A password will be e-mailed to you.

İzmir’in yeni bağımsız sanat mekanı İO’da bir sergi açılıyor. Serginin adı "Fuck You Modernity". Sanatçılar Nejat Satı ve Zeynep Beler. Sergi metni ise Rafet Arslan imzasını taşıyor. 

 

Yol bir ilerlemeden öte bir menzildir. Yolda, dünü ve an’ı yanımıza aldığımız gibi gelecek denen belirsiz şeyi de valizimizde taşırız. İnsanın doğası olmaz tarihi olur demişti bir düşünür, bu anlamda insanın kat ettiği yollar, geri dönüşleri, kullandığı gizli geçitler, terk edişler ve uğradığı dönüşümler onun kişisel tarihidir. Yani kılavuzudur yol insanın, sonsuzluğa doğru açılan kısa tarihi içinde.

Sabit kalmak var olanı kabul etmek, bir nevi olana muhafız etmektir benliği – kuşkusuz gri bir muhafazakârlık. Sabit kalmamak yola düşmek ise düşünmek ve bir şeyleri göze almaktır- her şeyden önce değişmeyi ve dönüştürebileceğini idrak etmeyi.

Yola çıkan; kurulu bir düzeni, sıcak bir yatağı ve alışkanlıkları geride bıraktığını bilir. Ama o yeniyi yaratmak, kendini yolla sınamak isteyen huzursuz bir ruhtur; şairdir, meczuptur, sanatçıdır, maceracıdır; hep çocuk ruhludur. Kuşkusuz rahat batar ki bu ilerlemedir kendi döngüsel menzilin içinde. Kendini yola bırakmaya cüret eden yolcu, karşısında başarı/başarısızlık, mutluluk/mutsuzluk, huzur/huzursuzluk gibi ikili karşıtlardan oluşan bir kaderin değil, sonsuz olasılıklar âleminin dikildiğini bilir. Bu yüzden yolda olmak düşünmek kadar üretmektir ve verilen her emeğin bir gün evrende bir karşılığının olduğunu bilmek.

Yola çıkmak aynı zamanda âşık olmak, yolda olmak aşkı örgütlemektir. Farklı haritaları aşıp aynı kalpte buluşmak, iki kişinin yüreği üzerinden evrenin çok’luğunu inşa etmeyi denemektir. Yollar aşkta kesişir, âşık olmakta yolda durmak değildir ve birlikte çıkılan başka bir yola evrilir.

Aşuk ve maşuk birliğin yolunda ilerler; bazen aynı evi, bazen loş sokak köşesini, bazen bir atölyeyi, hep bir yüreği…

Eğer; yoldan, aramaktan, aşktan, yalnızlıktan ve birlikten bahsediyorsak kelimenin Türkçesiyle ve kat edilen yol ise İstanbul, Ankara, İzmir, Antalya yolları ise şayet, yolumuza eşlik edecek alt metin de Jack Kerouac’ın ”Yolda”sı değil, Kaan Çaydamlı’nın KTN’sidir (kişisel toplantı notları).* “Yol zamanın bir fonksiyonu değildir. Hız yolun zamana bölünmüş halidir. İvme ve sürtünme katsayısı bizi ilgilendirmez. Yolda olmak bir hıza sahip olmayı gerektirir, aksi durum yolda durmaktır. Durmak sıkıcıdır.” K. * Üç şehir: İzmir, Ankara, İstanbul…

Tarihin her parıltılı evresinde yollar büyük şehirlere, daha doğrusu arzunun başkentlerine açılır.

Şehr-i İstanbul yüzyıllardır arayışta, umutta, yaratışta olanların yollarının kesiştiği bir başkenttir- labirentin başkenti.

İstanbul, zamanın insana, hızın tüketime, üretimin hüzne ve patlayan neşeye kavuştuğu kaosla bütünleşmiş bir kenttir. Sadece yolları değil kıtaları ve kültürleri de birbirine bağlar. Doğunun usul olana, yabana olan kaçışını ve özlemini bünyesinde gizlediği gibi; sürekli Batı’ya ulaşmaya çalışan bir hevesinde merkezidir. Cumhuriyet ondan başkentliği kâğıt üstünde alsa da sanatın, kültürün, kapitalin ve direnişin hep başkenti kalmıştır. Her daim yüreklerde büyüyen bir İstanbul masalı vardır –bir Amerikan rüyası daha olamasa da- bilinir ki onun taşı toprağı altındır.

Sanatçı, Anadolu’nun neresinden gelirse gelsin, İstanbul yoluna düştüğünde baldıran zehrini içmeyi baştan kabul eder. Şehrinde satılık olmayan sanatı, o şehir de –diğer her şeyle birlikte satılıktır. Ama o satılır olma halinin kendisi de çok zor bir işçilik, sabırlı ve gönüllü bir çilecilik ister.

