A password will be e-mailed to you.

6:45’in  25. yıl ‘kutlamaları’ çerçevesinde 44A’da açılan ‘Uluma’ sergisi Ginsberg’ü selamlıyor. Ahmet Ergenç’in sergi hakkındaki görüşlerini paylaşıyoruz.

Geçen sene Allen Ginsberg’ün bütün yazılarını bir araya getiren bir kitap yayınlandı. Kitapla ilgili yazdığım yazıda Ginsberg buralarda ‘kaybedenler’ ve ‘neo-hippiler’ için çok cool bir vaka olmasına rağmen kimsenin ‘Uluma’ dışında bir şeyden haberdar olmadığından, bu kitabın da bu ironik boşluğu biraz kapattığından söz etmiştim. Buraların okurları için Ginsberg 1955’te ‘Uluma’yı yayınlamış ve sonra kaybolmuş tek atımlık bir persona gibiydi, halen de öyle. Önünü, arkasını, düşüncesini bilmiyoruz.  Ginsberg eşittir ‘Uluma’ gibi bir durum söz konusu.

Artık Uluma o kadar çok biliniyor ki burada malumu ilama gerek yok. Molok’u herkes biliyor, Ginsberg’ün askeri-endüstriyel kompleks diye tanımladığı Amerikan vahşetini, kozmik bir bilinci savunuşunu, büyüsünü kaybetmiş dünyaya yeniden büyüsünü kazandırmak için söylediklerini, her şeyi kutsal ilan eden materyalist panteizmini, algı kapılarını açmak için bilumum ‘uyuşturucu’yu savunmasını, Batı kibri ve rasyonalizmi karşısına daha Doğu felsefelerini koyduğunu ve şiirini de bu felsefi, yaşamsal temel üzerine kurduğunu herkes biliyor.

Tam da böyle bir ‘aşırı-tanıdıklık’ durumu içerisinde ‘Uluma’ başlıklı bir sergi açıldı. Galeri 44A’da 6.45’in desteğiyle açılan kolektif sergi basit bir fikirden yola çıkıyor; sanatçılar Uluma’nın kapağını kendi hissiyatlarınca, çeşitli enstalasyonlarla da destekleyerek ‘bugün’ tekrar tasarlamışlar. Serginin 6.45’in 25. yılı ‘kutlamasının’ (evet, kaybeden tribine hiç uygun bir kelime değil) bir parçası olmak gibi bir özelliği de var.

 6.45, çoğunluğun malumu olduğu üzere, 90’ların başında kurulmuş ve ülkeye başta Ginsberg’ün parçası olduğu Beatnikler olmak üzere ‘alternatif’ bir edebiyat kanalı bahşetmişti. Sadece yayınladıklarıyla değil, farklı bir dağıtım ağı üzerinden (Kelepir dükkanlarını hatırlayın) kitapları daha ucuza sunarak alternatif bir yayıncılık da yapmışlardı. Ciddi ifadelerle dolu ‘copyright’ ibareleri yerine başta fanzinler olmak üzere 6.45 yayınlarının çoğaltılabileceği yönünde ‘kalender’ bir ifadeyle ülke yayıncılığındaki ilk ‘copyleft’ hareketini de başlatmışlardı. Velhasıl, iyiydi, hoştu. Sonra 90’ların sona ermesiyle birlikte, 2000’lerin başında da biraz devam ederek yavaş yavaş silinmeye başladı bu hareket. ‘Kaybedenler kulübü’ de gayet ana-akım bir filme dönüşerek biraz kendi anısına hürmetsizlik etti, kanımca. 2000’lerin ortasında Kadıköy’deki 6.45 dükkanında bu hareketi yaşatma çabaları da bana biraz cehveri gitmiş, kabuğu kalmış bir hareket gibi gelmişti hep: sanki miladını doldurmuş, ‘good old’ bir hareketi sürdürmeye çalışan biraz zorlama, biraz anakronik bir çaba gibi.

Bu sergide de benzer bir durum söz konusu. Çok iyi işler var, onlardan bahsedeceğim ama serginin genel olarak Uluma’dan altmış yıl sonra böyle bir sergi tasarlayıp, Uluma’yı ‘bugüne ve şimdi’ye taşıyamamak gibi bir handikabı var. Bu yüzden biraz donuk, köhnemiş ve biraz da ‘zorlama’ bir hava hakim sergiye.

İyi işlerden söz edelim ki münferit vakaların hakkını yemeyelim. Mesela Tuğçe Şenoğul Uluma’yı buluntu ağaç parçaları ve kaktüsümsü bir bitkiden oluşan bir enstelasyon üzerine yerleştirerek Ginsberg’ün doğa ve kendiliğindelikle, biraz da çölle kurduğu bağı hissettiriyor. Gaye Su Akyol da kozmik bir manzara içine yıldız tozlarından oluşan ‘kokain şeritleri’ni yerleştirerek Ginsberg’ün ‘zihin açıcı’ maddeler ve kozmosla ve dahi insan-evren bağlantısıyla olan yakın alakasını hissettiriyor.  Olgu Ülkenciler’in kapak tasarımı çerçevesi dışına çıkıp, yaptığı kolaj da gayet iyi. Amerika tarihinden ve en önemlisi de ‘buralardan’ kültürel hafıza görüntüleri içeriyor. Komet’in Osmanlı sanatından esinler taşıyan bir kaide üzerine yerleştirdiği işi de sergideki ‘yabancılığı’ azaltması bakımından önemli.

Ama bu münferit iyi işler bir bütün olarak sergiyi kurtarmaya yetmiyor. Sergide şöyle bir sorun var aslında: işlerin hepsi Ginsberg’ün gücünü ve etkileyiciliğini ‘peşinen’ kabul etmiş görünüyor. Ginsberg’ü sorgulayan, deşeleyen ve böylece insanı duraksatan, malumun dışında bir yöne işaret eden pek bir iş yok. İşlerin geneline bir ‘yüce Ginsberg’ havası var. Acaba Ginsberg böyle idolleştirilmeyi hak ediyor mu ya da bizzat kendisi böyle bir kaside havasını ister miydi? Kelime oyunu yaparak söyleyeyim: bu sergi Uluma’dan çok bir ‘ululama’ sergisi olmuş gibi.

 

Sergi kataloğunun fena halinden de bahsetmek lazım. Katalog ‘Ginsberg ve arkadaşlarının’ hikayesini anlatan bir yazıyla açılıyor. Beat kuşağı üzerine daha önce söylenmemiş hiçbir şey söylemeyen bu malumu ilam yazının yetersizliği bir yana, kataloğun tamamı okumayı imkansızlaştıran, bir tashihçiye saç baş yolduracak envai çeşit yazım hatası ve düşük cümleyle dolu.  Bu ülkede ‘alternatif’ olmakla özensiz ve dağınık olmanın birbirine karıştırılmasının trajik örneklerinden biri bu. Bu işin bir edebiyat eseri üzerinden bir yayınevinin 25. yılı anısına düzenlendiğini düşünürsek, bu özensizliğin trajikliği daha da artıyor. Havalı cümleler kurarken, grameri unutmamak lazım. Zor değil, bir yazım kılavuzu ve biraz özen, bu işi hallederdi. 

Daha fazla yazı yok
2024-11-04 18:01:52