Tayfun Polat, 28 Şubat Cuma akşamı Karga’da gerçekleşecek konseri öncesi müzisyen Seha Can’la keyifli bir sohbet gerçekleştirdi.
2000’lerin ortasında, alternatif müzik dünyamızdaki en müstesna, en heyecan verici seslerden biri, yazdığı sözler, sesi ve müzikleriyle Seha Can’dı… Büyük bir kitle üzerinde, özellikle müzisyenler arasında tesiri olsa da bir yandan da türlü yaftalarla kategorize edildi. Seha Can, kendi ifadesiyle modalardan uzakta, en çıplak haliyle Türkçe şarkının, melodinin ve garip akorların olasılıklarının peşinden giden bir müzik insanı. Can uzun zamandır sahneye çıkmamayı tercih ediyordu. Öyle ki müzikle ilişkisinin sürdüğünden bile emin değildik. Ama nihayet, hem de bir dolu yeni şarkıyla tekrar sahnede olacak. Belli ki bu sefer arayı da çok açmayacak. 28 Şubat Cuma akşamı Karga’da gerçekleşecek konser öncesi “Durum nedir?” kendisinden öğrendik…
Tayfun Polat: Bir süredir müziğe ara verdin. Ne oldu acaba?
Seha Can: Aslında ara vermedim; yeni şarkılarla oynamaya devam ettim, misafirlere çaldım ama paylaşmamanın sebepleri çokmuş şimdi bakınca. Yapmak istediğim çok şey oldu; görsel bir iştahım da olduğu için animasyonla güzel bir şeyler yapmak, trompet öğrenmek gibi… Sonra, yazılan tezler, diplomalar, silah altına alınmak gibi hiç ilginç olmayanları bir kenara bırakırsak, bir şarkı yazarı olarak algılandığım karakter ben değilmişim gibi geldi. Kırılgan, üzgün şarkıların yere bakan şarkıcısı olma niyetim yoktu hiç, öyle gören çok oldu. Başka tür şarkılar çıkana dek sakin olmak daha iyi olmuş. Bir de tek başına sahneye çıkmanın getirdikleriyle barışık değilim hiç. O sanatçı personası meselesi, şimdi bu sorulara cevap yazarken bile insanın kendisini kâğıt üzerinde var ediyor oluşu gibi bir hal var. Durup dururken tanımadığın insanların sevgisini ve nefretini kazanma işi ya sahneye çıkmak, sağlıklı bir varoluş biçimi değil. Bir şarkımda, “Gençliği şöhrete bozdurmanın çirkin güzelliği, gözlerimizi boyama,” diye bir söz var. O kendini var etme telaşında bir çirkinlik var gibi geliyor. Daha huzurlu ve daha sade kalma dürtüsü ağır basıyor bende.
Konseri ilk duyurduğumuz andan itibaren büyük bir heyecan hâsıl oldu. Böyle büyük bir özlem varken ve müziğin bu kadar ulaşılmazken, müziğinin etkisi sürüyor. Bunun ne derece farkında olduğunu merak ediyorum; çünkü böyle bir müziği, böyle bir ilgiye rağmen paylaşmamanı anlayamıyorum.
Çok farkında değilim; gerçekten öyle mi bilmiyorum. Özlediği bir dostuyla görüşme hissi var sanki. Şimdi beni heyecanlandıran, iyi olduğunu düşündüğüm şarkılarım var. Sadece onları olabildiğince çok söylemek istiyorum. Bir de içime sinen bir şekilde kaydetmek.
Ankaralı, eski, yeni hangi müzisyenle konuşsam seni biliyor ve hep bir takdirle, saygıyla anıyorlar. Geçenlerde de ODTÜ Rock Şenliği’nde üst üste 5 yıl çalan tek müzisyen olduğunu öğrendim. Ankara ve İstanbul’un müzikal sahnelerini, dinleyicilerini, ortamlarını karşılaştırır mısın?
