"Şimdi kendisinin “Frippertronics” adını verdiği bir ekiple çalışıyor. (Fripp, “Frippertronics”i temelde şöyle tarif ediyor Fripp ve Eno eksi Eno). Bu tanımı farklı durumlara da uyguluyor. Sohbetimiz süresince birkaç defa ifade etmiş olduğu gibi yapması gereken şeyleri hayata geçirmek için nadiren yeterli vakti oluyor. Biz konuşmamızı sürdürürken giyiniyor, gitarının tellerini değiştiriyor ve bir diyapozom yardımıyla gitarını akord ediyor." Evet kesinlikle bu bir Robert Fripp konuşmasıdır. Ve doğrusunu isterseniz mükemmel bir konuşmadır. Çeviri: Özlem Akarsu
Robert Fripp bize kapıyı açtığı sırada dişlerini fırçalıyordu. Sanki biz oraya ulaşmadan saatler önce kalkmış kadar derli toplu görünüyordu, King Crimson’la birlikte geçirdiği yıllarda olduğundan çok daha yakışıklıydı. Sakalın, kabarık saçların ve tel çerçeveli gözlüklerin yerinde yeller esiyordu. Yerlerini modern, Avrupalı bir görünüşü olan bir centilmene bırakmışlardı. Kendinden emin, açıkça İngilizlere özgü – had safhada belirgin ama ulaşılamaz olmayan- bir eda takınmıştı. Karmaşık hassasiyetlerden nihai basitliğe doğru uzanan bir yelpazede değişerek çeşitlenen sayısız detaylı ve ussal müzik “çalışması”nı yaratmış olan bir adamdan bekleyebileceğinizin tam tersi bir tablo çiziyordu. Şimdi kendisinin “Frippertronics” adını verdiği bir ekiple çalışıyor. (Fripp, “Frippertronics”i temelde şöyle tarif ediyor Fripp ve Eno eksi Eno). Bu tanımı farklı durumlara da uyguluyor. Sohbetimiz süresince birkaç defa ifade etmiş olduğu gibi yapması gereken şeyleri hayata geçirmek için nadiren yeterli vakti oluyor. Biz konuşmamızı sürdürürken giyiniyor, gitarının tellerini değiştiriyor ve bir diyapozom yardımıyla gitarını akord ediyor.
Herhangi bir konseriniz hakkında konser öncesinde öngörüleriniz oldu mu?
Konser dinleyiciye bağlıdır. Eğer dinleyicinin konsantre olma gücü gerçekten hiç yoksa ve iş bana düşüyorsa, bundan hoşlanmıyorum. Hatta buna gücenip, kızıyorum çünkü kendini aklınca çok zeki sanan biri fırlayıp benden onlara bakmamı ve “Oh ne ala, kendinizi kulaklarınızın sorumluluğunu hiçbir surette kabul edemeyeceğiniz, sinsi, kişisel bir konuma yerleştiriyorsunuz” dememi bekliyor. Bununla nasıl uzlaşabilirim? Bu rock’n’roll tarzıdır. Crimson’la birlikte bu tarz sahneye çıkıp yarım saat boyunca insanları sarsarak bir yığına çevirme noktasına ulaştı. Dolayısıyla onların yeniden kendilerine çeki düzen verdikleri, yeniden soğukkanlılıklarını kazandıkları on dakikalık bir süremiz oluyordu. Bu on dakika boyunca çalardık ardından onları coşturmak için gene sarsardık ve eve dönerdik. Tüm bunlar sanıyorum ki benim nefretimi besliyor, ‘Bu bana göre değil. Ben başkalarının tepkilerini yönetmekle ilgilenmiyorum. Ben insanların kulaklarını kullandıkları işbirlikçi girişimlerden hoşlanıyorum’.
Bütün bu konuştuklarımızın ışığında (ikinci gece gerçekleşen) üçüncü Madame Wong konseri hakkındaki izlenimleriniz nedir?
