A password will be e-mailed to you.

Dirimart Nişantaşı, sezonu 21 Eylül’de Melike Abasıyanık Kurtiç sergisiyle açtı. Sergi, Melike Abasıyanık Kurtiç’in uzun bir aradan sonra açtığı ilk solosu olma özelliğini taşıyor.

"Delacroix, tabiat sadece bir sözlüktür sanatçı için, der. Bu söz önemli. Çok önemli benim için.”

Melike Kurtiç Abasıyanık, Dirimart’ta nadide bir sergiyle karşımızda. Yirmi altıncı solosunda belki bugüne kadar hiç olmadığı kadar izleyiciyi aktif kılıyor. Bu sık sık sergi açmayan, takıntılı ve derin bir üretime sahip sanatçıyı keşfedecek izleyicinin bu kez elinde mercek, onun üretimi üzerinde düşünmesine izin verebiliyor.

Melike Kurtiç’in Doğa’dan aldığı en önemli sözcükler formlar, küresel formlar ve elbette denizin içinde hepimizin tatil kabusu deniz kestaneleri. Hep tatil denen kaçamak’ın, çalışmanın zıttı, bireyliğin tarifi, size tanınan o keyif zamanını, o geçici konforu bozmaya muktedir ilginç bir metafor deniz kestaneleri. Yüzme bilmeyen Kurtiç’in, bilmese de derinlere çok derinlere kadar onlarla birlikte yüzdüğü modelleri…

"Seramikte en iyi dönemimdi. Onları çizmeye başladığım zaman. İlk gördüğümde bir küreydi her biri. Yüzmesini de bilmediğim için. Dikenlerinin hareketi beni çok etkiledi. Evrensel bir devinim."

Kurtiç onlardaki matematiksel düzenden etkilenmiş. Onlardaki kusursuzluğun, varoluşu yeterince iyi anlatmalarını sağladığını düşünüyor. Yoksa Kurtiç, bir kadın sanatçı olarak kadınlığa, kadın varoluşuna dair birer arketip ya da metafor olarak görmüyor deniz kestanelerini. Ne deniz kestanelerini ne de istiridye kabuklarını ne de deniz yosunlarını… Çünkü Kurtiç’in üretiminde kurama yer yok. 

“Benim sanatımda önceden yazılmış bir metin yoktur” deyişi yeterince anlatıyor bu duruşunu.

Kavramsal sanatın daha Zen, Fluxus’tan ziyade “Zero” akımına yakınlığını…

Melike Kurtiç, Sabancı Müzesi’ndeki Zero sergisine gitmiş. Orada gördüğü pleksi işlerden ilham alarak yosunlarını pleksiler içinde sergilerken gölgelerine verdiği ehemmiyeti tekrar hatırlamış. Maalesef gölgeler galerinin homojen ışığında belirememiş.

Kurtiç’in doğayı malzeme edişinde, hatta ondan bir tekrar, bu kez sanatın içinde bir doğa yaratışında Zero sanatçılarının ışık takıntısına bir yol aralamak mümkün. Çöle çıkan Heinz Mack ve kumunu kendisine model kılan Mack başta olmak üzere… Kurtiç’in seramik heykellerinde özellikle Dirimart’taki o kürede, Fontana’nın Sabancı Müzesi Zero sergisinde de sergilenen 1959-1960 tarihli Natura bronz heykeliyle yakınlığı tartışılmaz.

“O küreyi yaparken kesinlikle elimle mıncıklamadım. İstediğim etkiyi bulmak bir buçuk yılımı aldı.”

Dirimart’taki Melike Kurtiç sergisinde toplam iki seramik heykeli var sanatçının. Daha fazlasını görmeyi arzulasak da sanatçı bunu arzulamamış. Hiçbir işin heykelleri tarafından baskılanmasını istememiş. Serginin önemli bir bölümü, Kurtiç’in deniz kestaneleri işlerinin baskılarından oluşuyor. Elinde mercek tam 1976’dan itibaren (İlk deniz kestanesi işi 1976 tarihli) inceleyerek tekrar ürettiği bir sözcük gibi düşünüp çini fırça kullanarak gerçekleştirdiği orjinal işlerin 20’lik baskılarından oluşuyor. Dolayısıyla mercek bu kez izleyicinin eline geçiyor. Sanatçının fırçasının izini, orjinallerine göre daha büyümüş baskılarında takip etmek onun tarafından üretilmiş ‘doğa’nın doğa’sına, natura’sına yakından bakabilmemizi sağlıyor. Bu da gerçekten bir "Doğa" mucizesi. Baskılarda ortaya çıkan detaylar, Melike Kurtiç’in merceğinden çıkan detaylarla düşünüldüğünde dolaşılası bir makro kozmos armağan ediyor hepimize.

Burada yosunlar da elbette bu baskıların içinde pleksi kutularıyla birlikte organik bir cephe açıyor. Bu organik cephede bir zamanlar yeşil ve yüzen yosunların kıyıya vurmasıyla kararışlarının ve birbirlerinin üstüne basa basa tek bir kütle oluşuna direnen bir sanatçı duruşu söz konusu. Bu doğadaki hazır heykeli, örülü bir kazağı söker gibi yalınlaştırıyor Kurtiç. Tek tek o sahile vurmuş kendi neredeyse sahil olmuş sazlıklardan tek tek sazlar çekiyor. Ve onları olanca yalınlığıyla tekrar kompoze ediyor. Yosun işlerin de çıkışı da 1998 tarihli.

Pekala yosunların artık doğayı hatırlatan ama artık kendisi özne olmuş modeller olduğu iddia edilebilir. Onları doğanın aşındırıcı etkisinden azade, sanat nesnesinin de ne olduğunu sorgulamamıza yarayan bir obje olarak düşünmekle birlikte bazılarının birer manzara olduğunu, malzemesinin doğal olmasına rağmen doğaya değil kendisine referans veren neyse o olan soyut manzaralar olduğunu iddia etmek de mümkün.

Melike Kurtiç’in ismi, çok yakında kaybettiğimiz değerli eleştirmen Kaya Özsezgin’in bir yazısının başlığından tayin edilmiş Ayrıntıda Gizli olan sergisi, hayatıyla sanatı arasında kesintisiz bir üretime sahip olmasına rağmen bunu düzenli olarak görünür kılmayan Kurtiç’i tanımak, onun Doğa’sını keşfetmek için eşsiz bir deneyim.

Ve aynı zamanda bu neredeyse 50 yıllık üretimin ‘görünür’ olanla başlayıp görünen’in arkasındakini bulup çıkarmaya olan bitmek tükenmek bilmeyen iştahı üzerinde de uzun uzun düşünmek için güzel bir fırsat.





Daha fazla yazı yok
2024-11-02 14:23:47