Dergicilikte menzilin uzunluğu belirsizdir. Onuncu yılını kutlayan Bant ekibi, Forward dergisinden Bant Mag’e uzanan yolda hayatımıza kattığı güzelliklerle baş köşeyi hak etmiş bulunuyor. Bu on yıl boyunca onlar sayesinde sayısız grup, illüstratör, film ve zihin açıcı proje keşfettik ve bu topraklara uğraması ihtimal dışı görünen nice ismi sahnelerimizde izledik. Bant’ın Moda’daki karargâhına uğrayıp mevcut sergiye göz attık, arşivleri kurcaladık ve on yılın üzerinden geçerken muhabbetin lezzetinden dolayı birkaç kahve soğuttuk.
Sarp Keskiner: Onuncu yıl sayısını hazırlarken zorlandınız mı, en çok nerelerde zorlandınız ve hazırlıklar ne kadar sürdü?
Aylin Güngör: Genel olarak zorlandık açıkçası ama seçkiyi hazırlamak çok zaman almadı çünkü akıllıca bir strateji ile taranacak konuları farklı isimlere paylaştırdık. Ekibe son katılan Cem Kayıran ve Altay Aydemir doksan dokuz sayıyı tarayıp müzik, sinema ve araştırma dosyalarından özene bezene alıntılar yaptı. Ekibin en kıdemli isimlerinden Ekin Sanaç ve Yetkin Nural da bir süre sonra dahil oldu, bu seçki işine. Eğer Hakan ve ben bu işe kalkışsaydık bir noktada kesin tıkanacaktık, “şu mu olsun” veya “bu da olsun” diyerek. İlk başta fikir kallavi bir kitap yayınlamaktı ama görüyoruz ki kitap işine kalkışsaymışız işimiz çok zorlaşırmış ve içinden çıkamazmışız.
Belki de seçki işini ağırlıklı olarak Cem ve Altay’a devretmek, ortaya çıkan sonuç anlamında daha sağlıklı olmuştur. Dış göz olarak geride kalan on yılın ürünlerine daha tarafsız bakabileceklerini düşündüm; siz ne dersiniz?
Aylin Güngör: Biraz öyle; diğer yandan kendi zevklerine göre bir seçim yapmış olduklarını da söyleyebilirim. “Ben olsam kimi nasıl seçerdim” diye düşündüğümde; yazar çizer anlamında ne kadar çeşitli olduğumuzun altını daha güçlü çizerdim. Özellikle çizimlerden seçim yaparken daha çok isim, daha farklı üsluplar tercih ederdim. Bu seçkide en sık çalıştığımız isimlerin işleri öne çıkmış gibi diyebiliriz.
Ben de arşivi merak ediyordum: On yıllık bir arşivi nasıl bir sistemle sınıflandırıp saklıyorsunuz?
Hakan Dedeoğlu: Aslında şöyle bir şey var. Bu işe başladığınızda yayının on yıl süreceğini düşünmüyorsunuz. Hâtta ilk bir iki sene, “herhâlde bir sonraki sayı çıkmaz ya” modu ile devam etti dergi. Bundan dolayı da başından itibaren “abi arşivi şöyle kuruyoruz, tamam mı” gibi bir düşünce ile ilerlemedik. Ayrıca server çöküntüleri, uçan mailler ve benzeri kazalar söz konusu olunca bir kısım malzeme kayboldu veya başka yerlerden, ekibin kişisel arşivinden çıktı geldi.
Aylin Güngör: Yakın zamana kadar düzgün bir arşiv tutmadığımız için arşivi toparlamak epey zaman aldı. Aslında en iyi arşiv grafikerlerin elinde oluyor. Bu gibi durumlarda onlara başvurmak en akıllıca seçenek. İlk elli sayının tasarımını yapmış olan ve derginin ilk ekibinin önemli bir üyesi olan Ümit Kurt’tan bu sayıların tasarımlarını içeren CD’leri istemiştim. CD’leri alıp bir kenara koydum ve unuttum. Derken Ümit’in dijital arşivi çökünce elimizdeki bu CD’lere bakalım dedik. O zamanlar tasarım için Quark kullanıyorduk ve bir baktık ki on yıl önceki sürümle tasarlanmış herşey. Ekibin genç canavarlarından Altay arkadaşımız on yıl önceki sürümü buldu, fontları yükledi ve o döneme ait görselleri böylece elde etmeyi başardık. Sözün kısası, bu bahane ile arşivi birazcık toparlamış olduk.