Çok zor bir soru. Konserin kaydedilmemesi biletlerde özellikle belirtildikten ve ben getirmiş olabileceklerin bu cihazı kullanmamasını özellikle rica ettikten sonra kayıt cihazını çalıştırmış olan adam en azından inanılmaz ölçüde kabaydı. Bu davranış tam olarak insani nezaketten bihaber olmanın bir göstergesiydi.
Konserde apaçık bir coşku vardı. Bu coşku öyle yoğundu ki neredeyse konserin hassas doğasını tahrip ediyordu. Etrafımızda, ‘Neredeyse tapılacak bir adam’ ya da ‘O bir büyücü’ gibi şeyler söyleyen insanlar vardı. Bu tarz bir düşünme biçimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yıkıcıdır, olumsuzdur ve benden yaptığım işi yapabilmek için ihtiyaç duyduğum enerjiyi çalmaktadır. Böyle bir duruş yalnızca alır, hiçbir katkıda bulunmaz. Bu ayrıca benim hakkımda edinilen hatalı bir görüştür ve tam olarak yanlış bir durum yaratır ve benim kendisine karşılık vermemi imkansız kılar.
Yaratıcı müzikle ilgili biri olarak müzisyenleri sık sık bu biçimde değerlendiren insanlarla karşılaşıyorum. Eğer kabul ederseniz tanrı misali diyelim. Çok gerici. Çok tepkisel. Bir şey birilerine iyi geliyor, başkalarına ise o şeyi yıkmak iyi geliyor. Egolarının ve yeteneklerinin abartılarak şişirilmesine minnettar olacak “pop”umuzun ve “pop starlarımız”ın var olduğunu düşünüyorum ve ardından biri çıkıp gerçekten ilginç birşeyler yapıyor ve bütün bunlara aldırmıyor bile ve buna rağmen aynı biçimde önemseniyor. Bu sanki bağlam dışı gibi duruyor…
Ben starların tarihsel olarak daima var olduklarını düşünüyorum. Paganini bir icracı olarak ya da Verdi bir besteci olarak bunlara örnek olarak gösterilebilir. Verdi’nin kendi zamanında aldığı tepki Beatle çılgınlığını önemsiz kılıyor. Verdi yaşadığı dönemde en son operaya evinden atlar ve at arabaları ile alınarak götürülürdü, öldükten sonra bazı yemeklere onun adı verildi. İnanılmaz! Neredeyse bütün ‘iyi’ besteciler kendi zamanlarında akıl almaz biçimde başarılıydılar. Mozart’ın bu konuda istisna olduğu söylense de onun kendisi bir başarıdır, para konusunda, karısıyla ilgili birşeyler yapmakta ya da herhangi birşeyde beceriksizin tekiydi. Başka bir bakış açısı ‘star sendromunu’ anlama biçimimizin büyük oranda 20’lerin Hollywood’u tarafından belirlenmiş olduğunu söylüyor. Aslında bana göre bu tavrın kişisel değerler atfeden içselleştirdiğimiz bu bakış açısının tamamı, düşüncemizin ve davranışımızın oldukça büyük bir parçasını oluşturuyor öyle ki durumun içinde etkin olarak varolamıyorsak onun içine saplanıp kalıyoruz. Etkin dinleme fikrinin çok derinlere inen anlamları vardır. Bu neredeyse tapma ya da kutsanma derecesine kadar varır. Rock gösterilerine gideriz ve belki de onlara dahil olmak isteriz ama olamayız. İnce ince planlanmış bu kargaşayı, önümüzde gerçekleşen hayvanca gösteriyi değiştirebilmek için ne yapabiliriz? Hiçbir şey. Fakat öte yandan eğer elimize dün gecekine benzer bir fırsat geçerse, bir beklenti içine girmeyiz çünkü hiçbir şey yapmamaya çok alışmışızdır. Dolayısıyla kendi kendimize ‘Devam et, mükemmel ol’ düşüncesine geri dönmeye çalışırız ama o durumda bu mümkün değildir.
Sizin için ideal olan tepki nedir?
