. Yalın’ın tüm yaptıklarını kabul eden bir kadının, her şeyin sonunda parayı kendisinden saklamış olmasına takılması inandırıcı durmuyor.
Yalın’dan Yılana, Yılandan Yalın’a Aynı Masaya Oturanlar
Film, karakterinin ağzından “İnsan her bir yalana inanıyor da biri böyle gerçeği suratına vurunca inanamıyor.” dedirtse de bütünde inandırıcı bir gerçeklik kurmakta dengesizlik yaşıyor. Final sahnesini ise bundan ayrı tutalım, çünkü filmin en vurucu kısmı burası; dördüncü duvar ihlali yapan son karesi ise çok şık.
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.” dedirten son bir cümlesi var filmin. Toplumun kendi çıkarlarını önceleyen, kendi rahatı bozulmadıkça ve gerekmedikçe suçu-suçluyu görmeyen, “doğru”yu kendisine sağladığı fayda yönünde değerlendiren pragmatist bireyleri, aynı masanın etrafında birleşerek içinde bulundukları yozlaşmayı büyütüyor, yarattıkları bu yozlaşmanın getirdiği ağır bedelleri ise kendileri değil bu yolda kendilerine ve salt güce inanıp menfaatlerinden olan ya da bunların tümüyle karşısında olup mücadele edenler ödüyor.