Hakan Dedeoğlu: İtiraf edelim ki, iyi arşivciler değiliz. Anca aradan beş yıl geçince “nerede bu arşiv” diye meraklanacak olduk ve bir baktık ki herşey her yere dağılmış. “Abi biz bunu bu saatten sonra toparlayamayız” diyerek ucunu bıraktık.
Aylin Güngör: Son yıllarda çok daha derli toplu gidiyoruz tabii. Özellikle tasarımı ben yapmaya başladıktan sonra epey rahatız.
Geride kalan on yılın “en”lerine gelelim. En sıkıntılı yıllar ve zirve yılları hangisiydi?
Hakan Dedeoğlu: Bence bu soruya ikimizin cevabı farklı olacak.
Aylin Güngör: Bilmem…
Hakan Dedeoğlu: Bant’ın ikinci, üçüncü yıl dönemi bence çok güzeldi: Hayal ettiğimiz konserleri düzenlemeye başlamıştık, ilgi çok yoğundu ve gerçekten yeni, iyi isimleri getiriyorduk. Ardından sponsorluk ilişkilerimizin yapmak istediklerimizi hayata geçirmek adına oldukça güçlendiği, bomba röportajlara imza attığımız beşinci ve yedinci yıl arası dönemin zirve olduğunu düşünüyorum. Bu dönemin ardından dergiyi bünyesinde barındıran şirket bize bir takım sorumluluklar yüklemeye başladı, bir süre sonra bu çırpınmaya dönüştü ve bu çırpınma derginin kendisine de yansıdı. Derken Mayıs 2011’de bildiğimiz o eski Bant konsepti sona erdi.
Aylin Güngör: Derginin üçüncü, dördüncü yılında buradan yurtdışına sanatçı göndermeye başlamıştık ve hem Bant’ın yurtdışı ile yeni bir ağ kurmaya başlamış olması, hem de bizim kanalımızla buradan isimlerin yurtdışına gidebiliyor olması bize çok büyük mutluluk veriyordu. 2010 – 2011 dönemi bence de en zor dönemdi. Ayda üç konser organize ediyorduk; konserlerden kazandığımızla matbaayı ödüyorduk… Yorucu bir dönemdi, dergi yapmaktan çok konser organizasyonlarıyla uğraşıyorduk.
Hakan Dedeoğlu: Bant Mag. olarak devam etme karar aldıktan sonra bir ferahlama geldi ama bu kez de şirketi yürütmek için çok yoğun bir temponun içine girmiş olduk. Fatura kesmek, muhasebe yapmak gibi… Yine de şu an herşeyi yapabilecek güçte hissediyoruz kendimizi, ara ara vuran on yıllık yorgunluk nöbetlerini saymazsak. Önümüz çok daha açık.
İşbölümü yapısı da değişti zaman geçtikçe, değil mi? Orta dönemlerde kendi gösteren departmanlaşma eğilimi artık çoktan oturmuş durumda gibi görünüyor.
Aylin Güngör: İlk başlarda Ekin (Sanaç), ben, Hakan; herşeyi hep beraber yapıyorduk. Sonra dedik ki, içeriği bölümlere ayırarak sorumlulukları paylaşalım. Müzikten şu sorumlu olsun, sinemadan bu sorumlu olsun, çizimlerden o falan… Ben röportaj yapmayı bırakıp derginin tasarımına yoğunlaştım; derken Hakan yazmayı bırakıp konserlerle ilgilenmeye başladı ve böylece herşey daha sistemli bir şekilde ilerlemeye başladı. Şimdilerde yeni bir yapılanma var. Sabit bir web ekibi var, derginin içerik koordinayonu ise tamamen Ekin’de. Bize dışarıdan gelen işleri de Bant bünyesinde toplanmış yaratıcı – üretici ekiplere paslıyoruz. Bilmiyorum, en az acı çekilen sistem galiba bu sistem oldu (gülüyor).
Dijitale geçiş kararını aldınız ama bir yandan da sayı içeriğini kısmen ortaya koyan basılı ve ücretsiz bir format devam etti. Basılı formattan dijitale geçiş bünyede bir sarsıntı yarattı mı ve neden basılı formatta ısrar ettiniz?