İnsanların dinlediği an.
Ve bunun çok ender ortaya çıktığını düşünüyorsunuz? Bu şimdilerde daha sık mı yoksa daha seyrek mi gerçekleşiyor?
Bu turnede şunları gözlemledim, insanlar çok daha iyi tepkiler veriyor ve farklı durumlarda giderek artan bir çaba gösteriyorlar. Öyle ki insanlar yaptığımız müziği alışılmadık ve sıkıcı buldukları zamanlarda bile çok iyi karşılık veriyorlar. Bu büyük ölçüde bana olan güvenlerinin bir ifadesidir. İnsanlar konserlere neyle karşılaşacakları hakkında hiçbir fikre sahip olmadan, bir grubu mu yoksa başka bir şeyi mi izleyeceklerini merak ederek geliyorlar.
Aslında Madame Wong konseri için verilen ilanlarda “Frippertronics grubuyla birlikte” ibaresi kullanılmıştı.
Bu özel durum bir talihsizliktir çünkü (Madame Wong’a en ufak bir saygısızlık etmemek için) kaçınmaya çalıştığım şey tam olarak buydu. Madame Wong’un organizasyon şirketi batmıştı ve bu türden bir durumun üstesinden gelme alışkanlığı olmayan Madame Wong için, ilanların bu biçimde çıkması büyük bir talihsizlikti. Ortam için ambiyans yaratan yemek müzikleri dışında yiyecek ve içecek servisinin yapıldığı bir yerde çalmayı tercih etmiyorum. Paris’te bir restoranda bir kez çalmıştım, bunu kimse bilmez. İlan edilmeden çalmak istemiştim ama ağızlarından kaçırdılar. Ertesi gün Bram Tchaikovsky’den insanlar oradaydı. Bu Frippertronics’in yemek müziğiydi. Bunu yapmam yasaktı. Belli itirazlar geldi. Ama ben çoktan telefon etmiştim bile ve bunu yaptım. Plak şirketim bunu yapmamı istememişti.
Para harcamak zorunda olduğumuz bir dünyada yaşıyoruz,
Ve bunda yanlış olan hiçbir şey yok!
Evet. Şüphesiz. Siz de, Madame Wong da hayatını kazanmak zorunda olduğuna göre belli bir giriş ücreti anlaşılabilir oluyor. Az önce kayıt cihazlarının ve kameraların performans sırasındaki enerjiyi bozduğunu konuşuyordunuz, gerçekten kayıt cihazlarının onsekiz dolarlık şarj aletinin enerjiyi etkilediğini mi düşünüyorsunuz?
Bu gerçekten benim tepemi attırıyor! Kontratım kişi başına beş dolar diyor. Madame Wong buna samimi olarak üzüldü. Kontratım beş dolar dese de ve çalma amacım bir vurgun yapmak olmasa da Madame Wong’un bu duruma yaklaşımı şöyle oldu. ‘Yemek davetlerinden para kazanmıyorum ve daha fazla para kazanabilmek için senin için kişi başı altı dolar ücret alacağım’. Madame Wong’un ‘Robert’ a biraz daha fazla para kazandıracağız’ diye düşenerek benim adıma hareket ettiğini varsayarak bunun herşeyin biraz daha iyi olması için çabaladıkları anlamına geldiğini varsayalım. Ne olup bittiğinin farkına varmadan bana kıyak geçmeye çalışıyorlardı. Wong satılan içkilerden para kazanıyordu. Yaptıkları telefon eden insanlara ön bilet satışı yapmaktı, yetmiş ila seksen ön bilet. Altı dolar giriş, altı dolar yemek servisi, altı dolar içki servisi için. Şimdi benim anlayışıma göre konser sırasında ne olursa olsun bilet satışı olmamalıydı. Ve konsere geldiğimde ve biri bana gelerek ‘Farkında mısın dışarıda onsekiz dolara bilet satışı yapıyorlar’ dediğinde, içeriye girdim ve Madame Wong bana ‘Standart prosedür bu’ dedi. Ben bundan para kazanmıyordum. Ve