Sağ olsunlar. ODTÜ’nün ve ODTÜ Müzik Topluluğu’nun üzerimde çok emeği var. Çok da tatlı bir geleneği oldu Rock Şenliği’nin. Mimarlık Amfisi her müzisyenin çalması gereken bir yer. Sanırım, hem seyirciden hem de mimariden oranın çok başka bir havası var. Umarım yakında tekrar orada çalabilirim. Ankara ve İstanbul sahnelerinin bir beş sene önce daha belirgin bir farkı vardı sanki. Küçük şehir daha çok sahip çıkıyor müzisyene; keza etkinlikler daha nadir, hayat daha telaşsız diyesim geliyor ama İstanbul seyircisi de değişti, eskisi kadar mesafeli değil. Bir de harika bir gelişme olarak popüler müzik dışında da Türkçe şarkılar iyice sahiplenildi. Artık her şehirden güzel müzik çıkıyor, memleketimi övmeyeyim hiç.
Son olarak Yasemin Mori’ye muhteşem bir animasyon klip yaptığını biliyoruz. Ama konserlere ara verdiğin dönemde başka nelerle meşgul oldun?
Teşekkür ederim, “Işığa Geldi Çocuklar” güzel bir şey oldu gerçekten. Posterlere, sahne görsellerine de dönüşecek; oyunlu, kapsamlı bir iş olduğu için zaman da aldı. Yasemin’in Deli Bando’su çok doğru, çok kafa açıcı bir albüm. Albümün, Gezi Parkı ve sonrasındaki gerçeklere dokunan bir yanı var. Albümün görselliğini yansıtan bir film yapmak zor, ama güzel bir deneyimdi. Konser vermediğim dönemde başka animasyon işler de yaptım; master tezi yazdım, “sanatta uzman”(!) oldum. Kendim için yaptığım ve yakında izletmek istediğim bir animasyon müzik videosu var. Olası bir ikinci albümün şarkılarını bitirdim. Etekte çok taş birikti.
Farklı gruplarda da çaldın; Yasemin Mori, Ceyl’an Ertem gibi isimlerin albümlerine de katkı verdin. Ama Seha Can denince akla bir singer/songwriter geliyor. Grupla çalsan bile tek kişi müziği gibi. Sen ne düşünüyorsun?
İnsanın müzik yaptığı yol arkadaşlarını, çetesini bulması büyük bir şans. Ben o beraber üretme ortamını çok istememe rağmen yakalayamadım henüz. Grup müziğiyle, Doors, Beatles, Queen, Pearl Jam dinleyerek büyüdüm. O yüzden sahnede ya da albümde tek başına olmak istemiyorum aslında.
Artık bir Seha Can albümü çıkacak mı peki?
Evet çıkacak. İkincisiyle arasında çok da zaman olmayacak sanki; kardeş albümler olacaklar. Öncesinde de sade ev kayıtları paylaşmak istiyorum.
Konser muhtemelen bir ayine dönüşecek. Yeni şarkılar da çalacaksın? Sence neler olacak? Heyecanlı mısın?
Beni biraz utandırıyor sorular; demek ki o Seha Can kişisine uzaktan bakıyorum, sağlıklı bir şey. Çok heyecanlıyım yeni şarkılar çalacağım için. Playlisti, birkaç albüm çıkarmış bir müzisyen rahatlığıyla hazırladım; şunu çalarım, belki bunu çalarım diye… Bu ilk defa yaşadığım bir rahatlık. “Güzellik Kraliçeleri”, “Gece Yanıkları”, “Başkasının Acısı”, “Yanınmış Evim”, “Mey de Hak, Meyva da”, “Derin Bir Oh”, “İstediğimiz İnsandan”, “Lavlara”, “Türk Aile Yapısı”… Sesim bitene, insanlar “Tamam, yeter!” diyene kadar söyleyeceğim. Bu konserlik bolca hata da olacaktır, gülüp devam ederiz.