Aylin Güngör: Yaşadığımız o çok sorunlu süreçten sonra dergiye özgürlüğünü kazandırınca ilk bir ay “galiba bu iş bitti” havası ile geçti. Ne yapalım, birşey yapmalı mıyız derken etrafta yavaş yavaş “acaba dijitale mi geçsek” soruları dönmeye başladı. Bant’ın isim hakları ayrıldığımız şirkette kalmıştı. Yeni yayın için isim ararken herkese danıştık ve Bant Mag adında karar kıldık. Sonra formata ve ilkelere karar verdik: App kesinlikle olmayacak, internet bağlantısı olan herkes dergiye kolayca ulaşabilecek, yayın ücretsiz olacak, reklâm geliri önemli olacağı için hosting ve server altyapısı güçlü olacak… Derken “incecik, broşür gibi birşey bassak bari; ne kadar tutar ki ya” diye usul usul matbu bir kanal açmaya yükseldik. İlk sayıyı kendimiz bastık ve baştan ücretli olmasına karar verdik ama hatırladık ki dağıtım ağı kurmak, para tahsil etmek büyük angarya. O yüzden baskı maliyeti için iyi sponsorluklar bulduk: Jameson, Efes ve ardından baskı adedimizi üç binden on bine çıkartan Pepsi ile gerçekleştirdiğimiz altı aylık anlaşma…
Hakan Dedeoğlu: Dijitale geçince basılı formata devam etmekteki ısrarın altında aslında hiçbirimizin birbirimize itiraf edemediği bir altmetin vardı, duygusal anlamda: “Dijitale geçip bir süre devam ederiz, sonra da usul usul sona erdiririz bu işi”. O dönem öyle bir psikolojik durum vardı. Şimdilerde düşündükçe, basılı formatın eski Bant ile aramızda psikolojik bir bağ kurmaya yaradığını fark ediyorum. Basılı format, bizi moralman ayakta tutmuş ve yola devam etmek için bir araç görevi görmüş.
Aylin Güngör: Basılı materyal, özellikle çizerler için çok önemli. Ürettikleri işin fiziksel bir formatta görünür olmasını çok önemsiyor ve arıyorlar. Diğer yandan, eski okur kitlesi dergiyi hâlâ basılı formattan okumayı tercih ediyor. Bant Mag’in önceki Bant’tan miras aldığı oturmuş, sadık, çok ciddi bir okur kitlesi var ve bizimle yaşlanmış bu kitlenin alışkanlıklarını yadsımak mümkün değil.
Ne olursa olsun, dijital versiyona karşı fiziksel format özlemi devam ediyor demek ki. Dergiyi almak adına mekâna uğramak için rotanı değiştirmek, mekâna uğrayıp orada zaman geçirmek ve uğradığın yer ile fiziksel, duygusal bir ilişki kurmak… Tüm bunlar derginin yarattığı anlam dünyası ile ilintili edimler. Az önce buraya uğrayan liseli okurlar önce size selâm verdi; dergiden birer kopya alıp gitti ve böylece dergi, sizinle birebir ilişki kurmak adına da araç görevi gördü.
Hakan Dedeoğlu: O liseliler oturdukları yerde muhabbet ederken dergiyi karıştıracaklar ve belki rastladıkları bir çizim üzerine muhabbet edecekler, ilgilerini çeken bir grubun albümünü indirecekler.
Aylin Güngör: Şunu da ortaya koymak lazım gerçi; eski format bir açıdan malzemenin sunumunda kısıtlar yaratmaya başlamıştı. Biz dijital dünyanın sunduğu olanaklardan gayet memnunuz ve bunun keyfini sürüyoruz. Dijital olanaklar sayesinde sayfalara video, ses dosyası veya link ekleyebiliyorsun ve içerik zenginleşerek çıkıyor okurun karşısına. Meselâ dijital dönemde Bant Mag’i yeni çıkmış bir dergi sanıp eski Bant’tan hiçbir şekilde haberi olmayan bir kitle ile karşılaştık. Bu karşılaşmalar hem kadromuza, hem de içeriğimize bir sürü yeni isim kazandırıyor.