şöyle dedim ‘Fakat sonradan bilet satışı yapılmayacaktı’. Dolayısıyla kendi içinde gene de sorunları olan ortak bir çalışma ortamında uzlaşabilmek için –bu sorunlar ayaküstü çözülmesi gereken sorunlardı- girişte kişi başı altı dolar olarak ücretlendirilecek ikinci bir gösteri üzerinde anlaştık. İkinci gecede yemek servisinin yapılmasını istemedim. Bunun anlamı şuydu insanların bir kerede onsekiz dolar harcamasını istemiyorum. Konser öncesinde bilet alanlar da yemek alamadılar ve Madam Wong, çok makul olduğunu düşündüğüm bir tazminatı ödemeyi reddetmeseydi müşteriler biletleri üzerindeki içki ve yemek kuponları damgalanmamışsa, biletlerini başka bir gecede yeniden kullanabileceklerdi. İnsanları yedi saat dışarıda bekletip sonra da kapıda bırakamazsınız, bilet basacağız dedim onlara. Kapasitemiz göz önünde bulundurulursa sadece yüz otuz bilet satma olasılığımız var dolayısıyla insanlar kuyruğa girip, biletlerini alabilirler ve biz biletler tükendi diye bir uyarı duyurusu asabiliriz böylece kimse vakit kaybetmek zorunda kalmaz. Madam Wong ‘İnsanlar bekleyecekler’ dedi, ben de ‘bilet basacağız’ diye ısrar ettim. Dolayısıyla Polydor yeni bilet bastı. Dün gece dışarıda adil bir düzen, içeriye gelince ise bir karmaşa yaşandı. İlk gece herkes açısından -çalışma koşullarının zorluğu nedeniyle bizim açımızdan da- koşullarla kendi bildiğimiz yoldan başa çıkmaya çalıştığımız bir gece oldu. Gece bu özel konseri mümkün kılan bir enerji yarattı. Herşeyin kolaylaştığı ve insanların eğlenmeye geldiği ikinci gece ilk geceki enerjinin kalitesi tamamen ortadan kalkmıştı. Evet salon doluydu ama baştanbaşa enerjiyi imkansız kılan boşluklarla kesintiye uğramıştı.
Elektronikle ilgileniyor musunuz?
Ufak tefek cihazlar kullanıyor olsam da elektronikle ilgilenmiyorum. Çalışmamda müziğe verdiğim yer, teknolojik bir bakış açısıyla yaklaşırsak çok dar ve hatta diyebilirsiniz ki ilkel bir yer. Kullandığım herşey yerinde ve uygulanabilir şeyler, yersiz değiller. Dahil olmayı seçtiğim müzik alanı, hayat ile malzeme teknolojisinin arasındaki dengeye bağlı olan bir alan. Bu elektronik müziğe insani bir bakış açısı ya da insani müziğe elektronik bir bakış açısıdır. İnsanlar bana kullandığım teknolojiyi yaygınlaştırıp yaygınlaştırmayacağıma dair sorularla yaklaşıyorlar. Şu ana dek hiç kimse bana bir müzisyen olarak donanımımı geliştirmeyi planlayıp planlamadığımı sormadı. Sahip olduğum teknoloji benim ona uygulayabildiğim müziğin biraz daha fazlasını işleyebilir, dolayısıyla sorulması gereken soru benim teçhizatımı genişletip genişletmeyeceğim değil, kullandığım teknolojiyi bir insan olarak nasıl genişletebileceğim olmalıdır. Elektronik müziğe gelince tıpkı üç tip elektro gitar olduğu gibi üç tip elektronik müzik olduğunu hissediyorum. Çello kasalı, penayla çalınan, genellikle dans orkestralarında kullanılan metal telli plektrum gitar. İkinci olarak doğal akustik özelliklerle hiçbir ilgisi olmayan elektro gitar. Bu gitarın özellikle Hendrix gibiler tarafından kendine özgü bir müziğe dönüştürüldüğünü görüyoruz. Elektro gitar müziği. Les