A password will be e-mailed to you.

Murat Tosyalı, Ankara M1886 galerisinde açtığı son solosuyla ilgili Ayşegül Sönmez’le konuştu:

"Aşk Suçları çok iddialı bir başlık. Sayende….. Ama bu sergideki her resim, kendi kendime kendimi geçmişimi kazıdığım kazırken de karşıma çıkan imgeler…"

Murat Tosyalı, başkent Ankara’da, M1886 galerisinde açtığı son solosunda güreşciler, futbolculardan sonra şimdi kendine ve kendisiyle birlikte günün öznesine bakıyor. Bu öznenin yaşadığı krizlere romans ve aşk alanında odaklanıyor. Sade’a ithaf ettiği sergisinde Aşk Suçları diyerek heteroseksüel romantik ilişkilerin klişe kodlarını sorgulamayı denerken bu ilişkilerdeki geleneksel tabuların şekillendirdiği erkek öznenin nasıl inşa edildiğini de büyük bir merak içinde izleyerek izletiyor.


Her sergin hakkında üç beş kelam etmiş seninle söyleşmiş biri olarak bunun da ötesinde arkadaşımsın bu serginin bugüne kadar yaptığın en otobiyografik, öznel sergin olduğunu düşünüyorum. Ne dersin?

Tabii ki doğru tespit. Seninle de hep konuştuk. Hatta senin anne olmanın bile etkisi var bu serginin çıkışında. Sinan’ın büyümesine tanık olmam. Onun Murat Abi’si olmak… Senin anneliğe verdiğin bütün öneriler, reaksiyonlar… Mesela bak geçen gün de konuştuk ya, senin anneliğin var bir de annelik diye bir şey var toplumda. İkisi bazen ne kadar çakışıyor. Bu çok güldürüyor bizi ya… Yani çatışması normal de çakışması… Değil mi?

 

Evet, annelik tarif ediliyor toplum tarafından bir türlü büyüdüğümüz kabul edilmediği için büyüklerimiz tarafından. Bununla baş etmek büyük dert tam dediğin gibi bu tarif edilen annelikle arada sırada anlaşmak korkutucu. Parkta çıkıp kaydıraktan bu yüzden kaymak gerekiyor demistin ya… Kaydıraktan sen kayabildin mi peki bu serginde?

Jane Fonda’da kaydım en çok. Zeki Mürenler, Seyyal Tanerler, Yılmaz Güneyler evet tamam Jane Fondalı resim kaydıraktan kaydığım resim…

 

Sevgili dostum Ömer Uluç’un 1983 tarihli Aerobik’ini çağırdı bu resim. Çook. Bilir misin? 

Ben sana bir şey söyleyeyim mi? Yaparken değil de. Sonradan fark ettim ben de. Rahmetliyi çok severdim. O kadar hoşuma gitti ki. Çok hızlı bir resim. Her anlamda, O da öyle biriydi. Zekasına yetişemedik. Ömer Uluç’un o resminde aerobik yapanın hızı var. Bende o hız yok. Bende izi var. Benim hafızamda kalan Jane Fonda var. Yani nostaljik bir imge. Kazarken kendimi çıkanlardan. O bacakların tuvali kaplaması bir bakıma kadının vücudunu da tarif etmeye meraklı erkek egemen sistemden yırtmak anlamını taşıyor benim için. Ayaklar havaya. İsyan var bence bu resimde.

 

Kazarken neler çıktı başka bu sergiye hazırlanırken ortaya?

Onu da bir söyleşi verirken fark ettim. Kazımak dedim gitti. Ama çok aklıma yattı. Benim belleğimle kurduğum yeni ilişkilerin toplamı bu sergi. Aşk Suçları çok iddialı bir başlık sayende….. Ama kendi kendime kendimi geçmişimi kazıdığım kazırken de karşıma çıkan imgeler her biri. Kendi çocukluğumu Sinan büyürken çünkü Sinan’ı 40 günlükten şimdi üç buçuk di mi, bu yaşına düzenli gördüm. O büyürken ben de büyüdüm gibi. Çok acayip bir şey söylüyorum ama. Onunla birlikte kendi çocukluğuma gittim. Ama toprak gibi düşünmüyorum ben belleğimi. Kazı kazan gibi düsünüyoum. Parlak gözkamaştırıcı ve nasıl anlatmalı böyle umutla da kazdığım bir yüzey. İyi duygularla kazıdığım altından bir sürpriz çıkacak. Çıkmalı, Kazıyıp kazanacağım bir hatıra. Annem mi? Babam mı? Oynadığım bir çocukluk oyunu mu? Jane Fonda tozluklarıyla spor mu yapıyor? Yılmaz Güney mi bakıyor? Babam mı o kucağında çocuğu? Ya da işte… Zeki Müren mi? Bir küçük çocuk mu bana benzeyen? Ne çıkacak? Çıkan şeyin beni mutlu mesut etmesi dileği hani o Türk filmlerindeki mutlu sona ama ne acılar çekildikten sonra işte o beklenti bu sergiyi ve bu sergideki imgeleri belirledi. Objeleri de…