İstanbul vitrindir, ama ilk başta hep dışarıdan geleni görünmez kılan, öteleyen, iteleyen. Mücadele şarttır, ama zaten yolun kendisine çıkmaya cüret etmek, bu cengi de kabullenmek değil midir? Bu noktada sanat işçisi eski ben’ini de ardındaki şehre bırakır. Yüzüne çelikten bir maske takar ve masumiyetini bu maskın ardında korumak ve yaşatmak ister. Kendi özünü korumak zorundadır; çünkü bilir temsiliyet ile teslimiyet aynı yolun, birbirine karışan iki çizgisidir.

Merkezde periferi kalmak, kendi öz benliğine sığınmaktır; onun direniş stratejisi. Sanatının ağın içine, loop’un döngüsüne girdiğinde; ruhunu hep erketede tutmak ister, o ruhta hala Agora ya da Gençlik Parkı’nın ılık esintisi saklı kalsın diye. Ama kentin onu kabul etmesi, hakkını teslim etmesi uzun bir koşudur. Sanatçı defalarca gelir/gider, arşınlar hep kör bir menzili.

Otobüsler de geçer uzun geceler, duygular hep belirsizdir, umutlar bir parlar bir söner, tek kullanımlık kahvelerin, tek kullanımlık şekerlerin, tek kullanımlık çayların ve keklerin sahteliği eşlik eder ona yol boyunca. Her otobüste servis arabasıyla ona servis edilen tek kullanımlık ürünler, sanatçının gözünde onu bekleyen tek kullanımlık hayatlarında şifresini taşır.

Şehir her şeyi nesneleştirmek, tüketmek istemektedir, sanatçının uğraşı ise sonsuza dek kalıcı bir ekin bırakmak tarihe. Ve o tek kullanımlı yolculuklarda, sarı yol çizgisinin ve servis arabalarının rutininde varmak istediği menzile hem aşk ile hem de nefret ile bağlanır. Çünkü bilir; çıktığı yolculuk cehenneme yolculuktur.

* “Yolda durmak yolda olmak anlamına gelmez, yolda durmak yolda durmak anlamına gelir. Yolun bittiği yerde durulmaz. Ya önce durulur ya durulmaz.” K.

* Iki şehir: İzmir ve Ankara… Cumhuriyet, Ankara’yı başkent yapmaya soyunmuş, ona bu misyonu vermiş. Fakat yıllar geçtikçe görülmüş ki İstanbul ebedi başkentken, Ankara ise sadece bürokrasinin başkenti olmuş. Belki bu yüzden dışarıdan Ankara’ya yola düşende hep gri bir sıkıntı ve bir an önce yola geri dönme isteği vardır. Ama buna karşı Ankaralı olup, hep ondan gayrı yollara düşenin kalbinde bir uhdedir, sımsıcak bir özlem kalır kalplerinde gri başkentten; dışarıdan başka birinin bilemeyeceği deneyime dair bir sırrın eşiğinde/eşliğinde…

Cumhuriyet; “düşman işgalinden” kurtardığı İzmir’e muhasır medeniyetler seviyesine çıkma misyonunu vermiş; gel gör ki İzmir ülkenin –sözde- hem en şoven hem de aydın şehri, aslında en mağlup kenti olmuştur. Sanayisi güdük, hala toprağa kıyısından bağlı kenttin işçi/memur/orta halli insanı çocuklarını okutup, onlara bir gelecek sağlamayı düşlemişlerdir. Ama gel gör ki, çocuklar diplomalarını, sertifikalarını, burslarını ellerine alsalar da, kente gelecek yoktur. Cumhuriyetin bağrında büyüttüğü “türk sorunu”dur İzmir.

İzmir de ilerlenemez, tıpkı Ankara gibi, o kentte hep durulur, beklenir ve akışa yenilir insan evladı. O yüzden yol kaçınılmazdır, Yolcu yola düşse de, valizinde hep şu soruyu da saklar: terk eden giden midir aslında, kalan mı? Yoksa orada kalan şehir onu çoktan terk mi eylemiştir?

Olasılıkların başkenti şehr-i İstanbul’a pusula çevrilir; bu sadece fani hayatta “bir şey olma” çabasından öte, kendi kendini gerçekleştirmenin cebridir. Kuşkusuz ve katıksız bir modernitedir; İstanbul ve onun ağır dişlerinde ruhunun da gezindiğini bilir. Kaosun, hızın, dağınıklığın içinde kalbini, ekinini göstermek, özne olmak ister; modernin onu nesneleştirmesine izin vermeden. Şehirle dövüşür, onun içinde erir; var olmak için.. Sonra şehre nefretine de yenik düşmemek için tekrar kendini yollara vurur; nefes almak için doğaya doğru.