Paul gibi kişiler elektro gitarı daha önce tasarlamışlardı ama kendilerini önceleyen döneme takılıp kaldıklarından o zamana kadar yapılmış olanı tekrarladılar. Elektro gitar hayatımıza Hendrix ile birlikte girdi. Üçüncü ve son olarak gitarın sintisayzır için bir klavye olarak kullanıldığını görüyoruz. Bu kullanımın gitar olmakla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur. Bu sadece sintisayzırı harekete geçirir. Örneğin, Chapman gitarı ya da Gitler gitarı gibi ‘gitar’ nosyonuyla gerçekten hiçbir ilgisi olmayan aletler vardır. Elektronik müziğin, Bach’ın kırksekiz prelüdünü bir orkestra tınısıyla çalmaya çalışan Moogs örneğinden tanıdığımız başka alanları da var. Bunu hiç ilgi çekici bulmuyorum. Bir de sintisayzır oldukları için mazaret bulmak zorunda kalmayan sintisayzırlar var ki onların diyelim ki bir rock grubu içindeki soundu bellidir, bu iyi bir şey: bu sound bir sintisayzırın soundudur. Ayrıca bir de ‘vınlamalar ve patlamalar gibi çeşitli duygulanım efektlerinden’ oluşan ve elektronik müzik diye tanımlayabileceğimiz müziği yapmak için kullandığımız saf ses üreticileri var. Elektronik müzikte klavyelere ve geleneksel nota sistemine ihtiyaç duymayız.
Yaptığınız bu kategorilendirmede siz kendinizi nereye yerleştiriyorsunuz?
Ben her iki yana doğru meyletsem de ortada kalma eğilimi gösteriyorum. Elektro gitar öncesi yapılan müziği anlamama ve çalmama olanak veren bir müzik geçmişim var ama bu bir insan olarak kim olduğumu ifade etmiyor. Elektro gitarla çalışmayı tercih ediyorum, elektro gitarı genellikle elektronik müzik yaratmak için kullanıyorum çünkü elektronik müzik bir şeyi yakalamayı başarıyor ve bana göre onu yakalamanın en iyi yolu.
Şu andaki tarzınızı doğaçlama olarak tanımlayabilir misiniz?
“Frippertronics, evet, tekrarlanan ama farklılaşan apaçık bölümler olabilir. Bunlar neredeyse bir bestedir ama öyle değildirler. Bu bölümler müziğin dokusunu oluşturur…”
Elektro gitar çalmaya ilgi duyan parasız gitaristlere ne tür bir elektrik donanım önerirsiniz?
Size şu an ne kullandığımı anlatabilirim. Yani Fripple Zincirini. Frizz Pedal Zincirini. Bir volume pedalı, yirmi bir yaşındayken bulabildiğim en ucuz volume pedalı, hala onu kullanıyorum. Bir markası yok ve çok ucuz. Bir fuzz box (distorsiyon pedalı). Eskiden bir Big Muff kullanıyordum şimdi bir Foxy Lady kullanıyorum. Ve bir wah-wah pedalı. Yaklaşık yedi yıldır bu pedal zincirini kullanıyorum. Gitarımı modifiye etmek için sadece bunları kullanıyorum. Amfiye gelince, yeniden iyi amfiler yapmaya başlayan Leo Fender’in Music Man adlı ürününü kullanıyorum. Aslında bu ürünün reklamını yapmam karşılığında bana bir tane amfi vereceklerdi ama ben reddettim. İsmimi reklama ödünç veremem.
Her gün çalışıyor musunuz?
Elbette, şu anda dahi çalışıyorum.
Pratik yapma konusuna olan yaklaşımınız nedir?
Metronom kullanıyorum. Şu sıralar çalınması oldukça güç ve Discotronics albümünde yer alacak iki tema üzerinde çalışıyorum. Onları çalmakta zorlanıyorum ve altı ay sonra albümü kaydetmeye başladığımda onları çalabilmek için bu temaları çalışıyorum.
