‘Gavur’ İzmir’in kayıp ruhları
Ah bizim ‘gâvur’ İzmir. Bir zamanlar ‘La Perle de’Ilonie’ (İyonya’nın İncisi) olarak adlandırılan güzel şehir. Başına ne geldiyse bu gâvurluğundan gelmiştir İzmir’in. Hala da öyledir ya… Bir zamanlar Akdeniz’in en önemli liman kentiyken şu anda ‘’Türkiye’nin üçüncü büyük ili’’ nitelemesiyle yetinir kendisi güzel, yazgısı sığ bu kent.
Anlatacağımız hikaye iki İzmir aşığının, Dido ve Niko’nun hikayesi. Biri İskenderiyeli güzeller güzeli bir Rum kızı; diğeri ise Patralı gözüpek bir Rum delikanlı. Yazar Efe Moral, bu iki gencin destansı aşk hikayesini 1900’lerin başında İzmir’in geçirdiği büyük ve sancılı sosyal dönüşümle birlikte anlatan bir romana imza atmış. İskenderiye’den Rodos’a, oradan İzmir Yangını’na uzanan; yeni bir asrın sancılarıyla yoğrulmuş bir aşk hikayesi olarak da okuyabilirsiniz ‘’Dido’yu (Artemis Yayınları), Osmanlı’nın dağılma sürecinde uygulanan kimlik politikalarını, Anadolu’nun Hıristiyan kimliğinin yok edilme sürecinin nasıl başladığını anlayabilmek için de. Benim tercihim ikinci tür bir okumadan yana oldu, tabii Dido ve Niko’nun tükenmeyen aşkları önünde saygıyla eğilmeyi ihmal etmeden…
İzmir… 1900’lerin başındaki bu rüya kentin ikiyüz yıldır yaşadığı tatlı, müreffeh hayat Balkan Harbi nedeniyle tehlikeye girmiştir. Liman kenti olması nedeniyle Akdeniz’in en önemli tüccar kenti olarak bilinen İzmir bu tehlikeyi umursamaz bir tavırla yaşamaktadır. Acaba, İzmirli’nin genlerinde hala gözlenebilen o ağırkanlılığın ve gevşekliğin sebebinin tarihi açıklaması tam da bu olabilir mi diye düşünmeden geçemiyor insan. Kapının dibine dek gelen bir savaşı umursamadan eğlenceye devam edebilmek sadece bu kente özgü belki de!
1.Dünya Savaşı Avrupa’yı, Balkan Savaşları Osmanlı’yı darmadağın etmiştir ama İzmirliye ne gam! Dünyayı sarsan felaketlerden soyutlanmış bir hayat sürmektedir 1914’lerin İzmir’i. İtalyan sanatçılar temsiller vermekte, komedyenler güldürmeye devam etmekte, şehrin şaşaalı hayatı sürmektedir. İzmirli kadınlar şıkır şıkır giyinerek Liman’da salınmayı sürdürürken İzmir’in taşrasında yani bugünkü tabiriyle İç Batı Anadolu’da yüzyıllardır yaşamakta olan Rumlar sopa, bıçak ve silahlarla donanmış başıbozuk çetelerin saldırısına uğramakta, canlarından olmaktadır.
Ege Yunanları için zor günler başlamıştır. Önce Edremit sonra Eski Foça derken katliamlar hızla sürer. İzmirli Yunanlar, Levantenler ve Ermeniler ise çetelerin İzmir’e sokulmayacağından emindirler. Oysa tarih acı bir yazgıyı yazmaya başlamıştır artık. Ve Alhambra Tiyatrosu’na İtalya’dan gelen operetler, Kramer Palaceta sahneye çıkan ünlü Yahudi şarkıcı Roza Eskinazi ile doyumsuz İzmir gecelerinin sonu gelmiştir.
Derken o dehşet 1922 İzmir Yangını çıkar. Bugün bile hâlâ bu yangın hakkında türlü rivayet dolaşır. En yaygını Yunanlıların ve Ermeni çetelerin İzmir’i terk ederken yaktığıdır. Zaten gerçek kimin umurundadır? Yangınla birlikte İzmir o eski İzmir olmaktan çıkacaktır artık. İyonya’nın İncisi korkuya, dehşete teslim olur. Kentin Hıristiyan halkının çoğunun mallarına el konmuş, kadınlar tecavüze uğramış ve öldürülmüş, evleri, dükkanları yakılmıştır. Türk askerleri ve çeteleler her evin kapısını kırmakta, erkek ve yaşlıları oracıkta infaz etmektedir. Dido ve Niko, iki İzmir aşığı olarak tüm bu vahşete rağmen yine de bırakmazlar kentlerini. İki Anka kuşu misali her defasında yeni baştan kurarlar hayatlarını. Osmanlı’yı tarihe gömen genç Türkiye, yaşadıkları sürece bu iki aşığı bir yolunu bulup cezalandırmaya kalkar ama onlar yine de pes etmeyeceklerdir.
Dido, resmi tarihe dair bildiklerinizi hallaç pamuğu gibi sarsan, o yıllarda olan biteni tanıklıklar üzerinden günümüze getiren bir roman. Daha yeni yeni tartışılmakta olan 1915 Olayları’na giden süreç olarak da okunabilir hatta.
Kitapta Dido’nun annesine yazdığı mektuplar her ne kadar kurgusal gibi görünse de 1900’lerin başından ortasına Egeli Rumların yaşadığı sosyal ve politik ortamın net bir resmini çekiyor. Kendisi de İzmirli olan yazar Efe Moral, romanda anlatılan 1922 olaylarının iskeletini Giles Milton ve Marjorie Anais Housepian-Dobkin’in çalışmalarına borçlu olduğunu; bu kişilerin çalışmaları olmasaydı İzmir’in yazgısını külliyen değiştiren olayları bu derinlikte asla bilemeyeceğinin altını çiziyor.
İyonya’nın İncisi’nin geçen yüzyılda değişen yazgısını ve en az İzmir’e duydukları aşk kadar birbirlerini tutkuyla seven iki insanın hikayesini okuyunuz. Ve olur da yolunuz İzmir’e düşerse Punta’nın (Alsancak) daracık sokaklarını dolaşırken ‘gâvur’ İzmir’in kayıp ruhlarını yâd etmeyi unutmayınız!