‘Devir, 12 Eylül askeri darbesini arka planına alan ve anlatısını bellek üzerinden geliştiren bir roman’ mı yoksa bir ‘masal’ mı? ‘Lirizm’iyle mi dikkat çekici yoksa ‘devrimci ağabeyleri’nin çokluğuyla mı tanıdık?
Bilindiği gibi Gezi Direnişi Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmesine karşı başlamıştı. Devir’in başkarakterleri sekiz yaşlarındaki Ali ve Ayşe de Kuğulu Park’taki kuğuların kanatlarının uçmalarını engelleyecek biçimde sökülmesine karşı bir nevi direnişe geçiyorlar. Bu noktada akla Gezi Direnişi geliyor. Ayrıca 12 Eylül darbesinin olduğu gece çocukların kuğuları kurtarma operasyonu yapmaları bir ölçüde “teselli” olarak okunabilir. Belli; Temelkuran da doğanın, ağacın, canlının kutsallığına inanıyor ki onlardan yola çıkan bir direnişi başarıya ulaştırmış hem de bunu darbenin olduğu gece gerçekleştirerek, işkencedeki anne babaları teselli ediyor! Hemen bir not düşelim, darbenin olduğu gün Ali’nin gecekondu direnişlerindeki ebeveynlerinin akıbetleri dahi meçhulken –belki de işkencede öldürüldüler-, sözde “solcu” Ayşe’nin ebeveynleri Sibirya’dan gelen kuğuları seyretmek için yollara düşüyorlar. Bu noktada Temelkuran’ın kör göze parmak sokan lirizmi dikkat çekici.
Devir 12 Eylül askeri darbesini arka planına alan ve anlatısını bellek üzerinden geliştiren bir roman. Ece Temelkuran burada tanıdık bir anlatı yoluna başvurarak 12 Eylül Ankara’sını çocukların gözünden, onların dille kurdukları pervasız ilişkiyi arkasına alarak anlatıyor.
Belleğin iki temel unsuru olan hatırlama ve unutma süreçleri genel olarak Devir’ in de beslendiği iki kanal. Devir bu kanal üzerinden toplumsal hafızayı sorgulamaya çalışıyor. Bu bağlamda romanda; Çorum’da Maraş’ta katledilenlerin, 12 Eylül öncesinde ve akabinde devlet teröründen kaçamayıp işkenceden geçenlerin nasıl hatırlandığına dair yapılan vurgular önemli. Ancak burada hatırlama süreçlerinin toplumsal bağlamdan bağımsız olmadığını hatırlatmak gerek. Bellek sadece birebir tanıklıklarımızla şekillenen bir süreç değil. Geçmişi nasıl hatırladığımız ailemizden duyduklarımız, medyadan bize aktarılanlar veya okulda öğrendiklerimizle de çok yakın bir ilişki içerisinde.
Mesela; romanda gecekondu direnişlerindeki insanlar olayları verdikleri kayıplarla “ölüleriyle” hatırlarken, adı “solcu” sınıf Cumhuriyet gazetesinin yazdığı kadarıyla biliyor. Öte yandan, Hafta Sonu gazetesinin kitlesiyse ülkedeki siyasi gerginliği Bülent Ersoy üzerinden dönen tartışmalarla hatırlıyor.
Belleğe dair bir diğer not, yaşadıklarımızı nasıl hatırladığımız nasıl aktaracağımızı yani bir ölçüde toplumsal belleğe nasıl taşıyacağımızı belirliyor. Tıpkı bir durumu anlatırken kullandığımız dilin, onu nasıl hatırladığımızı ele vermesi gibi. Romanda “Çorum Olayları” diyenlerle “Çorum Katliamı” diyenlerin arasındaki farkın dil üzerinden şekillenmesi buna bir örnek.
Gelelim Temelkuran’ın Devir romanındaki temel sorununa… Temelkuran, karakterlerini parodileştirmek gibi bir handikapa düşüyor. Gerek solcu diye tasvir ettikleri gerekse apolitik kesimden insanlar yetmişlerin kalıp yargılarından fırlayan birer karikatür örneği olarak romanda yerini buluyor. Aynı zamanda gecekondu direnişlerinin, devrimci ağabeylerin-ablaların ve de eski solcuların tasvir edilişi akla sınıf eleştirilerini getiriyor.
Devir’e bir eleştiri de cinsiyet rollerinin temsil edilişine dair. Edebiyatımız malum olduğu üzere toplumsal cinsiyet kodlarından bağımsız, tek boyuta indirgenmeyen ve dinamik kadın karakterlerden bir hayli yoksun. Toplum ne kadar erkek egemense edebiyat da öyle. Hâlbuki artık erkeklik anlatılarına sıkışan ve arzu nesnesine dönüşen kadın karakterler istemiyoruz! Bu noktada en azından kadın yazarlardan bir bilinç beklersek çok mu şey isteriz? Temelkuran’ın Devir’ deki kadınları bile ki bunlar sözde “devrimci ablalar” erkek egemen kodlardan bağımsız değil. Mesela kitaptaki gecekondu örgütlenmelerindeki “devrimci ağabeyler” komite toplantılarında önemli kararlar alırken, “devrimci ablalar” a düşen rol polislerin dikkatini uzaklaştırmak için kına gecesi yapıyorlarmış gibi şarkı söylemek – “Ben Sana Yandım Zühtü” – ve oynamak. Devrim nutukları, gelecek beklentileri ve benzeri her türlü argüman da erkek karakterler üzerinden veriliyor. Burada kadına düşen rol, şu an hali hazırda erkek egemen sistemin kadına biçtiği rolden farklı değil. Nerede kaldı sol bilinç?
Son söz olarak, Devir bellek çalışmaları açısından okunabilen ancak politik bilinçten uzakta bir roman. Yoksa sadece bir kuğu masalı mı? Ne diyelim, daha nice doğa operasyonlarına; elbette politik bilinci de yanımıza alarak!