 

Objelere niye ihtiyaç duydun? Ve her biri aslında genel fallik nesne araştırmanın birer neticesi diyebilir miyiz? Biberon özellikle neyin ikamesi?

Sevgilimin… Bütün sevmek istediklerimin. Sevip de beni sevmeyenlerin… İlk kez heykel denedim. Üç boyutlu bir objeye ihtiyac duydum. En fallik olanını seçtim. En oral olanını biberonu. Hem kadınsı hem erkeksi hem meme hem penis. Cinslerüstü olması benim etkiliyor. Biberon yani annemizin ikamesi. Bütün hayatın kendisi o yüzden. Annemizin nice ikamesiyle dolu hayatımız. Bunlardan ilki biberon. Sonuncusu en son sevgilimiz.

 

Apollinaire Sade için ne diyor, “o yeryüzüne gelmiş en özgür zeka”. Sanatçının özgürü nasıl olur sence?

Bir kimse, biri olmak için özgür olmak şart. Ama ne kadar özgürüz? Ne kadar özgür olabiliyoruz? Seçimlerimiz aşklarımız ve suçlarımız bizi ne kadar engelliyor? Ne kadar özgür bırakıyor? İşte bu sorular. Esaslı sorular. Ben çoğu sanatçının hep böyle bir küratöre, bir kuruma filan kendini beğendirmek için öyle iş yaptığını düşünüyorum. Yani özgür değil kimse. Ben de yıllarca kimliğimi tam göstermedim. Kendi kendimi bastırdım. Bilinçli olarak bastırmasam da bastırdığım çok oldu. Ama artık en azından özgür olmayı deniyorum. Aerobik işte öyle bir aerobik. Zayıf kalmak güzel olmak için değil özgür olmak için yapılan bir egzersiz.

 

Sonuç? Zayıflanılıyor mu peki?

Ya düzenli yaparsan faydasını görürsün Ayşeegüüül.

 

Ben bu bahçe üçlemesini çok seviyorum sergideki. Bu bahçenin suniliği, fotografik imgeyi devşirmesi şeffaflığı onun altında gizledikleri filan… Başlı başına pek çok okumaya gebe hem estetik hem sosyal… Bu sergide ilk günahın işlendiği yer olarak mı düşünmeliyiz bu bahçeyi beyaz çizmeli kadının kaçmaya çalıştığı?

Ya seri benim de sevdiğim bir seri. Kadınları iyi anladığımı düşünürüm. Kadınları severim ben. Erkekleri de severim. İkisinin de yeri ayrıdır. Bu seri yer açmak için kadınlara daha çok yer. Daha çok yer. Ve aslında kadınların yerlerinin asla sabit olmadığı üzerine bir seri bu. Yani kadın sürekli değişir. Çizme giyer çıkarır. Uzar kısalır. Şişer iner. Ağlar güler. Yani bunu en en iyi nasıl anlatırım? Tuvale sığamaz. Her bir kadını tuvalde yeniden üretirken bunu düşünmüşümdür. Tuvaller aslında kadınların daha çok yer açmak için ideal yerler değil. Yani canvas kast ettiğim. Ne yapayım darken… Çıktı. Bu pleksinin şeffaflığı hem hazır imge var hem elimle çizdiklerim var. Melez sabit olmayan çok katmanlı bir mekan yani. Kadına yakışan da odur. Ayaklarının altı o yüzden cennettir kadınların. Aslfalt değil, mutfak seramiği hiç değil… Olmayan bir yerde onlar.

 

Yaşa…

Eee öyle…

Daha fazla yazı yok
2024-11-02 17:25:30