Hakan Dedeoğlu: Bant Mag projesinin farklı ayakları oluşmaya başladı, zamanla. Günlük yayın yapan haber blogu, basılı dergi, dijital dergi ve sergi salonu – café olarak kullandığımız bu mekân… Kimileri sadece blog’dan haberdar ve sıkı sıkıya takip ediyor, çok seviyorlar. Kimileri sadece basılı versiyonun peşinde koşarken kimisi yalnızca dijital edisyonu takip ediyor. Bu durumun sağladığı dinamizm bence çok avantajlı bizim için.
Bant ekibinin imza attığı konser sayısı yüzü geçmiş bu arada; sizin yalancınızım. On senedir bunca parti ve konser organizasyonu derken, aradan geçen zaman içinde kitlenin uğradığı değişimlere dair tespitleriniz neler?
Hakan Dedeoğlu: Öncelikle, bu işe giriştiğimiz dönemde İstanbul’da bu kadar sık ve çeşitli konser, festival yoktu. Hele hele Bant’ın lanse ettiği çizgide ve tarzlarda müzik yapan ekipler buralara hiç uğramıyordu. Bant’ın okur kitlesinin kısa zamanda ispat ettiği üzere, bu grupların aslında İstanbul, Ankara ve İzmir’de ciddi dinleyici kitleleri var. Yani dergi, yeni müzikal keşifler yapmak adına başlı başına bir araç oldu, bu kitleler için. Diğer yandan, dergi bizim düzenlediğimiz konser ve festivaller için kitle yaratmaya yaradı. Bir zaman sonra, “onları getirse getirse Bant getirir” diyen bir kitle meydana geldi. Pazartesi, hâtta Pazar gecesi getirdiğimiz isimler sold out çalıyordu o parlak dönemde.
Aylin Güngör: O dönem gerçekten bambaşka ve çok zevkliydi. Şöyle bir sistem kurmuştuk: Mayıs ayında getireceğimiz grup hakkında Nisan sayısında bir tanıtım yazısı, Mayıs sayısında da bir röportaj yayınlayıp konseri patlatıyorduk. Bütçe veya mekân sıkıntımız da yoktu. Bu sistem uzun zaman boyunca çok iyi çalıştı. Myspace çok yeni yeni patlıyordu ve bu kadar çok sayıda yerli grup yoktu.
Hakan Dedeoğlu: Bundan iki, üç yıl önce Babylon, Ghetto, Salon, Bronx ekseninde ciddi bir konser patlaması yaşandı ve bu mekânlar genel olarak hep aynı çizgilere yöneldi. Bizim memlekette böyledir ya, Simit Sarayı sendromu işte… Birşey başarılı olunca hemen onu sunmak veya satmak isteyenlerin sayısı artıverir. Böyle olunca indie, deneysel, alternatif ne dersek diyelim; o dünyanın içini hızla boşaltmış oldular. Çünkü ne yaparsan yap, İstanbul’da bu etkinliklere katılacak kitlenin maksimum sayısı belli. Bu arzın, talep anlamında karşılığı yok. Olsa bile izleyicide o para yok. Haftada dört konsere gidecekler, yiyecekler içecekler, eve dönecekler vs… İmkânsız yani.
Bu derece yüksek bir talep yokken arzın bu kadar yoğun olması bana çok tuhaf geliyor; üstelik, konser ve festivallere katılım konusunda mevcut durum ortadayken…
Hakan Dedeoğlu: Bu tür müziklerle ilgilenen, hayatında bu tür müziklere yer açan kitlenin mensupları artık sadece çok beğendikleri, sevdikleri ve anlam yükledikleri grupların konserine gidiyor. Eskisi gibi “ona da koşayım, buna da yetişeyim” durumu yok. O bitti. Bazen de bir isim etrafında garip bir hype oluşuyor, Chet Faker örneğinde olduğu gibi. Gezi sonrasında çok net ortaya çıkan bazı tablolar var, ayrıca: Birincisi, sponsorlar yavaş yavaş bu işlerden çıkmaya başladı. Festival ve mekân konserlerinin önde gelen finansörlerinden alkollü içecek firmaları zaten malum sebeplerden dolayı piyasadan çekilmişken çokuluslu firmalar da global krizi neden göstererek bütçeleri iyice kıstı. İkincisi, büyük konser mekânları risk almaktan korkar hale geldi ve sahneyi sadece yüklü bilet satabilecekleri işlere açmak istiyorlar. Üçüncü olarak, yine Gezi’den kaynaklanan bir psikolojinin sonucunda dinleyici duygusal bağ kurduğu, yanında hissettiği isimlerin konserlerine destek veriyor. Dinleyici artık ya “deli gibi eğleneyim ve unutayım”, ya “orada görünmem lazım” ya da “benim gibilerle yan yana olabileceğim bir konsere gideyim” diyor.
