Hilda Teller Babek’in Ermenice aslından çevirdiği ve Can Yayınları tarafından geçtiğimiz nisan ayında yayınlanan kitapta Baronyan, bugün bir çoğu ilçe olan; ancak kendisinin yaşadığı dönemde “köy” olarak adlandırdığı, otuz dört İstanbul semtine ilişkin tadına doyum olmayan bir anlatı sunuyor.
Yetkin bir yergi ustasıyla, 19. yüzyıl İstanbul’una keyifli ve bir o kadar da eleştirel bir geziye ne dersiniz?
Yanıtınız “Evet” ise, Hagop Baronyan’ın İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti (Can Yayınları, 2014) adlı kitabını bir kenara not etmenizi öneririm. Türkiye’de daha çok Şark Dişçisi adlı tiyatro oyunuyla (Aras, 2010) tanınan Baronyan, 1842 yılında Edirne’de dünyaya gelmiş. Ermeni yazınının ilk mizahçısı olarak kabul edilen yergi ustası, özellikle toplumsal sorunları ele aldığı yapıtlarında, kişisel gözlemlerine dayalı eleştirilerini yetkin bir mizahi dille ortaya koymuş bir yazar. Yoksulu ve varsılı, ruhbanı ve sıradanı, kadını ve erkeğiyle toplumun her kesiminden insanı, gözünü budaktan sakınmayarak eleştiren Baronyan’ın 1800’lerin sonlarında yazdıkları, yalnızca yaşadığın dönemin toplumsal ve kültürel yapısını aydınlatmakla kalmıyor; bugünün yaşam tarzlarına da ışık tutuyor.
Örneğin Şark Dişçisi’nde evlilik ve sadakat meselesi masaya yatırılırken; İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti’de, toplumsal, kültürel ve demografik yapısıyla İstanbul, okul ve kilise gibi kurumlarının işleyişi ve sakinlerinin gündelik yaşamları üzerinden Baronyan’ın incelikli mizahına konu oluyor. Hilda Teller Babek’in Ermenice aslından çevirdiği ve Can Yayınları tarafından geçtiğimiz nisan ayında yayınlanan kitapta Baronyan, bugün birçoğu ilçe olan; ancak kendisinin yaşadığı dönemde “köy” olarak adlandırdığı, otuz dört İstanbul semtine ilişkin tadına doyum olmayan bir anlatı sunmuş.
Hagop Baronyan’la 1880’lerin İstanbul’unda yapacağınız gezinti, Ortaköy’le başlıyor:
“Ortaköy’e iskele tarafındaki yoldan girmek istersen altı tane muhteşem tuvaletin kokusu hemen hissedilir. Anlaşılan Ortaköy’de yaşayan biri için hassas bir burun, büyük bir sorun. Dağ tarafından inmeyi denersen, yanında güvenlikçiler getirmelisin ki hırsızlardan yakanı kurtarasın. Şayet Beşiktaş tarafından gelirsen geçen yılki yangından kalan küllerin dolmaması için gözlerini mendille bağlamalısın. Bu köye girmenin güvenli yolu tayyareyle inmektir derlerse de benim için en güvenlisi hiç girmemektir” diyor Baronyan.[1]
Bir başka yerde Kumkapı’nın sınırlarını, “[B]atıdan rakı, doğudan şarap, kuzeyden konyak, güneyden rom”[2] olarak çizen yazar, Pera’nın sınırlarını ise “[D]oğuda kumarbazlık, batıda gösteriş, güneyde müsriflik ve kuzeyde sahtekârlık” şeklinde veriyor.[3] Galata’nın sınırlarıysa şöyle: “[G]üneyde yankesiciler, batıda sarhoşlar, kuzeyde katiller ve doğuda şarkıcı kızlar.”[4]
Sözünü edeceği mahalleye, sınırları ve giriş güzergâhları üzerinden genel bir bakış sunarak giriş yapan Baronyan, ardından mahallenin kültürel ve demografik yapısına ilişkin saptamalarına geçiyor. Bu çerçevede, büyük oranda dönemin Ermeni toplumunu masaya yatıran yazar, kiliselerde görev yapan din adamları ile cemaatin kayıtsızlıklarından fazlasıyla rahatsız görünüyor. Bazı yerlerde İncil’den yaptığı alıntılarla desteklediği eleştirilerinde, cemaatin Kumkapı’daki durumuna ilişkin olarak Baronyan şunları dile getirmiş:
“Bir pazar sabahı kiliseye git, halktan kimseyi göremezsin. Papazı görürsen, mumunu yak ve dışarı çık. Kadınlar kiliseye sadece Paskalya ve Noel zamanı gider. O da birbirlerinin ne giydiğini çekiştirmek, kızlarla erkekleri yakınlaştırmak ve bazen de kilisede doğum yapmak için…”[5]
Konu Karagümrük’teki Surp Ohan Vosgeperan Kilisesi’ndeki papazlara geldiğindeyse Baronyan’ın müstehzi tavrı ve ironik üslubu adeta zirveye çıkıyor:
“Buranın papazları da az çok eğitimlidir. Zaman zaman mucizeler yaratabilir. Bir dindarın Meryem Ana resmine sunduğu saf altın kemer, iki günde altın kaplama bakıra dönüştü, diğer bir sunu olan has telpeçe de simle değiştirildi. […] Kilise yönetim kurulu yakın zamanda kilisenin değerli eşyaları için resmi bir demirbaş defteri tutmaya karar alacak ki onlar mucize eseri değişmesin veya göğe yükselmesin.”[6]
Kadınlar da Baronyan’ın kaleminden kaçamıyorlar:
“Sempatik bayanlar misafirliğe gittiğinde merdivenin ikinci basamağından ayaklarını uzatıp hizmetçilere ayakkabılarını çektirir, minik ayaklarını etrafa gösterirler, ama ayakları büyükse hizmetçilere eldivenlerini çektirirler.” [7]
Baronyan’ın kitabının geneline egemen olan üslubunu göstermesi bakımından örnek niteliğindeki bu alıntıların, ancak tadımlık olduğunu; çok daha fazlasınınsa, kitabın 135 sayfalık içeriğine yayıldığını belirtmeliyim. Sivri olarak nitelendirilebilecek dilini, samimi üslubuyla dengeleyen Baronyan, aksi takdirde sert olabilecek ve muhtemelen şiddetli tepkilerle karşılaşabilecek eleştirilerini de ironi ve istihzayla [sarcasm] yumuşatmış. Ancak yine de yergi konusunda ne denli usta olduğunu hemen her tümcesinde ortaya koyan yazarın eleştirileri, etkisinden bir şey yitirmiş görünmüyor. Bu noktada insan, acaba bu eleştiriler, dönemin toplumunda nasıl yankı bulmuş ve ne tür tepkilere kaynaklık etmişti diye merak ediyor.
İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti’de Baronyan’ın tek yaptığı toplumsal bir eleştiri ortaya koymak değil tabi. Kiliseler ve okullar gibi dönemin çeşitli kurumlarına ilişkin saptamalar, mahallelerdeki Ermeni hanelerine ilişkin bilgiler de yazarın keyifli anlatısına eşlik ediyor. Okullarda verilen eğitimin niteliği, okulların nasıl kurulduğu ve yapısı, Baronyan’ın yapıtının belgesel açıdan da nitelikli bir çalışma olduğunu göstermesi açısından kayda değer. Bu noktada, Ermeni cemaatine ait kilise ve okullara ilişkin Baronyan tarafından verilen bilgilerin, dipnotlarla ayrıntılandırıldığı da vurgulamalı. Bu dipnotlarda, ayrıca, metinde yer alan bazı Ermenice sözcüklerin anlamlarına da yer verilmiş. Bu da kitabın yayına hazırlanışındaki özene ilişkin diğer bir kayda değer nokta olarak öne çıkıyor.
Hazır kitabın yayına hazırlanışı demişken, Can Yayınları’ndan çıkan kitapların, Utku Lomlu’nun tasarımlarıyla birlikte yeni bir soluk kazandığını belirtmeliyim. Bu bakımdan, harikulade kapağıyla İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti’nin, tasarımıyla da okuma keyfini arttıran bir kitap olduğunu söylemeli. Yine bu çerçevede değinmeden geçemeyeceğim diğer bir isim de –her biri üzerinde tek tek durmak gereken ve yine Can Yayınları etiketi altında yayınlanmış– Kırkmerak Dizisi’nin kapak tasarımlarını üstlenen Ayşe Çelem Design.
Keyifli okumalar.
[1] Hagop Baronyan, İstanbul Mahallelerinde Bir Gezinti, Can Yayınları, 2014, s. 11
[2] A.g.y. s. 25
[3] A.g.y. s. 77
[4] A.g.y. s. 113
[5] A.g.y. s. 24
[6] A.g.y. s. 37
[7] A.g.y. s. 16