* “Bazen yolun kenarından renksiz duru sular akar. O sularda balık da vardır. Yolun yardığı tepelerin biri yeşil toprak diğeri bej olabilir. Su aktığı yerin rengine bürünmez. Ama sana öyle gelebilir.” K

* Sahilde kuma kazınmış bir yazı: Fuck you modernity! Ona şimdi yoğunlaşmadan, aklımda şehirden kalanları silip, doğayı seyreylemek istiyorum. Şimdi o sözcükler susmalı ve dinginlik- kutsal dinginlik…

Doğaya saçılmış çer çöp deryası arasında yalnız/mahzun bir at; yitirmiş geçmişe bir ağıt gibi. Sahilde sere serpe uzanmış vücutlar. Taşa, kuma, göğe, denize kapanmış; vücutlar. Şehrin irininden soyutlanmaya soyunmuş bedenler; kendilerini doğaya kapatıp arınmaya çalışıyorlar. Havada küçük esintiyi, arada denize girip/çıkanları saymazsak her şey durgun gibi gözükmekte. Zaman, hareketsizlik içinde dinginleşmiş; boşluk tam her şeye hâkim gözükürken tam kenarda bir otomobilin kuma bıraktığı yol çizgileri ile düşten uyanıyorum. Çalılığın içinde birikmiş naylon torbalar, pet şişeler, deterjan kutuları gözüme takılıyor. Tekrar sahile doğru dönüyorum, kumsal, deniz ve gök; üç renk parçalı ama doğal harika bir peyzaj oluşturuyor gözümde. Arkadan sesler geliyor, onlara doğru dönüyorum, uzakta ağaçların arsında, hayalet gibi salınan bayrak beni moderne çağırıyor, tüm bu manzaranın önünde. Ve bir uyarı: Uygar İnsan, kişisel temizliğe özenen ve çevresini temiz tutandır. O görüntünün gri hâkimiyetine teslim olmak istemiyor ve gözlemeye devam ediyorum; boşlukta göğe karışmış, yalnız ve kurumuş ağaç. Az ötede üzerine bağlanan umutlardan dalları yere sarkmış ve bu umutların yükünden yenik düşmüş bir dilek ağacı. Ve kompozisyonu tamlayan, uzaktan bir cadı ağacına benzeyen ve ancak yakından seçilen bir disko topu.. Burada bir uygarlıktan kaçış düşü, primitif bir arayış yok. Yabana kaçmak, uygarlıktan soluklanmak, yük atmak ve ona- moderne geri dönmek için. Arınmak, içteki çocuğa geri dönmeye çalışmak, oynamak, işlevsiz boş zamanı nefese çekmek, eti ona eşlik eden rüzgâr, kum ya da denizle sakinleştirmek; dinginleşmek. Kuşkusuz modern ile sorunlu olmak, tam da modernin bir semptomu ve onun içindeki post-modernin de varlık belirtisidir.

Modernitenin içinde doğaya kaçış, aynı zamanda modernin bize pazarladığı; satın alınabilir düştür. Modern her yönüyle yaratılmış bir yapay gerçeklik ve ondan bize geri kalan doğa ise mitik bir artıktır. Sahilde entropiye esir düşmüş disko topu, tıpkı masaldaki gibi her gece sahil boşaldığında bir bal kabağına dönüşür. Sonra geriye sadece yol kalır ve ona vakfedilen deneyim.

Yol yine kesişir, yol ayrılır, dağılır ve birleşir yine başka bir yola doğru. Kuşkusuz şairin, sanatçının, meczubun, maceracının düşü yeniden kente dönmektir, onun sınırsız ve kaotik olasılıklar âlemi içinde saklı umudu büyütmek için; tekrar yola koyulur. “Ayrıca yol bitmez. O Labirentin duvarıdır…” K

* alıntılar: Kaan Çaydamlı/Başyazı, KTN içinde, 6:45 Yayın, 2011 (Kaybedenler Kulübüne selam ederek!)

 

Fotoğraflar (üstten alta):

 

Nejat Satı
İsimsiz 2, 19 fotoğraflık duvar yerleştirmesinden, 2011
 
Zeynep Beler
İsimsiz 8, "Tatilde" isimli 19 fotoğraflık duvar yerleştirmesinden, 2011
İsimsiz 10, "Tatilde" isimli 19 fotoğraflık duvar yerleştirmesinden, 2011
Medeniyet, "Tatilde" isimli 19 fotoğraflık duvar yerleştirmesinden, 2011

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 09:33:09