"Onların üzerinde bir milli forma yok. Katıldıkları festivallerde de sadece kendileri adına yarışıyorlar ve tüm emek de kendilerine ait. Bunu bir ülkenin başarısı, gururu olarak sunmaya gerek yok."
Millet olarak uluslararası madalyalara, kupalara, ödüllere pek bir hasretiz. Olimpiyatlarda ‘kazara’ yarışan bir yüzücümüz ya da ne bileyim bir uzun atlamacımız olsa bir anda televizyonlara kilitlenip destekleriz sporcularımızı. Vatani duygularımız kabarır, elimizi ayağımızı nerelere koyacağımızı bilemeyiz. Buna ister vatani görev bilinci diyelim ister başarıya olan hasret, nihayetinde durum şu: takip etmediğimiz sporları yapan sporcuları üzerlerinde milli formaları varken nasıl destekliyorsak okumadığımız yazarları, filmlerini izlemediğimiz yönetmenleri de yurt dışında öyle destekliyoruz.
Hatırlayın, Fatih Akın Berlin’de Altın Ayı ödülünü aldığında çocuk gibi sevinmiştik hepimiz. Atladığımız nokta şuydu: aslında Duvara Karşı Almanya yapımı bir filmdi.
Başarıya olan hasretimiz gözümüzü kör etmiş ne yapalım? Olur o kadar.
Sonuçta, Akın’da bizim toprakların çocuğu, değil mi ama!
Nuri Bilge Ceylan’ın Altın Palmiye’si de biraz böyle bizim için. Sevinecek bir şeyler bulduk mu sarılıp yapıştığımız heykelciklerden biri daha onunki.
Şu anda hepimizin favori filmleri arasında Bir Zamanlar Anadolu’da yok mu mesela? Ya da hepimiz Kış Uykusu’nun ne zaman vizyona gireceğini sorup durmuyor muyuz birbirimize? Seneye mart ayında Oskar’a da davul zurnayla uğurlamayacak mıyız Nuri’mizi? İşte, filmleri ülkesinde izlenmeyen bir adamın ülkesinin bağrının sıcaklığını aniden hissetmesine, açıkçası biraz sinirliyim ben.
Aranızda Cristian Mungiu, Altın Palmiye aldığında Romanya’ya turistik bir seyahat gerçekleştiren var mı?
Ya da Weerasethakul (soyadını yazmak yeterince zor, adını yazmayı denemeyeceğim bile) aynı ödülü aldığında Tayland’a giden var mı? Heh, işte tam da bu yüzden Nuri Bilge’nin Altın Palmiye’sinin ülke turizmine bir katkısı olmayacak, bu konuda bir anlaşalım önce. Ceylan’ın filmine ‘yurtdışında bizi başarıyla temsil ediyor, gurur duyuyoruz’ şeklinde yaklaşanlar için şunu söyleyebilirim: bir sinemacının ya da herhangi başka bir alanda üretimini sürdüren bir sanatçının böyle bir derdi olmak zorunda değil.
Onların üzerinde bir milli forma yok. Katıldıkları festivallerde de sadece kendileri adına yarışıyorlar ve tüm emek de kendilerine ait. Bunu bir ülkenin başarısı, gururu olarak sunmaya gerek yok. Ceylan’ın palmiyesi, en temelde bir sinemacının dünyanın en prestijli sinema ödüllerinden birini kendi meslektaşlarının takdiriyle kazanmasıdır sadece. Ceylan’ın tamamen sinema aşkıyla, imkansızlıklar içinde çektiği ilk filmlerinden beri onu takip edenler tabi ki yönetmen adına sevinecekler, gözleri dolacak.
Yönetmenin yıllar süren yolculuğunda onunla beraberdi çünkü bu insanlar. Heyecanlanmaları, sevinçten hop oturup hop kalkmaları doğal. Bunun dışındakilerin ‘vah vah adamın filmlerini izlesek bari, baksana sadece yüz bin kişi izlemiş’ tavrı ise hiç hoş değil gerçekten. Kazanılan palmiyenin üzerine böyle bir ‘vazife’ ediniyor olmanın gereği yok. Ceylan’ın sineması, onun işlerini gerçekten seven bir kitle tarafından takip ediliyor ve destekleniyor zaten. Üstelik eminim, Ceylan’ın derdi daha büyük kitlelere ulaşmak olsaydı, ne bileyim bir Mehmet Taneri parçasını fon müziği olarak kullanır ve Bir Zamanlar Ne Çok Severdim diye bir kavuşamayan aşıklar filmi falan çekerdi yönetmen. Yapardı bence, bana inanın! Sonuçta, anlıyorum başarıya susadık ama; neyin ‘milli’ neyin ‘şahsi’ olduğunun ayrımını yaparken biraz daha dikkatli davranmalıyız diye düşünüyorum. Aksi takdirde filmlerini izlemediğiniz – hatta belki adını bile duymadığınız – bir adamın başarısından ‘yahu bizim Nuri’nin palmiyesi’ tavrıyla bahsetmek, Ceylan’ın işlerine bundan böyle iyi niyetle sahip çıkmaktan ziyade onun işlerine ‘izlemiyorum ama destekliyorum’ gibi bir ikiyüzlülükle saygısızlık etmek olur. İzleme tabi, izleme…
Okuma da hatta okuma… Hatta şimdi bırak mesela okumayı!