Aylin Güngör: Biz de konser yapmayı bu yüzden iyice azalttık zaten. Değil bilet sayısı, davetli listesindeki isim sayısı bile kabarmıyor. Önce grup için üzülüyorsun, sonra kendin için… 2015 için daha da hevesliyiz ama.
Siteden yayınlanan toplama albümleriniz harikaydı, neden devam etmedi o proje? Birinci toplamadan sonra çok iyi tepkiler geldiğini bizzat biliyorum ve o içerikte bir toplama albümü sizden başkası yapamazdı bence.
Hakan Dedeoğlu: Bunu bize soran çok oldu ama inan ki devam etmeyişinin belli bir sebebi yok. Ekipten Emir Özer ilgileniyordu o proje ile. Dışarıdan basit görünse de cidden angaryası çok yoğun bir iş, toplama albüm yapmak. Zaman bulamadığımızdan veya önceliklerimizin değiştiğinden olabilir mi acaba?
Aylin Güngör: Myspace’in müthiş bir hızla parladığı bir döneme geldi o albümler. Toplama albümlerimizin kimi isimleri daha geniş kitlelerle tanıştırdığına hiç şüphe yok ama Myspace o görevi görmeye başlayınca çok da esprisi kalmadı diye mi düşündük acaba?
Türkiye’den pek çok grubu yurdışına öneriyorsunuz, götürüyorsunuz. Türkiye’li grupların müziklerine yönelik ne gibi değerlendirmeler var?
Hakan Dedeoğlu: Müzik için şunu söyleyebilirim; hep şöyle söylenir ya, “Avrupa’dakiler daha oryantal, daha Anadolulu şeyler dinlemek istiyor”, gerçekten de öyle. Yani, türünde ve tarzında çok iyi olmadıkça oralarda ilgi görmen biraz zor. Kim Ki O ve She Past Away gibi istisnalar var ama bu istisnalar da tarif edilmesi güç bir tür “buraya has duruş” sergiliyor. Bunun ne olduğunu bizim tanımlamamız çok zor ama Avrupalılar öyle hissediyor işte. Bazı müzik türlerinde dünyanın neresinden geldiğinin hiçbir önemi yok; elektronika, doğaçlama, veya özgür caz belki… Fakat o kadar vahşi ve dinamik bir piyasa söz konusu ki, Avrupa’da kendini beğendirmeyi başarıp işin ekonomik zincirine dahil olabilmek gerçekten zor.
Aylin Güngör: Anadolu pop ve Anadolu Rock’a müthiş bir ilgi var ya, Grup Ses Beats gibi işlere çıldırıyorlar. Ekin Fil, Biblo gibi isimler o bağımsız müzik camiasına girmeyi başaracak kadar özgün işler bence.
Onuncu yıla özel kutlamalar ve projeler var mı, ayrıca sırada neler var?
Hakan Dedeoğlu: 4 Aralık’ta Babylon’da Bant projesinin 10. Yıl kutlamasını yaptık. Dandadadan yıllar sonra tekrar beraber sahne aldı ve müthiş çaldılar. Norrda da çok uzun zamandir konser vermemişti. Norrda’nın Bant ekibinden isimleri içerdiği için bizde ayrı bir yeri var. Gaye Su Akyol ve Baba Zula da harikaydı bence.
Aylin Güngör: Ne zamandır Bant’a katkıda bulunmuş illüstratörlerin işlerini toparlayacak bir kitap projesi düşünüyorduk. Sonradan kitap gibi statik bir formattansa poster dosyası gibi bir format olsun dedik. İllüstrasyonlar ister dosya halinde saklanabilsin, ister çıkartılıp duvara asılabilsin. Çok da açık uçlu bir format bu, yarın öbür gün fotoğraflar için de kullanabiliriz. Bant Yayınları gibi bir fikre doğru hızla koşmaktayız, göründüğü gibi.