Bir üniversite ya da bir müzik okulu gibi örgün yapılanmalarda ders vermek gibi hevesleriniz var mı?
Şu anda bir gitar okulu için uygun bir yer arıyorum ama örgün eğitim işe yaramıyor, yaptığı en son şey eğitmek oluyor. Bu yüzden profesyonel amaçlar açısından ‘örgün’ ya da ‘resmi’ olarak yapacağım çok az şey olduğunu hissediyorum, falan filan. Endüstri içinde öyle bir konum edinmek istiyorum ki bir şey yapmaya karar verdiğimde, bu zaten yapmak istediğim bir şey olsun, bir hilekarlık daha yapmak zorunda kalmadan destek bulabileyim. Bu eğer profesyonel bir amaçsa evet böyle bir amacım var. Bu gitar okulu benim 1980’lerin sonunda yapacağım asıl iş bu olacak.
Plak şirketlerini bir sorun olarak düşünüyor musunuz?
Evet, yaptığım herşeyin neredeyse tamamı ‘onların’ isteklerinin karşısında yer alıyor. Endüstrinin geleneksel aklı gerçek durumun iki ila beş yıl gerisinde kalıyor dolayısıyla bunun bir dizi ilginç yansıması oluyor. Eğer biri hedeflerin dışında bırakılmışsa, bu kayıt şirketinin ona istediği türden bir mali desteği vermeyeceği anlamına gelir çünkü aslında böyle bir ‘hurda’yı istememektedirler. Tıpkı Atlantic’in bir yıl önce The Knack’ı bir çöp olarak değerlendirerek reddetmesi gibi. Öte yandan, kayıt şirketinin yöneticilerinden biri sizden hoşlanmışsa, bu sizin güncel olanın yıllarca gerisinde kalmış olduğunuz anlamına gelir ve Kiss of Death işte böyledir. Hedeflerin içinde yer almamışsanız sizi destekleyecek büyük bir bütçe alamazsınız ve tersine büyük bütçeli projelere imza atamazsınız aranılır olmaktan çıkarsınız. İnsanların çalışmamı on yıl sonra hala doyurucu bulacaklarını düşünmek istiyorum, hatta çalışmamdan hoşlanmasalar bile o an her ne yapıyorsam, Robert bu sezgisel yeteneğe sahip olsa gerek diyerek, bunun desteklenmeye değer olduğunu kavramalarını istiyorum. Liste yerine kataloğu dikkate alıyorum çünkü plaklar satmaya devam ediyor. Exposure günde yetmiş altı bin sattı. Şirketin tahminleri otuz bin kadardı.
Tüm bu yeni gruplar, tüm bu farklılıklar kayıt şirketlerini giderek daha çok şaşkına çevirdikleri için şirketlerin kafa karışıklığının giderek arttığını düşünüyor musunuz? Yani şirketler artık risk almaya başlayabilirler mi?
Hayır, bunu yapmayacaklar. Hatta bunun tam tersi doğru. ‘Ürün’ bazında en az yüz elli bin tane satmadıkları sürece, ki bu şu andaki rakamdır, sözümona maliyetlerini çıkaramadıklarını iddia ediyorlar. Bu düşünme biçimi onları dinozorlaşmış bir halin içine saplıyor.Kullanabilecekleri her yolu deneyerek plaklar ve kasetler yapan ve hatta bunları minibüslerin bagajlarında satan insanların sayısında bir artış görebiliyorum. Bunun günlük normal yöntem haline gelebileceğini düşünüyorum. İngiltere’de bunlara Başbelası (Stiff) diyorlar ve başka bir sürü isimleri var ama Amerika’da durum farklı, Amerika ticari amaçlı bir toplum, herkes doların kral olduğuna inanıyor. Örneğin Avrupa’da insan öğle yemeği ile akşam yemeği arasında plaklar satar. Burada ise plak satmak için öğle yemeği ve akşam yemeği yersiniz. İngiltere’de çalışmanıza izin verilmesi inanılmaz ölçüde zordur. Bu imtiyaza kavuşabilmek için gerçekten hilekarlık yapmam gerekti. Burada ölümüne çalıştım. Farklı koşullarda topyekun. İngiltere piyasada yer almak için iyi bir yer.
