Madem 14. İstanbul Bienali Tuzlu Su dedi. Biz de yazarımız Osman Çakmakçı’dan Tuzlu Dizeler derlemesini istedik. Bienali gezerken ilham verici olabilir.
Köpük
Oyun bitti ve her şey yerini buldu.
Akşamla ebedi kızlar anne oldu.
Aynalara bakma, aynalar fenalık;
Denizi,sonsuz olanı düşün artık.
Bir gün beni hatırlayabilirsin ancak,
Güzelsen soyabilirsin çırılçıplak;
Oradayım hep ben, orada derinde,
Gemilerin ihtiyar köpüklerinde.
Deniz
Bu akşam vakti deniz,
O bütün hasretimiz,
Sanki gelmiş de dile,
Nedametin sesiyle,
Çarparak kafalara,
Yetmez mi, diyor deniz,
Karada çektiğiniz?
Akdeniz yaraşıyor sana
Yıldızlar terler ya sen de terliyorsun
Aynı ıslak pırıltı burun kanatlarında
Hiç dinmiyor motorların gürültüsü
Köpekler havlıyor uzaktan
Demin bir çocuk ağladı
Fatmanım cumbadan çarşaf silkiyor yine
Ali dumdum anasına sövüyor saatlerdir
Denizi tokmaklıyor balıkçılar
Bu sesler işte sessizliğini büyüten toprak
O sesinin sardunyalar gibi konuşkan sessizliği
Hayatta yattık dün gece
Üstümüzde meltem
Kekik kokuyor ellerim hala
Senle yatmadım sanki
Dağları dolaştım
Ben senden öğrendim deniz yazmayı
Elimden düşmüyor mavi kalem
Bir tirandil çıkar gibi sefere
Okula gidiyor öğretmenim
Ben de ardından açılıyorum
Bir poyraz çizip deftere
Bir ada var sırf ebabil
Dönüyor dönüyor başımda
Senle yaşadığım günler
Gümüş bir çevre oldu ömrüm
Değince güneşine
Neden sonra buldum o kaçakçı mağarasını
Gözlerim kamaşınca senden
Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi
Ben düzde sanırdım yıkıntım
Örenim alkolik asarım
Mutun doruğundaymışım meğer
Senle çıkınca anladım
Eski Yunan atları var hani
Yeleleri bükümlü
Gün inerken de öyle
Ağaçtan izdüşümleriyle
Yürüyor Balan tepeleri
Yürüyor bölük bölük can
Toplu bir güzelliğe doğru
Kadınım Yaraşıyorsun sen Akdenize
Cigarayı Attım Denize
Şimdi bir güvercinin uçuşunu bölüşüyoruz
Gökyüzünün o meşhur maviliğinde
Uzun saçlı iri memeli kadınlarıyla
Bir Akdeniz şehri çıkabilir içinden
Alıp yaracak olsak yüreğini
Şimdi bir güvercinin
Şimdi sen tam çağındasın yanına varılacak
Önünde durulacak tam elinden tutulacak
Hangi bir elinden güzelim hangi bir
Bir elinde kızlığın duruyor garip huysuz
Öbür elinde yetişkin bir günışığı
Daha öbür elinde kilometrelerce hürlük
Çalışan insanlar için akşamlara kadar
Toz duman içinde
Bir elinle de boyuna ekmek kesiyordun
Biz eskiden de en aşağı böyleydik senlen
Bir bulut geçiyorsa onu görürdük
Bir minarenin keyfine diyecek yoksa onu
Bir adam boyuna yoksulluk ediyorsa onu
Ne zaman hürlüğün barışın sevginin aşkına
Bir cigara atmışsak denize
Sabaha kadar yandı durdu
Bir çakıl taşları gülümseyişi ağlarmış karafaki rakısıyla
şimdi dipsiz kuyulara su olan kınar hanım’dan
düz saçlarıyla ne yapsın şehzadebaşı tiyatrolarında şapkalarını tüketemezmiş hiç
İşte kel hasan bu kel hasan karanlığı süpürürmüş
ters yakılmış güldürmemek için serkldoryan sigaralarıyla
işte masallara da girermiş bir polis o zamanlardan beri sürme
kirpiklerini aralayarak insanları çocukların
Ve içinde birikmiş ut çalan kadın elleri olurmuş hep
gibi bir üzünç sökün edermiş akşamları ağlarken kuyulara kınar hanım’ın denizlerinden
Siz Dedim De F, O Denizler Aldı Beni
Siz dedim de f, o denizler aldı beni.
Sabah haliniz o eski suları geçtim.
Helene’nin baktığı denizlerde Paris’dim.
Yeni sesler buldum, renkler, diller yeni
Kral yalnızlıklarımda düşündüm sizi
O çok günler Çin denizlerinde gittim
Sular, güneşler onlardı, karşılaştırdım
İstanbul gibiydiniz belki daha da yeni
Bu denizler ne güzel böyle değil mi f,
Hayır siz o denizlere bakıp geçtiniz
Kaldı işte sonnet’lerimde olduğu gibi f
Kaldı a’dan z’ye bütün baktıklarınız.
Eski zamanda gelseydiniz ölümsüz olurdunuz.
Benim zamanımda geldiniz ölümsüz oldunuz.
sor kendi kendine bir sabah
av hazırlığına başlarken
sulara kim salar ilk güneşi
sen kayığına binmesen
orağını almasan eline
ilk ürünü kim biçer denizden
kent niye bir büyük gergeftir
geçirmiş ilmiğini alınterine
niye aç ağızlardan örülü
bir martı cığlığıdır gök
iner kalkar başının üzerinde
küçük dalışlarla yoklar tekneni
bir başınasın yaşamı üretirken
zıpkın çizer kürek acıtır ağ yorar
neden elleri bulunmaz elinin yanında
sofrasına çökerken yeryüzünün
sor kendi kendine bir sabah
Ada vapuru yandan çarklı
Bayraklar donanmış cafcaflı
Simitçi, kahveci, gazozcu
Şinanay da şinanay.
Müslümanı, yahudisi, urumu
İsporcusu, ihtiyarı, veremi
Kiminin saçı uçar, kiminin eteği
Şinanay da şinanay.
Estirir de ada yeli estirir
Seni sevindirir beni küstürür
Lüküs kamarada kimler oturur
Şinanay da şinanay.
Melih Cevdet Anday
Deniz
Ben deniz kenarındaki odamda,
Pencereye hiç bakmadan
Dışardan geçen kayıkların
Karpuz yüklü olduğunu bilirim.
Deniz, benim eskiden yaptığım gibi,
Aynasını odamın tavanında
Dolaştırıp beni kızdırmaktan
Hoşlanır.
Yosun kokusu
Ve sahile çekilmiş dalyan direkleri
Sahilde yaşayan çocuklara
Hiçbir şey hatırlatmaz.
Unutmak mı, delisin,
Gitmesem de bekler orada deniz.
Gelirsem bilmelisin
Benim beklememdir burada deniz.
Gitmek gibi geleceğim
Denizin delisine.
Delinin denizi gibi,
O ne kadar giderse.
Özdemir Asaf