Bülent Eczacıbaşı’nın konuşma yaptığı 14. İstanbul Bienali değerlendirme toplantısı, doğrusu çok sıcak bir finaldi. Sanatatak genel yayın yönetmeni olarak bana da bir bienal bilançosu çıkarmak için ilham verdi.
14. İstanbul Bienali’ni istemeyerek de olsa, ardımızda bıraktığımız şu günlerde, İKSV ekibi, Bülent Eczacıbaşı’yla birlikte bir toplantı yaparak 14. İstanbul bienalini güzel bir finalle noktaladı. Bienal mekanlarında bulunan sayaçlarla tespit edilen rakamlara göre bienali toplam 545 bin izleyici izledi. Bu yılki Venedik Bienali’nin 7 ay açık kaldığı süre boyunca edindiği 500 bin ziyaretçiyi İstanbul’unkiyle haklı olarak kıyaslayan Bülent Eczacıbaşı, İstanbul izleyicisinin çok sayıda olmasının bir nedeni olarak da mekanların ücretsiz gezilebilmesini ekledi sözlerine…
Doğrusu çok sıcak bir finaldi. Sanatatak.com genel yayın yönetmeni olarak bana da bir bienal bilançosu çıkarmak için ilham verdi. Biz de sanatatak.com olarak sanatatak.com’da, 14. İstanbul Bienali’yle ilgili toplam 19 makale ve söyleşiye yer verdik. Bu yazılardan 17’sini manşetimizde değerlendirdik. Yazılar, orjinal içerik. çeviri demeden büyük ilgi gördü ve toplam 94 bin okur tarafından okundu.
Sanatatak olarak bienale tuz getirmek üzere Çanakkale’den yola çıkan sanatçıların haberiyle bir ilk gerçekleştirerek tuzun doğru kişilere, bienal küratör ve direktörüne teslim edilmesi konusunda köprü olduk.
Bienal basın toplantısında sanatatak.com olarak küratöre sorduğum soru, hükümetin Kürtlere karşı politikasını eleştirmek üzere Pelin Tan’ın sanatçılara yaptığı işlerini askıya alma çağrısı, bienalin daha ilk gününde yerli ve yabancı basında gündem yaratarak bienalin politik sanatı nasıl tarifleyeceği konusunda aydınlatıcı oldu.
Bakargiev’in genel olarak entelektüel tutumunu okurlarımıza deşifre etmek için epey çaba sarf ettik. Annie Besant’tan Teosofizmden Kant’a, Art Nouveau’ya, biyopolitik olana uzanan bu çerçevede yazdığımız yazılar – benim, Ali Şimşek, Murat Alat gibi sanatatak yazarlarının yazıları- eleştirel bakış açılarıyla zaman zaman tartışma konusu oldular sosyal medyada.
En çok okunan çeviri yazı, yine bienalin entelektüel çerçevesini değerlendirmede benim de kusursuz bulduğum Mesele Serginin Kalıntı Hegelciliğinde başlıklı yazısıydı Kerem Kabadayı çevirisiyle Ana Teixeira Pinto’nun. Adrian Searle’in Guardian yazısı, Nicole O’Rourke’un Küratördeki Bilimci yazısı, Özlem Akarsu çevirileriyle onu takip etti.
Gerek bienalle ilgili yazıları gerek küratörün yaptığı söyleşileri büyük bir titizlik ve seçicilikle çeviren sanatatak ekibinin değerli çevirmenleri Özlem Akarsu ve Billur C. Yılmazyiğit’e teşekkür etmeden geçmeyeceğim.
Bunun yanısıra İstanbul Bienali’nde istihdam edilen 500’e yakın genç, üniversite öğrencisi, rehber, sergi mekanı görevlisine de bienal yönetimindeki dostlarımla birlikte teşekkürü borç bilirim. Onların bienali tutkulu sahiplenişi, mekanlarda zaman zaman oturup onlarla işler üzerine sohbet etmeye kadar vardırdı gezilerimi… Onları, kültürel anlamda bienal gibi büyük sergilerin, felsefi ve edebi oluşumların en büyük destekçisi, aktris ve aktörleri olarak düşünüyorum şimdiden…
Bir de kısacık ferdi olarak bienali, Mim Art Project ile gezdirdiğim yetişkin turlarımdan bahsetmeliyim.
Toplam 120 kişi gezdirdim. Bu 120 kişinin onlarca ilginç yorumundan özellikle ikisini sizinle paylaşmalıyım:
Tophane’de Cevdet Erek’in ritimlerini tuttururken Viki Koronyo’nun otoparkın yer aldığı Tomtom mahallesinde geçirdiği çocukluk anılarını hatırlayışını…. O otoparkın geniş kapısından içeri sokmadan babasının koca kasalı kırmızı Wrangler’ini sokağa sığdıramadığını anlatışı… O Wrangler’in o sokağa her seferinde nasıl babası tarafından sığdırıldığına şaştığını çocukluğu hatırlayan her büyükte parlayan gözlerle ekleyişi…
Bir de İtalyan Lisesi’nde yer alan İz Öztat ve Fatma Belkıs’ın Suyu Kim Taşır yerleştirmesiyle ilgili olan.
Tura katılan hanımın kocası Bartın’lı. Dev aile, Hes’lere karşı ve Hes’leri yapanlar olarak ikiye ayrılıp küsmüş kanlı bıçaklı olmuşlar. Aileyi bölen bir Hes mücadalesine dair bu içeriden bilgi sadece doğanın değil ailevi dengeleri de bozduğunu anlatıyor suyu taşımak isteyenlerin müdahalelerinin.
Yine Erek’in işinde kedilerin tuvaletleri için konan iki içi kedi kumu dolu leğeni yerleştirmenin bir parçası sananlarla attığımız kahkahalar da unutulmazdı.
Bu üçü zevkle seve seve yaptığım turlardan unutulmazlardı.
Bu bienalden kalan bir başka cevher an, ise o karanlık diyalogda lisenin çatı katında dinlediğimiz İrena Heiduk’un politik sanatın ne olabileceğine dair yaptığı diyalogu sonrası mekanı bekleyen gençlerle giriştiğimiz “liberalizm” diyaloguydu. Heiduk’un İngilizce metnini İKSV’den hala bekliyoruz. Çevirtip yayınlamak üzere…
Bir de, ah o tümünü izlemenin imkansız olduğu Cheng Ran filminde Hegel kitabından sayfaların yırtılarak denize atıldığı o sahnenin ister istemez… Tam o sırada vizyondaki Wim Wenders’in 3D çektiği filmi Her Şey Güzel Olacak’taki anne rolündeki Gainsbourgh’un çocuğu öldüğü sırada okuyup daldığı Faulkner’in romanının sayfalarını teker teker yırtarak sobaya atışıyla buluşması…
Önümüzdeki 15. Bienali’ne, 14. İstanbul bienalinin yarattığı filozofik, imgelerle ve fikirlerle dolu karmaşaların gölgesinde ve ışığında bakmak üzere…