Yakın gelecek için düşündüğünüz bazı projeler var mı?
Eylül’de üçüncü Fripp ve Eno albümünün çıkma olasılığı var. Brian ile birlikte yaptığım en son çalışma birkaç hafta önce New York’ta, en yeni Talking Heads albümünün, Fear of Music, içinde yer aldı. Bir parçada ön plana çıkacak biçimde çaldım. Aslında Brian Bangkok ve Malezya’da ortadan kaybolduğunda, David Byrne bana telefon ederek bir prodüktöre ihtiyacı olduğunu söyledi. ‘İyi de, yarın Avrupa’ya uçuyorum,’ dedim ona ve ardından o gün Tayland’dan geri dönmüş olan Eno’yla karşılaştım tesadüfen. Sonuçta Heads’in prodüktörlüğünü yapmak için New York’a giden kişi Eno oldu.
Beğendiğiniz başka gruplar var mı?
Blondie’den hoşlanıyorum. Şu günlerde onlardan hoşlanmamak moda ama ben hoşlanıyorum. Biz karşılıklı olarak birbirini özleyen dostlarız çünkü hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Çok fazla plak dinlemiyorum. The Contortions’u beğeniyorum. Onları ilk kez gördüğümde James Chance dizleri üzerine çöküp suratıma tükürmüştü. İkinci kez gördüğümde James kendini yerden yere atıyordu. Kendisini önce bir masaya attı ve bütün içkiler yerlere saçıldı. Ardından birlikte olduğum genç bir kadının üzerine düştü ve içkisini elinden düşürmesine yol açtı. Ama Contortions’u son derece çok severim. The Clash’ı New York’ta çıktıkları yerde –bir rock’n’roll konserinde- izledim. Son beş ya da altı yıl içinde izlediğim en enerjik gruptu.
Gitarı sevmediğinizi okumuştum bir yerde.
Evet, şey, ama artık çok daha özgürüm. Basitçe gitar çaldığımı kabullendim ve bunu kabullenir kabullenmez özgürleştim ya da bu durumda başka bir seçeneğim yoktu. Özgürlüğü, kaçınılmaz olana incelikle teslim oluş olarak tanımlıyorum. Ben bir gitaristim. Bununla olduğu gibi yüzleşebilirim. Bu en iyi yaptığım şey. Dolayısıyla bunu yapmaya devam edeceğim. Şu anda özellikle Frippertronics ile ilgileniyorum. Onun soundundan hoşlanıyorum. Onun olağanüstü tınladığını düşünüyorum. Beni çok eğlendirdiğine göre iğrenç olmalı.
Eno çalışmanızı nasıl etkiledi?
Ağırlıklı olarak beni teknolojiyle tanıştırarak ve bir de bir gitarist olarak kendime güvenmemi sağladığını düşünüyorum. Yaptığım her işte beni daima cesaretlendirdi. Birlikte çalıştığım pekçok müzisyen benim gitar çalışımdan hoşlanmıyor. Benim Hendrix gibi çalmamı tercih ediyorlar her zaman.
Yaşamınızdan memnun musunuz?
Memnun? Hayır! Hepimiz belli düzeyde bir memnuniyete, belli düzeyde bir tatmine ihtiyaç duyarız, en azından yaptığımız işi yapmamıza imkan verecek kadarına. Hayatımın eskiden kendisinde bulunmayan bir kaliteye sahip olduğunu söylemeliyim ama bu bir bakıma çok daha kolay çünkü yaptığım şeyin doğru olduğuna dair bir hissim var.
Kişisel tarihiniz boyunca sizi bir gitarist, bir müzisyen ve bir insan olarak gözlemlediğim kadarıyla özellikle son birkaç yıl içinde kendinizi ifade etmek için bir bakış açısı geliştirmiş gibi duruyorsunuz.
