A password will be e-mailed to you.

 

Ercüment Görgül, her zamanki okumaya doyamadığımız ironik mi ironik lezzetli üslubuyla sanatla gayrimenkulun yeni başlayan flörtünü yazıyor. Olay, New York’ta geçiyor…

Sanat’la, Gayrimenkul’un flörtü yeni moda olsa gerek… Ya da bir nevi çağın zihniyeti, her gün yeni bir haber duyuyoruz bu konuda… Sonuncusu New York’tan… Modern Sanatlar Müzesi MoMA, içinde bulunduğu bloktaki iki parseli daha ham yaparak koca bir Manhattan bloğunun neredeyse dörtte üçünü ele geçirmiş. Müteahhitle anlaşıp apartman yapacak, dükkânı büyütecek… Zeitgeist, yani çağın zihniyeti… Amerika’da bunlar olurken bizde neler olabilirdi ki buna paralel acep? Konuralp’in Opus Magnum’u Karayolları binasının arazisinde bir süredir süregiden orjide son perde indi. 

 MoMA’nın bu müthiş planları yaptığı parsellerden birinde, daha 12 yıl önce açılmış, komşu bakkal Amerikan Halk Sanatları Müzesi bulunmakta… Çağın zihniyeti dedik ya, koleksiyonuna helikopter, uçak filan almaya çalışıp modernizm mehdiliğiyle göz dolduran MoMA, “bakkalı indiricem aşağı diye tutturunca, mimarlık dünyası (en azından New York sosyetesi) bu ne perhiz diye ayağa kalktı. Tabii 2000 yılında bitmiş binada tescil ne yazar, hem Manhattan, İstanbul’un rantından aşağı kalmış mı? Hâşâ, çok daha etkin parsellenmiş bir yer, bizdeki gibi alan kaybı yok…

Amerika’da özellikle de ’60 ya da ‘70’lerden kalan binaları korumaya almak bayağı zor. Yıkılması bir tarafa, biraz daha şanslı olanları giydirme cephelerle kılık değiştirip sil baştan yeni hayata başlıyorlar. Bu bağlamda 2 Columbus Circle’daki “Venedik Sarayı” nasıl bir “ucube” oldu, hâlâ belleklerde… Neyse, kapladığı alanla ancak apartman boyunda olabilecek, komşusu babaların babası müzenin yanında “müzecik” kalan Halk Sanatları Müzesi, bronz cephesinin geometri ve dokusuyla modernizm sonrası dönemin karakteristiklerini güzelce absorbe etmiş, duyarlı, kişilikli bir bina… Çağdaş mimarinin zarif örneklerinden. Yıkım niyetinin trajikomikliği, satılmak için yapılmış olması gibi bir nedende düğümleniyor ki baştaki cümleye bağlanıyoruz; sahibi yeni inşaatın parasını bu krizde çıkaramayınca binayı MoMA’ya satıveriyor. Ancak korkutan, modern sanatlar konusunda son derece hassas olabileceği düşünülen MoMA yönetiminin “modern” olmayan Halk Sanatları Müzesi’nin, “kendi cam ve metal estetiklerine uymadığı” ve kat seviyelerinin hizalanmadığı sebepleriyle yıkılacağını açıklaması… Bu kurum imajı ve onu yöneten kişilerin farklılığı arasında ciddi bir gerçeklik kontrolü yapılmasını gerektirmiş olacak ki -dışarıdan gelen diğer eleştiriler de kale alınmış olmalı- iki hafta içinde önce sustu, sonra da klas bir çark manevrayla topu dönüşüm işini organize edecek, Diller Skofidyo Renfro’ya attı. “Mimarlarımız karar vereceklerdir”, dedi. Keşke bizde de sorsalar… Brütalizmin anıtsallığını virtuöz kalibresinde estetik ameliyat, makyaj ve aksesuarlarla, sevimli binacıklara çevirmekle meşhur (Lincoln Center, Tully Hall, Hirshhorn Müzesi) DS+R’ın, yaptığı açıklamayla açıkça binayı yıkılmaktan kurtarmalarını beklerken, a bir baktık MoMall rantiyesi onların da idealist nutuklarını bombalamış… Ezer geçeriz, dedi Liz Diller. Yazık. 

 Zeitgeist, yani çağın zihniyeti… Amerika’da bunlar olurken bizde neler olabilirdi ki buna paralel acep? Bizim de gurur kaynağımız çağ atlamaya başladığımız 80’li yıllarımızın gözbebeği, hem de tescilli biricik küçük dev gökdelenimiz, memleketimizin bir kısmını yetiştirdiği, diğer kısmını da muhteşem bir yatırımla yurtdışından havale yoluyla döndürerek gerçekleştirdiği, yaşayan en büyük uluslararası mimarımız Konuralp’in Opus Magnum’u Karayolları binasının arazisinde bir süredir süregiden orjide son perde indi. Karayolları binası, üstüne vinçle kondurulan kepçe marifetiyle kat kat aşağı indi… Hani korunuyordu? Hani giydirme cephesi Türkiye’de ilkti, o sebeple tescillenmişti? İlk önce o cephe gitti zaten… Camları nerede Karabulut Holding Genel Müdürlüğü binasının? Betonu çürükmüş? İnanması zor, imkânsız sanki, sadece bir deri ve kemikten oluşan birine “sen şişkosun len” demek gibi bir şey, üzerine kat çıkılmak üzere baştan hesaplanmış brütalist bir binanın “sisteminin sorunlu” olduğuna inanmak… 

Mehmet Bey’in Baron ve Lord’luğa terfi eden akranlarından birinin filminde soruluyor: “Binanız ne kadar ağır, bayım?” Herhalde bu soruya Türkiye’de muhatap tek mimar Mehmet Konuralp… Herhalde Türkiye’nin en hafif gökdeleni, Karayolları… İlki ve en hafifi…

 Kont Konuralp ne yapacağız simdi, ekselans? Modulor’a taş çıkartan kat yüksekliği optimizasyonunuz yüzünden, binanızın aynen yapılacağı, bana göre hikâye… Peki, her gün, günbatımında, Stonehenge’vari bir gizemle, ancak üzerine güneş yansıdığı zaman, rengi, betonunun krem-karamel grisiyle tutan, diğer zamanlarda siyah camlarla aynı gözüken, Mies’in cepheleri kadar seksi o cephenin rengini nasıl tutturacaklar? Ya betonun, alüminyumun patinası? Camların altından sarkan klimaları olmasa da olur, sağ olun…

 Ağlamak istiyorum.

 “Parçalarının toplamından daha değerli” diye bir söz var İngilizcede, doğru mu tercüme ettim, bilemiyorum. Böyle bir bina kaybettik. Parçaları bile kalmamış bir başyapıt, cephesi keşke bir depoya konsaydı… Requiem’siz, helvasız infaz… Neyse bari bir deprem raporu almadan Gök-Kafes, Hilton, Harbiye Orduevi, Askeri Müze, Açıkhava Tiyatrosu, Stadyum, Swissotel, İsmet İnönü’nun evi, İTÜ’ler ile beraber iki numaralı parkın etrafında ne varsa derhal tescil edilmeli! En azından yerine “aynen” “yapılmaması” teşebbüslerinden “korumak” için…

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 20:15:16