Kendime kendim olma izni verdim. Üç ay kadar önce New York’ta bazı yazarlarla çok hoş bir öğleden sonra geçirdim, üç yazar ve ben ve orada zeki, esprili, coşkulu ve akıllı olduğumu anladım ve en az onlar kadar dost canlısı ve kendimden gerçekten hoşnut oldum ve kırmamak ya da üzmemek için çok uzun yıllardan beri aklıma nasıl bir sansür uyguladığımı ve hayatımın basitçe uğraşmaya değer olmadığını fark ettim. Halbuki beş yıl önce konser vermeye çıkmış biri vardı. Birileri konseri terk ettiğinde nerede yanlış yaptım diye düşünmeye başlayan ve kalbi kırılan biri, şimdi onlara acıyorum çünkü yaptığım şey her ne ise bunun kendim için doğru olduğunu hissediyorum. Bunu yapmayı sürdüreceğim. Duygusuz ve hoyrat bir tarzda değil ve şüphesiz tepkiler alıyorum ve şüphesiz birileri yaptığım işi beğenmezse içimde bir yerler kırılıyor. Fakat onların işimi beğenmemesi benim suçum olmayabilir, belki bazı insanlar yaptığım müziğin içine girebilmek için gerekli olan çalışmayı yerine getirebilecek kadar hazırlıklı değillerdir ya da basitçe bunu tercih etmiyorlardır. Fakat artık bunlardan hiçbirini üstüme almıyorum. ‘Bunu yapmalı mıyım? İnsanlar bunu beğenmeyebilir,’ gibi şeyler hakkında endişe duymadan yaptığım işi yapıyorum. Basitçe bunu sürdüreceğimi hissediyorum, yapmaya ihtiyaç duyduğum tek şey bu.
Okumak için yeteri kadar çok zamanınız var mı?
Hayır. Her ne kadar yarından sonra Thomas Hardy üzerine yazılmış bir biyografiyi tamamlamak için iki ya da üç saatimi ayıracak olsam da –ki bundan dolayı çok mutluyum- korkarım ki şu sıralar kitap okuyacak vaktim yok. Yoldayken sabah okumalarımı yapmaktan, pratik yapmaktan ve insan olmaktan, öğleden sonra sohbetimle kim ilgileniyorsa onunla konuşmaktan ve akşam da çalmaktan hoşlanıyorum. Medeni olmaktan hoşlanıyorum ve bulunduğum yerlerle, izlediğim gruplarla ve herşeyle ilgili bir hisse sahip olmaktan hoşlanıyorum… Beş saatimi ayırmış ve ziyaret etmiş olsam bile arkadaşlarımın hepsi onları aramadığımda üzülüyorlar… Eğer dışarı çıkmışsam ve bütün dikkatimi bir kişiye yöneltmişsem bu tam anlamıyla iştir, ama zevkli bir iş, şüphesiz. Her zaman yaptığım gibi, günde on altı saat çalışıyorsam sadece banyo yapmak, tellerimi değiştirmek, pratik yapmak ve pantalonlarımı ütülemek için –uyumaktan söz bile etmiyorum- geriye kalan zamana ihtiyaç duyuyorum. Buna rağmen bir dizi tema üzerine okumalar yaptım. The Roches’un prodüktörlüğünü yaptığım sırada Şili ekonomisi ve politikası üzerine dokuz kitap okudum. O noktada Amerika’yı terketmem gerektiğini kavradım. Çok güçlü bir kavrayıştı. Gitmem gerektiğini biliyordum. O noktadan sonra burada kalmayı ciddi olarak düşünmem mümkün değildi.
Öyleyse nereye gidiyorsunuz?
Coğrafi bir üs olarak İngiltere’ye geri döneceğim ve bu gitar okulunu kurmaya çalışacağım ama sürekli seyahat edeceğim.
(Söyleşinin orjinali için: http://www.moredarkthanshark.